Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
AYDIN AYAN * 3 ehmet Ergüven'in en son yayınılanan kitabı ücak 2001 tarihli "Gölgenin Ucunda"dır. Bu kitaptaki "Bir Ozan Resmi Sorguluyor" başlıklı yazı, başlığı nedeniyle ilgimi çekti. Kitabı okumaya bu yazıdan başlauım: Ahmer Haşim'den söz ediliyor. "Bugiin yetmiş ydlık bir aradan sonra geriye dönüp baktığımızda, Göl Saatleri ve Piyale gibi kitaplara imzasını atan ünlü ozanın bir döneme ismini verecek denli sanat ve kültür hayatına eğildiğini görüyoruz. ü yillarda fotoğraftan sinemaya, resimden mimariye kadar hemen her şey Haşim'in ilgi alanı içindedir; kısa ama gizli bir poetikayı anımsatır yazdıklan. Hiçbir şey, bu konulardaki yorum ve yargılarına soru işareti kadar yabancı değildır; sormak yerine kısa yoldan kestirip atmak çok cazip gelir ona. Gelgelefim, birçok ressamın dostu olmakla övünen Haşim'in resme ayrı bir tutkusu vardır.." Yukanda Mehmet Ergüven'in Haşim ' :in yazdıklarının küçük bir kısmı dışına hemen tümünü kendisi için söylersek sanınm yanlış bir saptamada bulunmuş olmayız. Bir baska söyleyişle Haşim için yazdıklarını sanki Ergüven kendisi düşünerek yazmış gibidir. Ergüven'in ilk kitabı "Sesle Renk Arasında"dır. 1987 yılında basılmış ama dası ğı tımı neredeyse hiç yapılamamış, şanssız ir bi kitaptır bu. Oysa Ergüven'in yaşama ve dünyaya bakışındaki temel çizgisinin, ilgi alanlannın bugüne dek zenginleştirerek sürdürdüğü yaklaşımının Uk örnekleri bu kitapta yer almıştır. Kitabın başlığı, sanki, Ergüven'in sonraki yillarda yazacağı yazıların ve çıkaracağı kitapların işaret fişeği gibidir: Sesle Renk Arasında... M Her hakkı saklıdır (!) Konservatuvarı ve Miinih Devlet Müzik Akademisi'nde şan ve sahne yönetmenliği eğitimi aldıktan sonra birikimini 1982 yılından başlayarak Izmir Devlet Opera ve Balesi'ndc, zaman zaman tstanbul, Ankara ve Mersin Devlet Opera ve Balelerine de uzanarak ortaya koymuş ses/müzik tctnelli bir sanatçımızdır. Bununla birlikte, babasının ressam olması ve kendisinin de en az diğer sanat dallatına ve sanatçılara duyduğu ilgi kadar, belki onlardan da fazla görsel sanat lara ve görsel sanatçılara yakın durması, kurduğu dostlukların bu çerçevede olması, onun yazılarındaki temel çizgisinde kendisiyle başından beri barışık olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. "Sesle Renk Arasında" (1987), "Mavi Sakal Haklı" (1991), "Yoruma Doğru" (1992), "Sırdaş Görüntüler" (1995), "Mustafa Horasan" (1995), "Ergin înan" (1995) "Devrim ErbÜ" (1995), "Alp Tamer Ulukılıç" (1996), "Neşet Günal" (1996), "Neş'e Erdok" (1997), "Ahmet Yeşil" (2000), "Pusudaki Ten" (1998), "Görmece" (1998) veen son yayımlanan kitabı "Gölgenin Ucunda" (2001) onun ilgi alanlannın ve verimliliğinin somut göstergeleridir. Bu kitaplardan tek ressam incelemesi niteliğinde olan altı tanesi, söz konusu ressamlar üzerine araştırma ve inceleme yapacak olanlar için kaynak kitap olma özelliğini taşımaktadır. Diğerleri ise, deneme, inceleme, araştırma özelliği taşıyan hem birbirlerinden bağımsız okunabilen, hem de içinde ycr aldikları kitabın genel mantığı çerçevesinde diğer metinlerîe bir bütün oluşturan, yüksck öğretim kurumlannın işitsel ve görsel sanat alanlannda eğitim veren fakülte ve bölümlerinde, lisans ve lisansüstü düzeyde ders konusu edilebilecek yazılardan oluşturulmuştur. Bunlardan, Pusudaki Ten'de ve Gölgenin Ucunda'da Ergüven'in kitaplannın genelindeöne çıkan ilgi alanlarına, diğerlerinde alttan alta hep kendini duyumsatan ek bir ilgi alanı daha belirginleşmekte ve bu noktada Ergüven, kendi teniyle hesaplaşmayı deneyerek, belki de hiç düşünmedıkleri ya da düşünmeye cesaret edenıedikleri bir bağlamda cinselliğin irdelenmesi ve sorgulanmasıyla okuyueuları sarsmaktadır. Birbirini butünleyen izleklerı ele alnıakJa birlikte Ergüven hiçbir kitabında kendini yinelemez. Yaşamındaki gibi hep yeni ve farklı arayışlar, denemeler içindedir. Aynı konuyu ya da sanatçıyı ikinci bir kez ele aldığında, değerlendirdiğinde bile kendini yinelememe, yeni ve farklı bir yorum getirme adına bambaşka bir değerlendirme yar. Her zaman söyleyecek yeni bir sözü vardır çünkü. Yoruma Doğru da, Sırdaş Görüntüler de, Görmece de yazdıklan içinde birer dorukturlar bu açıdan. Ancak Pusudaki Ten her yönüyle farklı ve çok daha cesur oir deneme kitabıdır. Belki de ülkemizde yazılmış bu tür denemelerin en cesuru, en cüretlisi... Bu kitapta "kıldan ince, kılıçtan keskince" bir çizgide yürümüştür Ergüven. Hem dü şü n ü rken, hem de yazarken açıkça kışkırtıcıdır. Teslimiyetçi değil başkaldırıcıdır. Tüm yerleşik değerlere ve kendi bukağılarınadır başkaldınsı... Ergüven, "Sevsem öldürürler, sevmesem öldüm" noktasında duyumsamaktadır kendisini. Bu noktada teslim olmayı değil vurusmayi seçer... Yazarken de, yazdıklarını yayımlarken alacağı tepkileri düşünürken ue kıskırtıcı olmaktan keyif duyduğu asikârdır. "Alacağı tepkileri düşünürken..." derken duraksamadan edemiyorum. Nedeni şu; özellikle görsel sanatlar alanı, eleştiri, deneme ve inceleme konularında el atılmaya, yorum yapmaya, düşünce üretmeye çekınilen bakir bir alan olarak kalmıştır... Eleştiri diye yazılanların büyük bir bölümü de düşünce üretimine, yeni bir söz söylemeye değil salt yergiye ya da sadece övgüye odaklanmış durumdadır nedense... Düşman kazanmanın çok kolay olduğu böyle kaygan bir zeminde düşünce üretmek ve kalem oynatmak kılıç kuşanmakla es anlamlıdır neredeyse... Yazdıklarını salt övgü ya da sadece yergiye dayandırmayıp dili ustaLkla kullanmasının verdiği özgüvenle çeşitli açılardan sağlam bir biçimde temellendirebilen, yazdıklannda inandıncı olabilmeyi başarabilen Ergüven söyleyeceği sözü söyleyerek bu sabun köpüğüne dönüşme tehükesinin dışında kalabilme becerisini gösterebilmiş, kalıcı olma şansını yakalayabilmiş birkaç sanat eleştirmenimizden (belki de kendisi 'denemecimiz' denmesini yeğlerdi) biridir bu yüzden. Ancak, kendisine düşüncesini sakınmadan yazabilmesinde kolayhk sağlayan dili ve biçemi yıllardır sanki açmazıymış gibi hep karşısına cıkanlmıştır: "Ergüven'in dili ve yazdıklan anlaşılmıyor, zor okunuyor." Ergüven'in biçeminden devinilerek öne çıkanlan bu yaklaşım benim yukanda belirtmiş olduğum duraksamama neden olan noktadır işte... Yazmanın çok sınırlı bir oranda yapıldığı, okuma, düşünme veyorumlamanın en hafifinden külfet sayılaığı, "muhayyel müze"lerde müzesini arayan bir toplumda, görmenin değil, bakmanın öne çıkarıldığı bir alanda Ergüven ve benzerlerinin düşünce ürerimlerinin, yazma eylemlerinin "dipsiz kuyu"dan tepki alması da ya hiç gerçekleşemiyor, ya da spekülatif amaçlı olabiliyor ancak... Oysa Ergüven yazarken de yazdıktan sonra da bölüsme arzusunu hep diri tutmustur. Yazarken tannsal bir göz ve kulak benzeri (Onvel'in "1984"ünü anımsamamak elde mi?) her şeyi izleme, gözleme, dinleme, her yerde bulunma iştihası ve tutkulu bir bölüşme isteği içindedir. Yazdıklarını, yaşamakta olduğu Izmir'den telefonla lstanbul, Ankara, Mersin ve Almanya'daki dostlanna okumakta, bir ses, bir yonım, bir tepki, bir ışık beklemektedir. Yazılannı okuyanlarbilir, kitaplannda yer alan yazılann izlekleri ye ele alınış biçimleri yazarının kimliğini imzasına gerek kalmadan tanımamızı sağlayacak ortak bir biçem sergiler: Mehmet Ergüven'in biçemi... Evet, Ergüven'in biçemi yazılannın bir çırpıda okunmasına olanak sağlayacak, hemen üetişim kurulabilecek, bölüşülebilecek denli kolay anlaşılır değillerdir. Onun, zor okunduğu için, geçmişte, Adorno için kullanmış olduğu demir leblebi" deyiminibazıokuyuculann kendisi için kullanıyor olmalan da art niyetli yaklaşılmıyorsa eğer çok da yanlış sayılmaz... Ergüven, bu konu gündeme geldiğinde "ben kolay yazmıyorum ki kolay okunma gibi bir tasam olsun" demiştir ve cklemiştir: "yazann, yazarken çekmiş olduğu sancının, harcadığı çabanın hiç olmazsa birazmı da okuyucudan bekleme Işaret fişeği, zanıan içinde, kulaklarımızdaki sesiyle birlikte, giderek, alanını genişleterek tinbir renkli bir havai fişeğe dönüşecek ve gökyüzünden gözlerimize yayılacaktır. Ses ile renk, kulak ile göz, işitme ile görme Ergüven'in sonraki yazı ve kitapîarında da başat konumlarını koruyarak "Pusudaki Ten"de beş duyunun duyumsanmasına, irdelenmesine ve sorgulanmasına doğru vola çıkacaklardır. Ergüven bu noktada, kendisiyle çelişmeme, kendisiyle dargın kalmama adına bilerek, isteyerek, acı çekerek kendisini "ifşa" edecek, göz göre göre elindeki kalemiyle pusudaki tenini kanatacaktır. Kendisiyle barıştığını söylemektedir arak... Gerçekte, kitaplaıına göz gezdirenler, aldığı eğitimi, ilgi alanlarını bilenleronunba %• şından beri \ kendisiyle banşık olduğunu zaten bilmekte, en azından sezinlemekteydiler. Mehmet Ergüven, Ankara Devlet Baş duyunun sorgulanması si hakb değil midir?" Ergüven'in Yoruma Doğru kitabına adını vermiş olan "Yoruma Doğru" başlıklı yazısının George Steiner'dan yapmış olduğu şu alıntıyla Daşlaması bir rastlantı mı sizce? "... Yalnız bir tek şey yapıtı için kalıcılık ölçütü olabilir: Yazarın anlatım gücü ve anlatım güzelliği." Bunlan yazmamın nedeni; Ergüven'in yazılannı okumaya niyetlenmiş olanın, onun dünyasına girebilmek ve biçemine alışabilmek için başlangiçta çaba harcaması ve donanımlı olması gerektiğini belirtmek içindir. Daktilonun basına geçer geçmez belleğinde kurgyıladığı bir mizansen çerçevesinde ve lirik bir kendiliğindenlik içinde yazmıyor o yazılannı. Onun yazma eylemi, başlı başına bir serüvendir ve uzun bir hazırlık dönemini gereksinir. Yazılanndaki mantıksal bütünlük, söylemek istediğini anlatabilmede yeğlediği ne bir eksik, ne bir fazla, özenle seçilmiş sözcüklerden başlayarak tümcenin kuruluşundaki sağlamlıkla beslenir. Onun yazdıklarını anlayabilmek için bir tek yazısını okumuş olmak yetmeyebiliyor. Çünkü o okuyor, dinliyor, izliyor, düş kuruyor, düşünüyor, görüyor ve sancı çekerek yazıyor. Bu yüzden, onun ilgi alanlarını, farklı dünyasını bilmek yani onu tanımak da gerekiyor. O, sıradan olanın karşısında durmayı kendine görev bilir. Doğal akışı içinde, düzgün giden seylere, sadece rahatsız olduğundan değil rahatsız olması gerektiğini düşündüğünden, gönüllü olarak mesafeli durmayı yeğler. Kurulu düzene karşı değildir gerçi... Müzmin muhalif olma gibi bir düşüncesi de yoktur. O, bilinçli bir yeğlemeyle "aykırı" olmayı seçmiştir sadece. Bu seçimine de yaşamının hemen her evresinde sadık kalmaya olabildiğince özen göstermiştir. Burada, Ergüven'in biçeminden söz ederken.yeri gelmişken, bir noktanın altını özellikle çizmemizde yarar var: Ergüven'in biçemi bir tehlikeyi de beraberinde tasır: Ergüven filtresi takılmış bir vizörden dünyaya bakma tehlikesini... Yazdıklan arasında, eleştirirkenki genel tavnnı ortaya koyarken sergilediği zekice, alttan alta dokunduran, satır aralarına sıkiştırılak dillendirilen düşüncelerinin sınırlarını zorladığı, zaman zaman aştığı, sonradan "keşke' dediği spekülatif amaçlı az sayıda eleştiri yazıları ve yorumları da yok değil elbet... Bu yüzden olsa gerek, son yıllardaki yazı ve konuşmalarında, zekâsına yakışan bir söylem gelistirmiştir: "Sanat üzerine söz söyleyecek kişi, yanlış yapma olasılığının büyüklüğü nedeniyle sözünü söylemeden önce iki defa özür dilemelidir..." Tanıyanların bilebileceği Ergüven tanımına tam da uyan bir yaklaşımdırbu: Sanat gibi öznel yoruma açık bir alanda sanat eleştirmeninin istediği her şeyi sövleme hakkını kendisinde saklı tutma kıvraklığı... Yazılarında zaman zaman zekâ gösterisine dönüşen dili kullanmadaki ustalığı konuşmasında da benzer bir yetkinlik sergiler. Şan ve sahne yöneticiliği eğitimi almış olmasının sağladığı, sesini ve vücut dilini kullanma becerisine, dili kullanmadaki ustalığını da ekleyerek, pek çoğunun kullanımını ilk kez ondan duyduğum Ergüven tornasından çıkmış yepyeni kavram, deyiş ve deyimlerle süsler konuşmasını. Amacına ulaşmak için olayı dramatize etmek yetmemişse kendisini komik durumda göstererek uzakta duranı/ötekini yakınına yaklaştırmayı dener. Ergüven'in askerük anılan bu açıdan Haşek'in "Aslan Asker Swayk"ına nabucunu ters giydirecek denli zengin zekâ gösterileriyFe bczelidir. Olaylann içinde kendisini, kurulu düzenle, yanlış giden şeylerle, hatta kendisiyle sürekli bir didişme halinde Aslan Asker Swayk görünümünde sunan Ergiıven sonuçta hep nıuzafferdir. Askerük yıllan ve anılan yıllar öncesinCUMHURİYET KİTAP SAYI 582 Söz söylemeden öncs Ymıl ve farklı arayışlar ErpıvBnln Uçsnıl SAYFA 8