05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

demiş, bunun üzerine uçağa atlamışlar, haydi Izmir'e / Alaturka müziği, ama en iyilcrini severdi. En beğendi^i besteci Selahattin Pınar'dı. "Ben de Edip Cansever'in alaturka ve alafranga müziğe gösterdiği ilgiyi, sevdiği ve düinden düşürmediği şarkılar, bazı gunlüklerimdc açıklarnış ve örnekler de vermistim. Edip Cansever'in yaşamına nir içerden bir dışardan bakan ve bakarken gördüklerini, eksiksiz bir portresini çizmek için kullanan Mehmet H. Doğan, bu çabasına anılannı, izlenimlerini, ilişiklerinde biriktirdiklerini ekler. Şiirc olan tutkusunu ortaya koyarken herkesin kafasında barındırdığı şair ve insan Cansevcr'i ayrıntılı bir biçimde canlandırır. "Şiir bir tutkudur Edip'te. Şiirsiz bir masa, şiirsiz bir içki, şiirsiz bir yolculuk, şiirsiz bir söyleşi dıişünülemez Edip'le. Söz nereden açılırsa açılsın, bir ucundan yakalar şiire getirir, kendi şiirine getirir o. Masa ya da meyhane kalaoalıkmış, engel değildir onun için. Kendini meyhaneden, masadakilerden soyutlamasını, etrafrna bir duvar çekmesini bilir, hem kendinin, hem de konuştuğu kimscnin. Son kez, kalabalık, gürültülü bir lzmir meyhanesinde,kalabalık bir masada, üstelik birbirimize yakın bile oturmuyorken, yazacağı Hamlet adlı uzun şiiri üzerinde konuştuk." Mehmet H. Doğan'ın dedikleri yüzde yüz doğrudur. Benden başka Edip Canscver'le t>ir masada oturan kimbilir daha kaç tanık, bu 'doğru'yu onaylayacaktır. 1953'dcn 1972'ye kadar haıtada üç dört kez yaşadım bu dımımu. Sürekli bir biçimde şiirden, ama kendi şiirinden söz etmesi, öyküye, romana, öteki sanatlara yokmuş gibi davranması, canımı sıkıyordu. Oykücü de olsan, romancı da olsan Edip Cansever'in şiir hakkındaki söylevlerini; kendi şiirinin bir değil, beş değil, on dcğil, sayısız tanımını dinlemek zorundaydın. Yani o masada eşit koşullarla otııran bir sanatçı değil de kendini merkeze oturtan Edip Cansever'e saygılı, o ne derse desin scsini çıkarmayan, boyun eğen bir 'dinleyici'ydin. Senin konuşma hakkın yoktu. Konuşursan, düşiinceni söylersen kıracaktın ya da kırtlacaktın ve zehir zemberek bir gece geçirecektin. Bir de Edip Cansever'in bir 'büyüklük' kompleksi vardı. O büyük değil en büyiiktü. Cemal Süreya, Turgut Uyar, Metin Eloğlu da fena değillerdi, ama onun eline su dökemezlerui. Ya kalkıp gideceksin oradan ya da "Sen en büyüksün, senden büyük yok" sözlerini o korkunç manevi baskıya katlanarak saatlerce tekrarlayıp duracaktın. En yakınlarını bile birbirine düşiirme, kapıştırma diye bir huyu vardı Orhan Kemal'de de vardı aynı huyHiç yeri değilken ortaya bir şey atar, tıkır tıkır işleyen ilişkileri bulandırırdı. (İlişkiler Arasında Bir Gezinti kitabımdaki 6.5.1970 tarihli günlük, benimle Turgut Uyar'ı düşmanlaştırma girişimiyle ilgilidir.) 'Her güzelin bir kusuru vardır' saptamasının içerdiği gerçek, Edip Cansever'in mizacını oluşturan malzemenin arasındaydı. Bir gün öğle üzeri Bebek'te, Nazmi'nin meyhanesindedir Mehmet H. Doğan bir dost topluluğuyk. Edip Cansever, Behçet Necatigil, Rauf Mutluay, Fethi Naci, Turgay Gönenç vardır o toplulukta. "Bahardan çok ilkyaza yaraşır bir sıcak vardı, bu yüzden bahçede, Boğaz'a karşı oturmuştuk. "Menmet H. Doğan ilk kez Behçet Necatigil'lebirliktedir. MuzafferTayyip Uslu'nun ezbcrc bildiği 'Gramer Dersi' şiirini okuyunca Behçet Necatigil'le aralannda "giınün sonuna kadar sürecek bir yakınlık" kurulur, ama bu yakınlık, Edip Cansever'i kızdırır. "Çok gözledim bunu Edip'te: Masada şiir konuşuluyorsa onun merkezinde olmahydı o. Olamıyorsa, konuşmayı başka alana çevirmeye çalışır, çeviremiyorsa ya kendini maC U M H U R İ Y E T K İ T A P Mehmet H Dofian. şimdl uzakiardasın'da, edeblyatcılardan. edebtyat çevreslnde karşıiaştıklanndan, gördüklerlnden, çok yalın bir dllie. oianı oiduflu glbl aktarma llkeslne baglı kalarak anlatıyor. Edip Cansever'ln mizacı sadan yalıtır ya da öteki şaire karşı açıktan saldırıya geçerdi. O gün de öyle oldu; biraz da Behçet Hoca'nın çelebiliğine, şaka kaldırıcılığına güvcnerek Necatigil şiirinin kolay taklit edilir kolay yazılır anlamına da geliyordu bu olduğunu, istcse anında böyle şiirler yazabileceğini söyledi, bir iki dizelik örnekler de verdi. Behçet Hoca'nın, çıkabilecek bir tatsızlığı, karşı da sayılabilecek bir şakayla önlediğini anımsıyorum, ama hava birden soğumuştu, kırılan, kopan bir şey vardı yakınlıklar arasında. "Mehmet H. Doğan Behçet Necatigil'e duyduğu sevgiyi, onunla, bir daha görüşcmemenin üzüntüsünü sergiler. Kimseyi kırmayan, kırmamaya özen gösteren inceliklerden yoğurulmuş bir şair, gene inceliklerle, derinliklerle yoğurulan ama kendine tapan başka bir şair tarafından yaralanmıştır ve o yarası sağalmadan ölmüştür. Aslında bizim edebiyatımızda bu 'kırmalar, yaralamalar' pek çoktur. Kırılan da kırmıştır birilerini ve herkes herkese biraz dargın, biraz küs gibidir. Mehmet H. Doğan, 'ŞimdiUzaklardasın da Turgut Uyar'ı, Cemal Süreya'yı, Metin Eloğiu'nu, Metin Altıok'u, Aziz Nesin'i, Ruhi Su'yu, Onat Kutlar'ı, Atillâ Tokatlı'yı, Bilge Karasu'yu, Halikarnas Balıkçısı, Suat Taşer'i, Nahit Ulvi Akgün'ü ve daha başkalarını anlatır. "Turgut'la tanıştığımızda çok yeni emekliydim, henüz bir ay olmuştu emekli olalı. Uzamaya başlayan saçlarıma, bıyığıma yeni yeni alışmaktaydım. Oysa o emekli olup lstanbul'a yerleşeli epey olmuştu. Tomris'le yeni cvliydiler. Divan yeni çıkmıştı. Bir arkadaş evindeydik. Bir masada. Şarkılar söylüyorduk, hep şarkı söylerdik sanki o yıllar. Hüzünlü, ağir şarkıları severdi o. Favori şarkısı sanırım 'Sen beni bir buseye ettin feda' idi. "Bir Bodrum dönüşünde Izmir'e uğrarlar. Mehmet H. Doğan da, Turgay Gönenç'le Turgut Uyar'ı koltuk meyhanelerinin en küçüğüne, Enişte'ye götürürler." Üç kişinin zor sığdığı dörtrjeş masa ile fındık köftelerin pişirildiği ocakla yüz y üze bir tezgâhtan oluşan, bir de ayağa kalkınca başın nerdeysc tavana değdiği, merdivenle çıkılan dumanaltı bir asma katı olan bir meyhane. Turgay'la ben, Turgut'u o gece İzmir'de kalmaları için kandırmaya çalışıyoruz. Ama o biraz yorgunluktan, biraz içkiden başı öne eğik, boyuna kedilerinden söz ediyor, îstanbul'daki kedilerinden. Ben Tur496 ...Ve başkatan gut'un ne denli kedi düşkünü olduğunu nenüz bilmediğim için anlayamıyorum bunu, bir tür şaka sanıp gülerek dinliyorum, ama o durup durup 'Açlıktan ölmüşlerdir zavallılar', diyor. 'Gidip doyurmam gerekir onları. Kedilerimi çok özledim, nem bu akşam îstanbul'a gitmeliyiz', diyor. Ve sahiden de o akşam dönüyorlar lstanbul'a gece otobüsüyle. / Turgut gezmekten, dolaşmaktan çok oturmayı, kalabalıktan çok az insanı, konuşmaktan çok susmayı, dinlemeyi, ondan da çok kendi kendine düşünmeyi severdi. / Turgut son yıllarında, özellikle de 1980'den sonra daha içine kapandı. Ortahkta az göründü, az yazdı, az yayımladı." CcmalSüreya, Mülkiye'de öğrenciyken içinde şiir yazma yeteneğiyle birlikte patlak veren 'yalnızlığa sürüklenme' olgusunun iistüne yürümüş, ölünceye kadar 'dışa dönük' bir yaşamın en yukansında bulunmuştur. Hep birileri vardır çevresinde. Başkalarından, başkalarının yaptıklanndan, şiirlerinden, öykülerinden söz eder, ama kendi şiirini masadan uzak tutmaya çalışırdı. Mehmet H. Doğan onun için yazdığı bölümde "Konuşurken fanteziler yapmayı severdi, en çok da benzetmelerden boşlanırdı. / îzmir'e her gelişinde, ilk gün ya da çoğunlukla son gün mutlaka bir iki saatliğine ortadan kaybolurdu. Mavi Sakallığma kendi inandığı gibi bizi de inandırmış olan Cemal'in bu yitişlerde mutlaka bir kadınla birlikte olduğunu düşünürdük. Bazen kendisi de bir hanımla buluşması olduğunu söylerdi. Bu buluşmalardan her dönüştc dalgın, suskun, üzüntülü olurdu. Sonunda, her gelişinde buluştuğu bu kişinin, ilk kansından olan kızı olduğunu öğrendim kendisinden. / îlk kez yakınarak dcğil ama üzüntüyle söz etti Memo Emrah'tan (oğlu) 'okuyamadı. Dincilere karıştı. tlişkilerinden endişe duyuyorum. Görsen, kocaman oldu. Beni tutsa suyumu çıkarır' derken gurur mu duyduğunu, yoksa üzüldüğünü mü anlayamadım. Hicbir iş yapmıyormuş, birlikte oturuyorlarmış, kendisi bakıyoımuş ona. Memo'nun tüfeklcre, silahlara düşkünlüğünü anlatırken bayağı şaşkındı. 'Bana tabanca al' diye diretiyormuş. 'Tabancayı ne yapacaksın' dedim, 'seni vuracağım' cevabını verdi. / En son vc en uzun görüşmemiz 1989'da İzmir'de oldu. Bir sinema salonunda, beş yüz kişilik bir kalabalık önünde Can Yücel'in de katılımıyia günümüz şiiri üzerine bir söyleşi yaptık. Can Yücel'in 'ozon tabakasının değil f ozan tabakasının delindiğini'; Cemal'inse 'Garip Şiirinin Türk Şiirine kasket iydirmiş olduğunu' söylediği gün bu. bplantı sonrası bir lokalde başladığımız içki gece yarısını geçe şair Tuğrul Keskin'in evinde sonlandı." Bu şairleri, yazarları Mehmet H. Doğan gibi edebiyatımızın önde gelen eleştirmenlerinden, denemecilerinden bir değerin yaşama ve sanata kattıklarını kılık kırk yararak yeniden gündeme getirmesi, ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü Mehmet H. Doğan dostluk, arkadaşlık kurduğu kişîler hakkında bilgi sahibidir ya da onların yazdıklarını şıı ya da bu biçimde eleştirmiştir, nerede olduklarını, nerede olmalan gerektiğini belirtmiştir daha önce. Mehmet H. Doğan, 'Şimdı Uzaklardasın'da, edebiyatcılardan, edebiyat çevresinde karşılaştıklarından, gördüklerin den, benliğinin dört bir yanına sinen anlamlardan çok yalın bir dille, olanı olduğu gibi kimi durumlarda elbet kendi üslubunu taşıyan yorumlar yaparak aktarma ilkesine bağlı kalarak anlatır. Yalnız metinlerin hepsinin özlerinden, varlıklan çok belirgin acılar geçer rüzgâr gibi.. Çünkü yaşamanın bir parçası olan eşi Ülker'i amansız bir hastalık sonunda yitirmiştir. Çığın insanın üstüne yıkılması gibi, dağın devrilmesi gibi bir şey olan bu korkunç olay Mehmet H. Doğan'ın usta işi pırıl pırıl anlatımını karartır. Ama, tablolannı boyadığı yaratıcıların hepsi sorunludur aslında, nepsi tedirgindir, hepsi içlerindeki cehcnnemlerle boğuşmaktadırlar. Bu gölgeli yaşamlar da, ancak sıkıntıdan, bunalımdan beslenen bir dille anlatılır. Ve 'Şimdi Uzaklardasın'daki sanatçıların, şairlcrin çoğu öldü. Yaşadılar, yaşamlarımıza girdüer, bir süre orada kaldılar ve öldüler. Mehmet H. Doğan, 'Şimdi Uzaklarda sın'ı, 'ölüm' üzerine yazdığı o nçfis yazıyla bitirir. Bu, bir bakıma eşi Ülker'e yaktığı bir ağıt gibidir genel olarak ölümden söz etsc, birtakım örnekler verse de. "Yokluğunu bırakıp gittin bana, sensizliği. Şimdi en ağırından şarkılar gibi kafamın içindesin. Giderek bütün şarkılar bir oluyor: Şimdi Uzaklardasın. Ya da Ozan'ın son dizelerini mırıldanıyortım. Suçlayamam bırakıp gittiğin için beniŞükür ki girdin yaşamıma." • Şimdi Uzaklardasın / Anı / Mehmet H. Dogan / Adam Yaytnlan / 203 .t. SAYFA 17 Gölgell yaşanriar SAYI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear