24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

? onlarında gösterdiği yol düze çıkarmadı ama el yordamıyla boza düzelte, bence optimal bir zamanda ikisini çakıştırdım. Esas romanın kurgusu açık deniz balıkçısının yaşam öyküsü ama iyi bir adam, ümit nereden kaynaklıyor bilmiyorum, dehşetli bir inancı var ve benim kaderim değişecek diyor ama Milli Piyango bileti alarak beklemiyor. Bu tip adamlar kumar oynarlar ama o bunu da yapmıyor. İyi bir insan iyiliğin kendine bir şeyler getireceğini düşünüyor ve iyilik bir mucize getiriyor. Bu hâlâ da sürüyor. Bütün mesele bunu nasıl yapmak ve sonu nasıl monte etmekti tek ciddi sorun oydu. Rahşan’ın Garo Dayı’ya ulaşma serüvenini nasıl yorumluyorsunuz? Rahşan’ın anneannesi Ermeni, dedesi MüslümanTürk, ben bunlara Ermeni, Türk demeyi sevmiyorum, hepsi Türk, neyse, bunlar aşk uğruna, eski romanlardaki gibi bir araya geliyor ve evleniyorlar. Arkasından kızları ve oğulları yaşamları boyunca bir tuhaflık hissediyorlar. Annesi Ermeni ama söylenmese daha iyi olur, bir yerde çocuklar isyan etmeye başlıyorlar hep onun baskısı ve ezikliğini hissediyorlar. Ailede kötü bir hastalık olur, ondan bahsederken, ondan konuşurken yokmuş gibi davranırsınız bu da böyle bir şey gibi….Fakat üçüncü kuşak Rahşan, ‘böyle rezalet olmaz’ diyor. O isyan ediyor ve görkemli bir tepki gösteriyor. Onun isyanını daha çağdaş ve demokratik bir kuşaktan olması tetikliyor. Bu da iyi bir şey. Roman başından sonuna kadar, yalnız bir balıkçının yaşamöyküsü olarak gelişiyor. Okuyucu olarak romanın akışı içinde yazarın da bazı aşamalarda yorum katması hoşuma gider, çünkü düşüncelerini merak ederim oysa siz bu tip yorumlardan uzak durmaya çalışmışsınız gibi geldi bana, ne dersiniz? Hikâyenin çoğunu Garo’nun ağzından anlattım, yorum olarak üzüntü anında neler hissetmişti, bir durum karşısında aklından geçenler nedir gibi ayrıntıları ekledim, yorumları mümkün olduğu kadar aza indirgemek istedim. Garo’yu ve aileyi konuşturuyorsun, bir yerde seni sınırlayan bir şey var. Bundan sonraki romanım farklı olacak. Bunda anıroman olmanın getirdiği sınırlar vardı. SOYAĞACI... Romana bir soyağacı eklemeyi düşündünüz mü, bu okuyucu açısından çok yararlı olmaz mıydı? Soyağacı eklemeyi düşündüm. Aile resimleri koymayı da düşündüm ama romandan uzaklaşacaktı. Romanın amacı bir ailenin Ermeni ve Türklerin birbirlerini sevmemeleri, sonra bunu aşmaları, bir araya gelmeleri ve insanca davranmanın yol açtığı mutluluk ve bir de açık deniz balıkçısı. Bütün bunların üstünde bir şey var o da doğru dürüst edebi bir eser üretmek. Soyağacı ve resim bunu romanlıktan uzaklaştırırdı daha ziyade aile albümü havasına sokardı. Hem doktorluk hem de yazarlık bir arada nasıl gidiyor, sizce yazarlık nedir, düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Hekim veya mühendis olursun, bir çok arkadaşımın yaptığı gibi golf oynarsın, yelkene gidersin veya maça meraklısındır buna benzer şeyler yaparsın. Ben yazmayı yeğledim. Yazarlık nereden kaynaklanıyor? Lise senelerimde edebiyat matineleri vardı; Sait Faik giderdi, Haldun Taner giderdi, Özcan Taner giderdi, tiyatro vardı az insan giderdi, ben de giderdim. Ben İngiliz Lisesi’nde okurken bir edebiyat hocasından on üstünden on bir aldığımı hatırlıyorum. Şimdi o zaman da bir yatkınlık ve sevgi vardı. Çok okurdum, analitik okurdum, sadece ne oldu diye değil adam bunu nasıl monte etmiş diye okurdum. Edebiyata karşı yatkınlık vardı, o yatkınlık ve merak doktorluğa engel değil. Motivasyonun varsa, dürtün varsa yazarsın. Hüseyin Avni Lifij diye bir ressam var, Osmanlı zamanında, I. Dünya Savaşı sırasında yaşamış, çok iyi bir ressam. Babası cahil bir adammış, Galata Köprüsü’nde bilet kesermiş, çok da da Müslüman bir adammış, kibrit kutularının üstünde canavar resimlerini bile karalar eve öyle götürürmüş. Oğlunun resim dersleCUMHURİYET KİTAP SAYI ri aldığını duyunca kemiklerini kırarcasına dövmüş. Buna rağmen adam resim dersi almaya devam etmiş ve ressam olmuş. Yaptığı resimlerin çoğunda imza yok çünkü o devirde kim resim alacak. Üslubundan anlaşılıyor. Küçük resimler yapıyor çünkü o zaman o kadar tutuculuk egemen ki bir yere tuval açarsanız başınıza bela gelir, döverler. Kimseye çaktırmadan kartpostaldan biraz büyük resimler yapıyor. Bu koşullara rağmen çok görkemli bir ressammış. İçindeki dürtüye kimse mani olamamış. Ve hayatının sonuna kadar da resim yapmış. Onun durumunda motivasyon diye bir şey yok. Tam tersi var ama içinden öylesine bir dürtü var ki ressam oluyor, insanın içinde böyle bir dürtü olunca yazarsın zaten. Neleri ve hangi yazarları okumayı yeğliyorsunuz, örnek aldığınız yazarlar var mı? Haldun Taner, Margaret Atwood, esasında önüme geleni okuyorum... İnsan kötü bir yazardan da çok şey öğrenebilir. Biz asistanlık yaparken de birbirimize aynı şeyi söylerdik, derlerdi ki ‘Bu adama özel hastanede asistanlık yapıyorsun, afakan basmıyor mu’, hayır onun yaptığı hatalardan da öğreniyoruz. İlla en iyi cerrahlarla çalışman gerekmiyor kötüsünden de çok şey öğreniyorsun. Bundan sonraki çalışmalınız hakkında biraz bilgi alabilir miyiz… Roman yazma insanı sınayan güç bir üretim olduğu için hoşuma gidiyor. O zaman bir konu bulayım ki hiç işlenmemiş olsun diye düşündüm. Buldum da, hatta bir çok şeyini tamamladım ancak daha bir anlam ifade etmez çünkü bir çok insanla konuşarak üzerinde çalışarak geliştireceğim. Bir bakkal yavaş yavaş peygamberleşiyor. Şimdi bunun tam bir roman olmasını istiyorum, yani herhangi bir insana veya ailenin hayatını yansıtan bir şey olmayacak, o da bana daha çok manevra imkânı, yorum yapma olanağı ve aklımdan geçeni anlatabilme fırsatı verecek. Olmadık insanlara danışıyorum çok hoşuma gidiyor, çok güzel bir şey de geliştirdim, iki roman yazmanın tecrübesiyle hiç acele etmiyorum, şu anda onda biri hazır ama giderek gelişecek. Başı sonu belli ama iskelet halinde... Bir sene sürer herhalde. Siz doktorsunuz, ancak biz sizin Cumhuriyet gazetesinde yirmi yıldır makaleler yazdığınızı biliyoruz. Öyküleriniz ve romanlarınız da yayımlanıyor. Sizi yazarlığa iten başka bir faktör de var mı? Var, şunun farkına vardım Avrupa’da 14, 15, 16. yüzyıllarda, hatta 18. yüzyılda zaman zaman tartışılıyor: Rusya Avrupalı mıdır diye, cevap yüzde 99 değildir. Hatta Rusya’yı Avrupa dışında bırakmak için bazen hudutları değiştiriyorlar. 1800’lerin ilk yılarında Rusya resmen Avrupalı oluyor. Bunun sebebi Avrupa düzeyinde ressam, müzisyen, edebiyatçı kısaca sanatçı yetiştirdiği zaman Avrupalı kabul ediliyor. İlk yazarlara, müzisyenlere baktığınızda hiçbirinin esas işi yazar Şebnem Birkan, Selçuk Erez ile... lık değil, örneğin Çehov doktor, meslektaşım; ondan sonra Dostoyevski, müzisyenler kimisi mühendis, kimi deniz subayı. Şimdi şunu soralım, kaç hekim öykü ve roman yazacak da bir tane Çehov çıkacak. İki, üç tane hatıra çiziktirmeyecek Türkiye’nin çağdaşlaşmasını istiyorsak, bizim de aynı şeyi yapmamız gerekiyor. Roman yazan Türklerden, doktorlardan bir tanesi Çehov olur, bir Dostoyevski çıkar, bu şekilde de katkıda bulunduğumu düşünüyorum. Çok iyi düşünmüşsünüz..Teşekkürler. ? Garo Dayı/ Selçuk Erez/ Doğan Kitap/ 192 s. 838 SAYFA 23
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear