Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yaz sıvrığı bırakan asktır şiir" BETUL TARIMAN T TTerşiirırmaI I öın sürükJL JLlediği iki taşın çıkardığı seslt başlar. Fotoğrafı çekilmiş en şiirsel bütünlük içinde yerini bulur. Yağmur getirir çöle, bozar yeniden yaratır. Zamana, koşullara göre değişen şiir sürekli gelişim içinde bulur kendini. Çünkü hayat öyle zengin öyle dolu ki. Şiir de ondan alır nasibini. Insan sanatsız, şiirsiz yapamaz. Şaire, şiire ilişkin her şey dilin kullanım olanaklarıyla daha da zenginleşir, hayata eklemlenir. Ahmet Uysalda şiiri aşka dönüştürenlerden, şiiri aşkla eğirenlerden. Hayatla şiir arasında güzel bir bağ kurmuş, tozunu almış dizelerin, şiir evine girmiş yatmış. Onun Küçüksu'daki yazhğına konuk olduğumuzda bunu hissetmiş, gözlerindeki şiir pınltısını görmüştüm. Şiirin ipine tutunmuş yüzüyordu. Ama temiz bir ırmakta. Önce sevgili Nahit Kayabaşı'nın kitabı geçti elime. "Ahmet Uysal la Bir Yaz Günü", sonra Ahmet Uysal'ın 1999 Yunus Nadi ödülünü kazanmış kitabı" Acının Gümüşü" uzun bir şiir serüveni. Arada kesintiye uğramış. Kendi deyimiyle, kendiliğinden yazdan şiirin onu bir yere götürmeyeceğini anlamış bu yüzden uzun aralar girmiş şiirine. Yoksa 195556'da daJdtaplı bir şair olabilirmiş. Nahit Kayabaşı ile yaptığı söyleşisinin bir yerinde: "DU nehrinde ilerîeyen bir yaprak gibi duyuyorum kendimi. Gördukleri yazıyorum. Yeni yorumlar getirmeye, yeni imgelerden yola çıkarak yeni tanımlar bulmaya çalışıyorum. "Gece tanımlan" getiriyorumörneğin" demiş. Şiir de dil nehrinde ilerlemekse biraz ötedeki de gördüklerini, duyumsadıldannı yazmak değil midir? Hayatın içinden çıkan şiirlerin daha sahici, insanın içini ısıtuğı eerçeğinden yola çıkarak bu sonuca varaDİliriz en azından. Ya da bir şiir bizi başka bir adrese götürebilir. Yeni yorumlar, yeni tanımlar bulabiliriz onda. Ahmet Uysal'da yeni tanımlar bulmuş ve yaşamı şiirle sonsuzlamış. Demiş ki: "işte sen de anladın sonunda bunu yaşam ki şiirle sonsuzdur" (sonsuz, s. 55) yada "mevsimler geçedursun ti : rüzgara bürünmeli şair luğum sabahı iple çekerdi. Bingöl'se derin bir ev olmuştu bana. Hayatı yeniden fark ettiğim geniş bir ev. Kucaklaştığım sokaklan içimi yeşertir, Yado çeşmesine oradan Karh Ova ya çıkılırdı. Sonra hayat geldi dayandı kapıma. Sonra şehir, siir ve...dedim de aklıma Bursa şehri geldi. Kendini üreten yeniden üreten Bursa şehri. Bursa Uysal'ın şehri. Onunla özdeşleşmiş, dergi mutfağına burada girmiş. Yaşadığı biraşk...Eşi Mecbure ile birlikteliğL.Mektuba, zarfa sığmayan bir serüven. Ama isterseniz biz yine de Bursa'ya dönelim. Uysal'ın köklerini bıraktığı şehre, Bursa'ya, Mahfel'e... "güz görümlüğü yağmuruyla gelirdi kapıma bursa rüzgârt bir gülün kışkırttığt arka bahçelerden" (eskil izler, s. 12) "kükürtle ovarlardı orada büyük hazlartn günahtnı son arzum: bana günahkâr bir leylak gönderin bursa dan iki dal erguvan arasında" (leylak, s. 14) İki dal erguvan, leylak ve hazlar... Çocukluğumuz ve aşklarımızla sınadığımız şehirlerdir bizi acıtan. Şehrin o karmaşık dokusu içinde kaybolup giden insan acır ve üşür. Ama ya aşklar... Kavuşma umudu, gülsüz bir kuyuya düşüp çıkma isteği. Tam bir kaos. Derin kocaman. Ama düştükçe insanın düşesi, dokundukça dokunası gelen. Derine düştümde dolup dolup taştım ben de. Uysal'da güzün güzel kadınlar mevsimi olduğunu öğrendim ürperdim. O Cemal Süreya gibi erotizmin smırlannı zorlamadan yazmış şürini. Onda kadın ve cinsellik "senden kalmıştı ağzımdaki tadı/ son vişneler de çürüdü" dizeleriyle hayat bulmuş ya da "bir kadın tenidir gece/ ay ışığında soyunan" dizeleriyle. Kısacası Uysal şiirin önünde eğilmiş, elini sıkmış, terliğini giydirmiş. Hapsetmiş kendini söz dağına. Okuyun göreceksiniz. • Uzak Yazluda/Ahmet Uysal7Düşlem Yayınlart /71 s. Ahmet Uysal "orda yağmur sokağında savrulmuş günlerin kaldı bir şiire başlamanın kederi ve yalnızlığı ince bir su gibi aktı orda yağmur sokağında" (orta yağmur sokağında, s. 70) "ne kalır bana şiirin tarıhinden kırgtn bir eylü'l sonu ve hüzün kalır" (ne kalır) masında az da olsa bir katkı yapmak. Bu tür roller, her aydının, her eli kalem tutanın temel görevi olmalı. "Toprak Kovgunlan ile varsıllaşacağınız..." gibi, okura ilk bakışta çok iddialı gelebilecek bir savım oldu. Savımın arkasında duruyorum; çünkü sözünü ettiğim yapıt okuyucusuna ulastığında "haklılığım" teslim edilecektir bana. Imge, simge, metafor (eğretileme) vüklü olan "Toprak Kovgunlan" adı bile, görkemli "insan(lar) serüvenin muştucusu. Bu roman bana hiç de ilgisi olmadığı halde, (ash/ıda çok ilgisi olduğu için...) Gazap Uzümferi romanını anımsattı. Toprak Kovgunlan 'nın, adı anılan romanla bakış açısı değişik, kurgusu değişik, uzamı değişik, zamanı değişik; ancak bu iki romandan biri ötekini, salt insana özgü yanıyla çağnştıncı. Toprak Kovgunlan da bize öteki gibi yitik insanları anlatır. Hinlikleri, kinleri, nayalleri, beklentileri, hınzırlıklan, umarsızlıklan, ikiyüzlülükleri, sevgileri ve aşklanyla yaşamın içindeki (ama yaşamın dışına düşmüş, belkı de yasamın tam ortasında yer alan) yitik insanlan... Burada yazardan söz etmek kaçınılmaz; ülkemizin en üretken yazarlarından biri olan Kemal Ateş bana Bir Şarkıyı Dinlerken (öyküler) adlı yapıtında da "göz"ü (ya da kamerayı...) anımsatmıştı. Ateş bu yapıtında da kusursuz bir gözlemci. Yaşamın aynntılanna dönük; yaşamı bir kayıt cihazı gibi almaya, kenainde tutmaya, ona sahip olmaya, sonra da onu okuru ile yeniden diriltmeye ve paylaşmaya adanmış bir göz. "Okuru ile yeniden diriltmeye..." diyorum, çünkü "okur" serüvenin her aşamasında yaratıcı konumda. Yazar, bir fotoğraf makinesi (film kamerası) gibi bakıyor olayın geçtiği yere. "Işte burada... îşte böyle..." dıyor sizi kötülüklerle, iyiliklerle yüzleştirirken. Bu açıdan da ilginç bir yapıt Toprak Kovgunlan. Duyumsama düzeyinde derin yapı, seriiveni izleme düzeyinde yüzey yapı karşıtlığı ve iç içeliği var bu romanda. iki okumaya da açık tutulmuş: Görünen her şey göriindüğü (gösterildiği) kadar acımasızcasına katı, çıplak, yaşanan; aynı zamanda derin yapıda değişik anlamlar arayanlar için örtülü. Okur, romanın parçalarını, başka uzamlar için yeniden kurgulayabilir, yeniden yazabilir, yeni anlamlar üretebuir. Şaşırtıcı bir açıkuçluluk varsıllığına sahip bir roman Toprak Kovgunlan. Kimi durumlarda yapıtı yaratanından bağımsız düşünebiliriz de, yapıtın dili ondan bağımsız düşünülemez. Ateş tümceleri yontucu titizliğiyle düzeltiyor; onları diyaloglarda, romanın kahramanları Mahmut, Safire, Hayriye, Emin, Ayten, Hamiyet, Ilhan, Gülseren, Meryem, Bakkal Remzi ve ötekiler durduklan konumdan tümceleri nasıl söylerlerse (ya da söyleyeceklerse) tıpkı öyle söylüyor yazar. Kahramanlanyla aralarında bir alışveriş var. Bir içten söyleyiş geziniyor bu romanın satırlannda (bu "şiirsel bir roman" ise, "bu romanın dizelerinde" demeliyiz...). Türkçeyi, onu kirleten sözcüklerten antıyor Ateş. lçi boşaltılmış sözcükleri yeniden ele alıyor; tümce bağlamında onlan yontuyor, yıkıyor, kuruyor ve içlerini dolduruyor. Önlan gerçek sahibine, okura, halka sunarken başı dik bir usta tavnyla dunıyor karşınızda. Romanın aştğtntn durumunu, "Buradan geçmek dayanılmaz, stkıntılı bir mutluluktu (Mahmut için...)" tümcesiyle özetleyiveriyor. Okuru, "dayamlmaz" ve "sıktnttlt" gibi sözcüklerle yola çıkartıp, tümcesini "mutluluktu..." sözcüğüyle bitirerek şaşırtıyor. Diyalektiğin (eytişimin) tüm olanaklanndan yararlanıyor bunu yaparken. Romanın adına doğrudan göndermesi olan, "îşte, daha şimdıden ayaklan basacak yer bulamıyorşu kocayeryüzünde. ." tümcesinin böylesine varsıl anlatımı başka nasıl sağlanabilirdi? "zeytın dikeceksın mesela/ hem de öyle CUMHURİYET KİTAP SAYI Yalnızlık, hüzün şairin başkenti gibi duradursun acı da şiirin kapısını açan bir anahtardır ya biz de gezinir dururuz o eski bahçede. Çünkü "yaşama müdahale etmeyen şiire, yaşam müdahale eder". Şair dışındaki dunyayı görebilmeli, şiirini başka hayadarla ilişkDendirebilmelidir. Ahmet Uysal'da bunu duyumsamıs. "Yüzyılın açtığı yaralan sarmak için, yalnızca kendi yaram için değil, yarası olan bütün insanlar için yazıyorum demiş ve eklemiş: "gitmeliyim buşehirden şiirin ısstz kalbine dil kısıldı söz kısıtlandt gitmeliyim bu şehirden" (kıskı) "derindi yüzyılın sıyrtğı şiirle sardım, tuz bastım dinmedi kanımın alevi" (serencam ) "çöl unuttu kendi kumunu yüzyılın aası kaldı bana" (çapraz) Yüzyılın acısı bir yana şehirlerde önemli yer tutar insan yaşamında. Çocukluğumuzun geçtiği, sokaklannda saklambaç oynadığımız şehirler aklımızdan çıkmaz hiç. Nasıl çıksın ki. Aile çay bahçelerinde sevincin şarkısı söylenmiştir kimi kez. Ya da yaznk sinemalarından birinde unuttuğumuz hırkanın bir anısı vardır. Benim de böyle bir şehrim, konuk olduğum şehrim, şehirlerim oldu. O zamanlar evden eve geçilir, balkonlardan keder yerine gül kokusu sarkardı. Edremit'te beyaz sıvalı bir evde oturmuştuk. Kutu gibi küçüciik bir evde. Komşu evlerin kapısı geceye kapanmaz, sırmalı terlik hayalleriyle büyüyen çocuk Toprak Kovgunlan CENGİZ TEMUÇİN ASİLTÜRK p KovI gunlan yeni L ydla birülcte "yeni okuyuculanyla da" buluştu. "Yeni okuyuculartyla da" diyorum, çünkü Toprak Kovgunlan May Yayınevi tarafından açılan bir yarışma sonucunda 1982 yüında basılmıstı. Ilk baskı nasıl bir tepkı aldı? Bunu bilmiyorum. Ikinci baskının hedefi vuracağına inanıyorum. Okuyucu kendisini bu yapıttan mahrum bırakma ya da kendisini DU çok özel yapıtla varsıllaştırma konusunda özgür. Acaba gerçekten de özgür mü? Okuyucunun Toprak Kovgunlan ile buluşması için, önce onun varlığından haberdar olması gerekmiyor mu? Bu rolü üstlenerek bir görev yerine getirmekte olduğumun ayırdındayım. Bu görev ilgisizliğin o acımasız boşluğunda yitip giden değerlerden hiç değilse birinin yitip gitmeden kendisinden ödünç alınana, yani gerçek sahibine, yani okuyucuya ulaş güz tartımıyla yazmalt şiiri" (güz tartımı, s. 41) Şaire en yakışan hüzündür belki de. Hüzün izleğinden yola çıkarak yazar şiirini. Yalnızdır çıkmak istemez anahtan saklı bir evden. Fakat bir gün kapı açılır şair dışarı çıkar acının gümüşünü güle bezeyerek. "alıp gittiniz elımden, yalnızlığa benzeyen o yağmur kokusunu" (yağma, s. 15) SAYFA 16 J 528