Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Arife Kalender ile ‘Yedi İklim Dört Mevsim’ üzerine... Orta Asya’dan gelip Avrupa’ya kadar giden bir insanlığın bir coğrafya, bir toprak üzerindeki durmadan değişen ve gelişen yolculuğu… Göç… Geçmiş… Yaşamdan ve topraktan uzaklaşan insan kitlelerine dayatılan yoz kültüre afili bir yanıt… Kars’ın Sarıçiçek Yaylası’nda kurulan obalarla başlayan bir destan… “Yedi İklim Dört Mevsim”… Arife Kalender imzalı... Destanında susmuşu dillendiriyor şair Arife Kalender… Tarihiyle, coğrafyasıyla, yaşam şekliyle, hatta yemek çeşitlerine kadar, gelenek ve göreneklerine değinerek genel bir küçük Asya profili çizerek… “Yedi İklim Dört Mevsim”, Phoneix Yayınevi tarafından yayımlandı. Arife Kalender ile destanını konuştuk. ? Gamze AKDEMİR ayatımın en büyük ve unutulmaz gezisine çıktım” diyorsunuz Yedi İklim Dört Mevsim’in önsözünde. Böylesi yoğun, dolu dolu bir geziyi nasıl planladığınızdan, nasıl çıktığınızdan başlayalım söze? Yedinci kitabım ‘Deli Bal’ın son bölümünde ‘Ağrı İstanbul’a Benzer’ adlı daha küçük bir destan çalışmam var. “Göç” Türkiye’nin, Küçük Asya’nın en büyük fotoğrafı bence. Çağlar boyunca Asya Avrupa arasında, üzerinden geçmedik, değmedik insan eli ayağı kalmamış. ‘Ağrı İstanbul’a Benzer’de yıllardır sözünü ettiğimiz çarpık kentleşme ve yarattığı sorunlar, yoksulluk ve eşitsizlik v.b. olguların, yurdun her yerinde aynı olduğunu vurgulamak açısından; en yüksekle en büyüğü buluşturmuştum. Bir söyleşide o çalışmamla ‘sahanın dışına çıktığım’ söylenmiş ve bu tür çalışmalarımın sürüp sürmeyeceği sorulmuştu. Ben de bir hazırlığım varmış, önceden planlamışım gibi “Evet, Yedi İklim Dört Mevsim” adlı bir çalışmam var deyivermiştim. Oysa o güne kadar böyle bir çalışmanın verileri, ya da planlanmış durumu yoktu. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir sözü vardır “Kimi konular yazmadan önce başlar yazarda” diye. ‘Yedi İklim Dört Mevsim’ adını ‘Dünyanın destanlara ihtiyacı var’ yifli bir zenginliğin ortasında kendimi bulurken, bir taraftan da böyle bir yükü omuzlamanın korkusu başladı bende. Çünkü, örneğin Erzurum’dan geçiyorum, Erzurum’un tarihçesi, gelenekleri, kökler, derken yoğun bir araştırmaya dalıveriyordum. Her bir kenti anlatmaya kalksam, her biri başlı başına destan olacak.. İçinden nehir geçen en az altı şehrimiz olduğunu, Antep evlerinin ‘poyraz ve kıble evleri’ adıyla aynı avlunun içinde yazlıkkışlık yapıldığını, Diyarbakır’ın dört kapısının adlarını, Asi’nin ortasındaki Hatay mahallesini, Malatya’nın dut ve kiraz yaprağından sarmasını, derbent sistemini v.b.. bu kaynaklardan öğrendim ve imgelerim zenginleşti. Yerleri, mekânları zamanın neresinde daha çarpıcı bir durumda bekletmeliyim diye çok büyük tereddütler yaşadım. Çok oyalandığım yerler oldu. Etnik ilişkileri, inanç ayrılıklarını yansız ve doğru verebilme adına karıştırmadığım ansiklopedi, kültür kitabı kalmadı desem yeridir. Hiçbir şeyi kaçırmamak kaygısı da.. Evet, hiçbir şeyi kaçırmayacaksın, ama her şeyi de süzülmüş bir su damlası gibi kısa ve öz yansıtacaksın. Öte yandan düzyazı anlatının tuzaklarına düşmek var, kuru öğretiye düşmek var. Yedi şiir kitabından sonra, şiir adına bir olayı anlatacağım diye yola çıkıp, böyle tuzaklar içerisinde kalmak, boğulmak da işin tehlikeli yanları.. Bu kaygılar nasıl bir yöntemi getirdi? Bir defa şiirden başka dil bilmediğim için, söyleyeceklerim için en uygun dil, başka deyişle mecburi yön şiirdi. Ne öykü, ne roman bunları taşıyamazdı. Bir yanda şiir yazımının olur ve olmazları beynimde dururken, öte yanda binlerce veri durmadan yığılıp, yazılmayı bekliyordu. İlkin, başladığım bölgenin tarihçesini öğrenip, gelip geçen bütün ırklardan ya da uygarlıklardan kısaca kuşbakışı söz etmeyi, dağlarını, ovasını, ırmağını konuşturmayı, hangi göl oradaysa o gölü anarak, birçok yaşamı selamlayıp, ilerlemeyi seçtim. Bu gezi boyunca konakladığım yerlerdeki ozanları geçmişle bugün arasında bağ oluşturmak adına andım. Fuzuli’den Yaşar Kemal ve Nâzım’a kadar… Okul kitaplarında bile adı geçmeyen, susturulmuş coğrafyayı konuşturmak benim için önemliydi. Amacım susmuşu dillendirmekti. Tarihiyle, coğrafyasıyla, yaşam şekliyle, hatta yemek çeşitlerine kadar, gelenek ve göreneklerine değinerek genel bir küçük Asya profili çıkarmak istedim. Bir de destanınızda aralara serpiştirilmiş kısa masal ve öyküler de görüyoruz. Hatta insanlığın bu toprak üstündeki gelişim ve değişimini vermeye çalışırken masal dilinden, halk söyleminden yararlandığınızdan, şiiri korumak adına öykü ve masal ittifaklarınızdan da bahsediyorKİTAP SAYI “H kendisi koyarak ‘beni yaz’ dedirten üç yıllık, her anından keyif aldığım bir çalışma oldu . O söyleşi üzerine, genel anlamda bir göç olgusunu işliyorsam, bu göçü bölge bölge, kent kent, dereden tepeye, dağdan ovaya taşıyabilirim ve oradaki dile gelmemiş zamanları da dillendiririm diye düşündüm. Denebilir ki ‘Yedi İklim Dört Mevsim’de yola çıkma duygum ‘göç’tür. Bu temayı öne çıkartırken, genel insanlığın bu coğrafya, ve bu topraklar üzerindeki durmadan değişen ve gelişen görüntüsünü de vermeye çalıştım. Bu noktada sizi destana en çok çeken şey nedir? Bugünkü şiir yazımıyla; iyice soyutlanmış, damıtılmış şiir özelliğine sığmazdı bu anlatacaklarım. Şiirin biraz taşırdıklarıyla, öykünün almadıkları arasında bir yerde durdu, oradan yola koyuldu. Beni çeken şey; yabancılaşma olgusunda boynu bükük kaldığını duyumsadığım birçok şeyin, ‘illa beni an lat’ diye belki dayattığını düşünmem... Büyük bir kültürün, zenginliğin yok oluşunu görmem… Yaşamdan ve topraktan uzaklaşan insan kitlelerini, onlara dayatılan yoz kültürü düşündüğüm için, bir kişi bile okusa, ‘böyle bir Türkiye var’ duygusunu yaşasın istedim. Eski sözcüklerle söylersem ‘heba ve heder’ olanı kurtarma düşü… “TÖRELER... TÖRENLER...” Kars’ın Sarıçiçek Yaylası’na obalar yerleştirerek başlatıyorsunuz destanı. Doğu’dan evet. Küçük Asya’nın geliş yönüdür doğu. Hem yaşam biçimimizin, hem kültürümüzün çoğunlukla doğulu olması yüzünden. Hâlâ törelerin törenlerinin kanunlardan önce değer bulduğu yer. Hangi kaynaklar yol göstericiniz oldu? Tarih, Ansiklopedi, kültür, türkü, mani kitapları gibi birçok kaynaktan faydalandım. Bir taraftan inanılmaz ke ? SAYFA 16 CUMHURİYET 884