Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Dfin ve gelecek ÜLKÜ KARAOSMANOGLU Kraliçe: Senin zatnanla konuşmadığına eminim. Alıce: lierhalde öylcdir. Fakat müzik derslerinde zamana uyarak tembo tutar, climızı vururduk." (Âlicc Harikalar Dıyarında 'dan) Marx ve Engels'in "Alman îdeolojisi" üzerine birlikte çalıştıkları döneme geri dönmek 1846 yılının yaz ortalanna ve bu iki bilim adamının geleceğin insanına ilişkin tasanmlarını okumak, tıpkı Alice gibi insanı zamanla konuşturabiIen bir biiyüyle eşanlamlı olabilir. "Bireyin gerçek zihinsel zenginliğinin, tamamen bireyin gerçek ilişkilerinin zenginliğine bağlı olduğu açıktır. Işte yalnız bu yolladır ki, tek tek her birey, kendi çeşitli ulusal ve yöresel sınırlarından kurtulacak, bütün dünyanın üreti miyle (zihinsel üretimi de dahil olmak üzere) pratik ilişkiler içine girecek ve (insanların yarattıklan) her alandaki bütün dünya üretiminden yararlanma yeteneği edinecek duruma gelecektir." *(1) Gösterilen hedefin duygusu bile bellidir. Dünyamız, insanın geleceğine ilişkin en soylu tasarımlardan biri olan ve "tüm insanların, yerkürenin tüm üretiminden yararlanma yeteneği"ni edindiği bu rüyayı farldı biçimlerde, farklı içeriklerde ama aynı "öz"de buluşturan pek çok soyutlamaya tanıkolurken, yüzyıllardır "insanın insanlaşması süreci"nde ahnan yolu hiç kimsecikler doğru dürüst ölçemedi. saptayabiliriz. Belki de, sözünü ettiğim ve yazı boyunca ortak paydaları daha da befirginleşecek olan bu sanat insanlarının yeniden anlamlandırdıkları gerçeğin yansıtılışındaki "uzlaşmaz" tavınarı saycsindedir ki, trajik olan tasarlanırken, bu trajedilere zemin hazırlayan duygular, kahıamanların yaşam üslubuyla "asla" çelişmiyor. Acının sahici kıldığı kahramanlar, yaşam koşullarının ve maddi ger çekliklerinin en geniş sınırları dahilinde kalarak var oluyorlar ve romanın kendi iç bütünlüğü içinde "asla başı ezilemeyecek bir adalet duygusu"ndan hic mi niç ödün vermemeye kararlı bir alt sesin buyruğu altında hayatlarını sürdürüyor lar. Zamanın Manzarası'nın iki ana kahraınanı, Barış Utkan ile Elif Heper'in yoksulluğun ve zenginliğin içinden yükselen acıları, kendi yaşam üslupları ile hiç mi hiç çelişmeden birbirleriyle buluşuyor. Tanrı'yla Şeytan'ın işbiriiği ve vlrtüöztte Insanlık dıırumu ve durumlarını derinlemesine ve kemiğe yakın keserek gözler önüne seren tüm sanat insanlarının buluştukları ortak paydada iyilikle kötülüğün veya Tann'yla Şeytan'ın işbirliğini Duknak da mümkün. Bunu müthiş iladesiyle belki de ilk kez saptayan eserleriyle, "büyük hayat"ın ne anlam taşı dığıııı bilmek isteyen herkeseyapıtlarıyla da, kişiliğiyle de gösterebilen Malra ux arasındaki büyük bulu^nıanın pathos'ıın labirentlerinde gerçekleşebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İki sanat insanını birbirine bağlayan ortak bir yaklaijim arayacaksak, ki bu yazı içinde Zamanın Manzarası"dan yola çıkarak benzeşen dünya tabloları içinde yan yana durabilecek sanat insanlarından "na yata dair " paralel bakış açıları yakalama amacındayım bu arayışın temelini eser lerini yönlendiren dinamo oluşturmalıdır. tnsanlığın çektiği acıları kendi vicdanlannda duyumsayabilen ve sayıları da tarihin bu döneminde nedense giderek azalan sanat insanlarını bir yazı çerçevesinde de olsa, bir araya getirme isteğimin altında Mehmet Eroğlu'nun romanındaki "yazma" üzerine başlı başına bağımsız bir referans oluşturabilecek olan saptamalanna dikkat çekmek veburadannareketle "yazma" serüvenini yeniden anlamlandırabilme çabasının, bu romanı degerlendirebilmek için atlanmaması gereken bir durak olduğunu tark etmiş Dulunmam yatıyor. Zamanın Manzarası'ndaki kanramanlardan biri olan psikiyatr Neşe Berkmen ile anlarıcı kahraman Barış Utkan'm "yazma üzerine" gerçekleştirdikleri seans, bu serüvene hangi açıdan yaklaşdabileceğinin ipuçlarını veriyor: "Başyapıtlar aslinda bize yazgılarımı Acı çeken ruhlarordusunun ayaklanarak, hoşgörülü ve horgörülü bakışları umursamadan akıllara ve vicdanlara doğru yürüyüşegeçmesi, insanlaşma sürecini ne kadar hızlandırır bilemeyiz ama bu ordunun sonsuza kadar savunmada kalacağını da söyleyemeyiz. Acının eğitiminden geçecek bir ordudur bu ve dünyanın tüm ülkelerindeki tüm karar verici konumundaki akıllı insanları bu gizli ordunun farkındadır.. Tolstoy, asker kaçağı Gonçarenko'ya yazdığı 19 Ocak 1901) tarihli mektubunda şöyle diyor: "Hiçbir aeıya karlanmayan kimse, acıya katlanan kimseye bir şey öğretemez." A(2) Öyleyse birbirlerinden öğrenecekleri çok şeyi olan bu acılı ve kıstınlmış insanları, ner cepheden ve yakından görebilen, onlarla birlikte soluk alıp verebilen, gördüğünü yadsıyarak ve dolayısıyla yabancılaşarak Joğanın içinden çekip alan ve hayal gücünde dönüştiirerek tekrar doğaya bir "kahraman" olarak katabilen sanat insanlarının bu dünya için tasıdıklan önemi görmezden gelmek nıütnkün mii? Özellikle trajik yaşam çemberlerinin birbirleriyle kesiştiği noktalardaki gelişmiş duyarlılıklarıyla var olabilen ve eserler yaratan sanat insanlarının hayatı özümleme ve yansıtmalarındaki bu özgün yaklaşımı, sözünü ettiğim dünya tablosu içindeki yerini çoktan almış olan Mclımel Eroğlıı'nun son romanı Zamanın Manzarası'nda da görüyoruz. Hayatın üzümlcnmesi ve derinlikli kavramlarla yansıtılmasındaki özgün yaklaşımın kaynağını merak ettiğimizde, Menmet Eroğlu ve yazı boyunca anacağım diğer yazarlar için de söz konusu olan yeniden yoğurdukları "gerçek" ve yaşam karşısındaki tutumlarından "asla ödün vermemeleri'ni veya bir başka deyişle "ortalama olan ile uzlaşmama" tavrını SAYFA 6 Akıllara ve vicdanlara doğru yüpüyenaçlar bir "virtüözite" sergileyerek yapabilenlerin insana ait tüm bitimsiz güzellilderin ve yine bitimsiz çirkinliklerin eksik siz olarak sergilendiği gezegenin üzerin de özellikle herkesin uyuduğu saatlerde farkındalık anlarından bir an olsun kopmadan birer hayalet avcı olarak sessizce dolaijtıklarını düşünebiliriz. (Milos Forman'ın ünlü Amadeus filmindeki Mo zart ile Salieri'nin üzerinde birlikte çalı^rıkları o müthiş bestenin (Recıuiem) ola öanüstü tınısıyla seyirciyi sarlıoş edebi iecek bir estetik güce sahip olan sahneyi düşünün.) "Insanlığın ebedi dramını, ender olarak ulaşılmış ve kesinlikle hiç aşılmamış bir patnos ile resmeden"*(3) Bruegel'in acı eşiği yüksek Ortaçağ insanlarıyla, "Insan vıldızlı gök karşısında, acı karşı sında olduğundan daha güçlü görünüyor" diyen ve bir başka insanlık dııru munun bir başka büyük gözlemcisi olan Andrc Malraux'nun çağımıza ait kahra manlarını rahatlıkla kardeş ilan edebiliriz. İki sanat insanının da ortak yanı "as la uzlaşmamak"tır. ürtaçağ'ın baskın feodal ideolojisinin tam ortasında, tüm sa natçılar dini resimler üzerinde çalışırken Bruegel'in "insanlık dıırıımu"nu geniş zın ne denli trajik olursa olsun katlanılabilir olduğunu kanıtlarlar." / "Ya da başyapıtlar, bize yazarların yaşamımız için ne denli gerekli olduğunu, kutsal hayatın okur olarak kalmaya mahkum olanlara bıraktlmayacak kadar karmaşık ve önemli olduğunu hatırlatırlar." / "Büyük yazarların hepsi insan konusunda küçücuk bile olsa nir buluş yapanlardır; ya da bunun için çabalayanlardır." Eğer yazma serüveni, Zamanın Manzarası'nın önemli payandalanndan birini oluşturuyorsa, bu serüvene, yazarın kan gubundan olan diğer sanat insanlaruıı da dahil ederek bakmak gerekiyor. da atan nabızla, satırlarının altından işitilen tonlamayla bu kadar benzeşen biı başka yazar tanımadığımı ilirai etmeliyim. Yapıtı da zordu, kendisi de. Meh met Eroğlu, derinlemesine bireysel bir süreci içermesi gereken "sanar algı sı"ndan süzülen sorıılar verine "ilk akla gelen" sorular düzeyinde seyreden rö portaj kaosunun içinde "Ben Ayhan değilim" demek zorunda bırakılmışrı. Ka dınerkek eşitliğini tartışıyorolmanın bile bir insanlık trajedisi olduğunu bilir ken, "kadınlarla sorıınu olan bir kahraman" ve "kahraınanlar" yarattı diye, sonraları neredeyse maçolukla itham edümesi de, Mehmet Eroğlu'nun, yazarlık serüvenindeki makııs talihi olarak değerlendirilebilir. Değerler çatışması Mehmet Eroğlu'nun tıpkı romanları gibi, "okıınma ve algılanma" serüveninin de merkczini oluşturuyordu. Edebiyat dünyamızın işlerlikte olan tüm aygıtları içinde, o aygıtların çalışma kapasitesi ile orantılı olarak, Mehmet Eroğlu'nun tüm eserleri, fenomeni, biçimi ve içeriğiyle rartışılırken, tüm bu değerlendirmelerin taşıdığı "öz"e ulaşanların sayısı da azımsanma yacak ölçüdeydi. Çünkü Mehmet Eroğlu için "Benim yazarım" diyen tutkulu okur, işi, "biçim, içerik , renomen ve öz'ü" araştırmak olan ve zaman zaman da her birini birbirine indirgeyen eleştiri dünyasmın üzerine çıkarak, biçim, içerik ve fenomenin sırtında taşıdığı öz'le buluşmasını bilmiştir. O öz ki, bir "değer biçme" anlayışından çok ötelerde, değerini hiç aratmadan kendiliğinden sunan pek çok büyük yapıtta olduğu gibi, sinema, müzik, edebiyat, plastik sanatlar ortak bir cevher olarak, "düşüncenin taşıdığı duygu" olmaktan çıkar ve anlam kavşaklarında üst üste örtüşerek, "duygunun taşıdığı düşünce"ye dönüşür. Issızlığın ürtasında, Geç Kalmış, ülü, Yarım Kalan Yürüyüş, Adını Unutan Adam, Yürek Sürgünü, Yüz:1981 ve Zamanın Manzarası'yla okurunun karşısına yedi kez çıkan Mehmet Eroğlu'nun, son romanıyla yoksulluğun ve zenginliğin değerlerini karşı karşıya getirerek oluşturduğu büyük trajeuileri, görün mez bir denizin içinden ağır ağır çıkan görünmez bir kara parçası eşliğinde, do ğayı usulca giydirerek gözler önüne serdiğini görüyoruz. "Doğayı" diyorum; çünkü Zamanın Manzarası'nda, savaşta kurtlaşan köpekleriyle, Egesularındayi tip giden ayı balıklarıyla, kâbuslarda aolaşan, tek ayağı üstünde durup da bir türlü havalanamayan o tuhat kuşla, tüm bitki ve tüm canlısıyla sonıı acılı bir şö lene dönüşen roman dünyasının içine dahil ediliyoruz. YoksuHuğun ve zenginliğin dev değerierl Aklın alabileceğinden çok daha derın bir trajediyi içinde barındıran savas ortamından yedi kişiyi öldürerek aynlmış ama hayatı anlamlandırmasına yarayan bütün koordinatları birbirinin içine girerek silinip gitmiş olan Barıs Utkan'ın, hiçleştirdiği dünyasına ancak âşık ola rak Jirenebilmesinin romanıdır Zamanın Manzarası. Ve voksulluğun bitmek bilmeyen büyüklükteki dünyasınü ait olııp da, Barıs Utkan ile birlikte kimse nin elleriyle dokıınamayacağı gözyaşlarıyla ağlayan soylu kahramanlar. Tan n yla, tanrısızlığın ve şeytanın, değerliyle değersizin, zenginlikle yoksulluğun, bayağılıkla yüceliğin kesişme noktalarında insanı art arda yaşanan ve soluk ala maz hale getirebilecek zincirleme trajedilerin birbiri üzerine devrildiği bir ro man. insana insanlığını detalarca hatırlatan bir roman. Conrad'dan Dostoyevski'ye; Balzac'tan Malraux'ya, Bıızatti'clen Hııxley'e, Yourcenar'dan Seınprun'a, TblsCUMHURİYET KİTAP SAYI 695 Zamanın Manzarası, iflah olmaz bir hayalcinin, kimselerin görmediği, görse de farkına varmadığı insan manzaralarının ressamı olabilmek için yazan, büyük hayatların, dolayısıyla büyük dramların yazarı Mehmet Eroğlu'nun yedinei romanı. Zamanda geriye giderek Mehmet Eroğlu'nun ilk romanı Issızlığın Ortası'nın yavımlandığı yıl olan 1984'e döndüğümde, aynı yılın Temmuz ayına ait olan Sanat Ölayı dergisi adına yazarla ilk röportajı yapan kişi olarak, yapıtın Yapıtı da zordu, kendisi de