Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SÜHA SERTABİBOGLU R oman, başka yaşamları bize düşünscl tarzda yaşatan, düzyazı biçiminde bir edebiyat ürünüdür... öyle mi? Bencc daha da fazlası: Insan, kabuklu bir hayvandır; bedensel değil, sosyal bir kabukla kaplıdır üzcri. Kimisinde kalın, kimisinde incedir; yüzyıllardır katmanlaşıp sertleşmiştir insanı dış dünyadan, başka insanlardan ayıran, "koruyan" bu kabuk. Insan kabuksuz doğar. Çocuklukta incc bir kabuk bağlar ve yaşlandıkça kalınlaşır bu kabuk; tıpkı, ağaçlar gibi. Öyle ki, dışardan bakıldığında görünen yalnızca kabuktur. Ağacın dış görünümü kabuğun görünümünden ibarettir. Dışardan bakan için nerdeyse, ağaç demck kabuk demektir. Oysa kabuğun altında ağacın özsuyu, benliği yaşar; coşkuları, hırsları, özlemleri, sapkınlıkları, deliliği, melankolisi, tutkuları kaynaşır durur. Kabuksa zırh gibi örter, gizler bunları. Sertliği ve sağlamlığı korteks denen beyin kabuğu tarafından korunan bu kabuk bazen sarhoşlukta biraz aralanır. Delilcr ise kabuğunu yırtmış ağaçlardır. Yırtılan kabuğun altından, görmeye alışık olmadığı, görülmemesi gereken şeyleri gören diğerleri dehşete kapılır. Çünkü gördükleri şey, açığa çıkmasından ölürcesine korktukları, kabuklarıyla gizlemeye çahştıkları kendi içleridir. Insanoğlunun en çok korktuğu şey budur, lcabuksuz kalmak insanoğlunu her türlü hastalıktan, hatta ölümden bile daha çok korkutur. însanoğlu kabuksuz yapamaz. Yaşam, biri kabuğun içinde, biri de dışında olmak üzere iki farklı boyutla sürer gidcr. Olümsüzlük Ransodisi Tom Robbinş "Parfümün Dansı"nda "Ölüm" ile geleneği, daha doğrusu, geleneğe boyun eğmeyi özdeşleştiriyor. "Olümsüzlük" ise geleneğe karşı koymayı, dünyanın gidişine karşı durmayı simgeliyor. Öyle ya, dünyadan sayısız insan sessizce geçip gitti; ama biz ancak dünyanın gidişini öyle ya da böyle deeiştirenleri ninlerce yıl sonra bile anıyoruz. ayrılmazlar. Ölümsüzlüğü öğrenmek için birlikte Hindistan'a, keşişlerin yaşadığı mağaralara dönerler. Dzun süre orada kaldıktan sonra artık ölümsüzleşmişlerdir ve yaşlanmaları durur. Oradan Batıya, Bızans'ın Kostantinopolis'ine gelirler ve Kudra'nın en büyük tutkusu olan parfüm yapma işiyle uğraşırlar.Hıristiyan dünyası parfümü bilmemekte, ilk kez karşılaşmaktadır. Ama elli yıl geçtiği halde hiç yaşlanmamaları büyücü sanılmalarına yol açar ve oradan da kaçmak zorunda kalırlar. Yunanistan'dan geçerken tekrar Pan'a rastlarlar. Pan, Hıristiyanlığın gittikçe yayılıp da kendisine inananların çok azalması yüzünden zayıflayıp hayalet gibi görünemez olmuş, geriye yalnızca kötü kokusu kalmıştır. Âlobar'la Kudra, Pan'ı da yanlarına alarak Batıya doğru giderler, birçok yere yerleşip, her bir yerde yüz yıl yaşayıp sonra göçerler; bu arada, Hıristiyanlaşmış Bonemya'da da kalırlar. Ama her yerde olduğu gibi, dinsel fanatiklerin kaynattığı cadı kazanları orda da onları rahat bırakmaz, sonunda göçüp Paris'e gelirler. Paris, tuvaletsiz, lağımsız, yıkanmayan insanlarıyla leş gibi kokan bir kenttir. Âlobar'la Kudra Doğunun gizemli parfümlerini ve tütsülerini Paris'le tanıştırır ve Paris'in ilk parfümeri imalathanesini açarlar. Kudra, Pan'ın kent yaşamına uyum sağlaması için, onun teke kokusunu gizleyecek bir ıarfüm yapar. çindc birçok doğal esansın bulunduğu bu parfümün bağlayıcı anahtarı ise pancar polenidir. Aradan altıyüz yıl geçmiş, Âlobar'la Kudra tanıştıkları zamanki gibi genç kalmıştır. Birbirlerine aşıktırlar ve her gün doyasıya sevişirler hâlâ. Bu durum Katolik yobazları 'şeytanlara" karşı harekete geçirir ve bizim ölümsüzler yeni keşfedilen, umut diyarı Yeni Düya'ya kaçarak kurtulurlar ve günümüzde orada bin yaşına ulaşırlar. Romanın günümüzdeki izleği ise, eşzamanlı olarak, Seattle'da, New Orleans'ta ve Paris'te geçer. Seattle'da oturan, parfüm yapımına merak sarmış fıstık garson kız Priscilla'nın, New Orleans'ta parfüm imalathanesi işleten Madam Devalier'in ve Paris'te parfüm endüstrisinin büyük şirketlerinden Le Fever'in kapısına, bilinmeyen birileri tarafından pancar bırakılmaktadır sürekli olarak. Tüm bu kişiler, kafayı olümsüzlük araştırmalarına takmış, bu amaçla bir de vakıf kurmuş Dannyboy adlı bir doktor tarafından yemeğe çağrılır. Aşkta umduğunu bulamamış Priscilla, Dannyboy'a vurulur ve aralarında şehvetyoğun bir ilişki sürer. Konu ayrıntılarına daha fazla girersek kitabı okuyacak kişileri saracak merak duygusunu yok edip, bunun sağlayacağı sürükleyiciliğe zarar verebiliriz. Bu nedenle, izlek aktarımını burada kesmek gerekiyor. Yazar Robbins bu romanda "Ölüm" ile geleneği, daha doğrusu, eeleneğe boyun eğmeyi özdeşleştirir. "Olümsüzlük" ise geleneğe karşı koymayı, dün' yanın gicüşine karşı durmayı simgeler. Öyle ya, dünyadan sayısız insan sessizce geçip gitti; ama biz ancak dünyanın gidişini öyle ya da böyle değiştirenleri binlerce yıl s'onra bile anıyoruz. Tom Robbins'in "Parfümün Dansı" ya da... f Olajjanüstü etkileylcl bir roman Roman, içinde yaşam eritilmiş bir çözeltidir. Bu çözelti öylesine derişik, öylesine güçlü olabilir ki, kabuğumuzun altına yürüyüp ordaki özsuvumuzun, benliğimizin Kİmyasnı birden bire değiştirebilir. îşte böyle bir romandan sözetmek istiyorum; alışılmadık ölçüde güçlü, olağanüstü etkilcyici, Tom Robbıns'in "Parfümün Dansı" adlı romanından. Söze nerden başlamalı?.. Böyle bir kitabı anlatmak çok güç... En iyisi, ilk önce konusunu kısaca özetleyip biraz ısınalım: Romanda sonuna doğru birleşen, biri eski zamanda, biri günümüzde gelişen iki ayrı zamansal ooyut var. Bunlardan eskisi, henüz Hıristiyanlaşmamış Ortaçağ Bohemya'sında yaşayan Derebeyi Alabor'ın serüvenidir. Kralı olduğu ilkel kabilede, yaşlanan kralın öldürülmesi gibi bir gelenek vardır. Saçına ak düşen Alobar oradan kaçarak ölümden kurtulur. Önce Batıya, Roma egemenliğindeki Hıristiyan topraklara gider. Ama orda da, ölmesini gerektiren başka bir gelenek yakalar onu ve bu kez doğuya kaçar. Yunanistan'dan geçerken larların, ormanların serkeş tanrısı, keçi ayaklı Pan'la karşılaşır. Teke gibi kötü kokan, cinsellik düşkünü vahşi Pan'la iyi dost olurlar ama daha sonra Alobar tekrar yola koyulup daha Doğuya, Hindistan'a gider. ürada I lintli keşislerle bir süre yaşar ve onlann ölümü ycnebildiklcrini öğrenir. Daha sonra Tibet'e gider, orada Lama rahipleriyle birlikte yaşar ve çalışırken koku bilgesi, KamaSutra ustası, başdöndürücü Hint güzeli Kudra'ya rastlar. Kudra I lindistan'da yaşarken babası yaşındaki kocası ölmüştür vc Hindistan'da, kocası ölen kadınların onunla birlikte yakılması geleneği vardır. Kudra Tibet'e kaçarak ölümden kurtulur. Geleneğin getirdiği ölümden kaçmak gibi bir ortak çaba içindeki iki insan birbirlerine delice tutulur ve bir daha hiç SAYFA 10 ölümsüz Insan tipi Önce kabilesinin kralıyken sonradan kendinin kralı olan Alobar özgür, yani hiçbir düşünceye karşı koşullanmamış, özgür düşünceli insanın örneğidir. Yazar, özgür ve gerçek, dolayısıyla ölümsüz insan tipini çizcrken bilinçli bir tercih kullanmış: Alobar tipik bir Batılı değil, Hıristiyan olmayan, Batıya da Doğuya da yönelebilen biridir; ideal çift ise Batıfı bir erkekle Doğulu bir kadının birlikteliğiylc oluşan, gerçek mutlulukla dolu, tüm dünyayı kapsayabilen bir uzlaşmadır. Pan ise lirik bir betimlemedir. Burada Pan, insanların Aristo, tsa ve Descartes'a inanmaları sonucu dışladıkları, uzaklaştıkları doğayı simgeler. Pan, toprağın, doğanın kendisidir; kırların vahşi kokusudur; insanların "uygarlık" denen şeye bulaştıkça itici, ürkütücü ve iğrenç buldukları, vahşi doğaya özgü hayvansı güdü ve erotizmdir, içimizdeki hayvandır. "Havuzun tam karşısında, pek de derin olmayan bir mağaranın ağzında Pan duruyordu. Bir elinde şarap tulumu, bir elinde de ereksiyon halindeki penisi vardı." İnsanların Pan'a sırt çevirmeleri onun, gücünü ve görüntüsünü yitirmesiyle somutlaştınlır. "Tanrılar, insanlar onlara inandığı sürece yaşar" der Pan. "Hatta bir bakıma tanrılar nasıl insanları yaratır ve yok ederse insanlar da tanrıları yaratır ve yok eder" diye tamamlar Pan'ın Nymphalarından biri. Burada, diyalcktik materyalizmle mistik fantczinin, Âlobar'la Kudra'nın birlikteliğini anımsatan ilginç bir sentezini görmekteyiz. Nyrnpha der ki: "Şimdi artık Pan'a ihtiyaç kalmadığına inanan pek çok insan var. Yeni tanrılar yarattılar. Bu Isa ile babası çıktı ortaya. İnsanlar bu yeni yarattıklarının yeterli olacağını sanıyorlar. Ama inanın bana, tsa'yla babası ne kadar önemli olursa olsun asla Pan'ın yerini tutamayacaktır. tnsanlığın Pan'a olan ihtiyacı hâlâ büyüktür vc bunu görmezlikten gelmek kendiniz için tehlikeli olacaktır..." "Bu, nice insanın yolunu şaşırmasına, kendini Pan'dan güçlü sanmasına yol açacaktır. O zaman kendilerini topraktan da güçlü sanacaklar ve toprağın ırzına geçmeye, onu mahvetmeye başlayacaklar' ... "Pan geçmişte de ciddi durumlarla karşılaşmamış değildi. Apollo'nun kendini beğenmiş tayfasının nefreti, kentlerin ofuşması, düşünürlerin düşmanlığı... Aristo'dan Descartes'a kadar... Insanoğlunun mantıklı, doğanın kusurlu olduğu yolundaki fikirleri ve hepsinden yıkıcısı da, Hıristiyan kilisenin ona saldırması, onu şeytanla özdeşleştirmesi sonunda Pan ı zayıflatmış, görünmez hale getirmişti. Ama ıssız ve sapa diyarlarda nasılsa saklı kalmış olan, mantıksız bir sevgi hayatta tutuyordu Pan'ı. Saklı jgizli vadilerde, çok uzaklardaki, doruklardaki dağ kulübelerinde, inancsızlarda, şehvetli kadınlarda, delilerde ve bir de şairlerde kalmış olan bir sevgi." Robbins, Pan'ı savunarak, tek tannlı dinleri ve onunla birlikte gelen sınıfsal baskıları, insanı duyarsız bir robota dönüştürüp doğayı yağmalayan kentsel "uygarlığı"eleştirir. Batı, Pan'a da, Doğuya da sırtını dönmüştür, Hintli ozan Ranjit Hoskote diyor ki: tçgüdüyü karamsar bir kuşkuyla karşılayan bu paslı akılcılar Asyalı kalabahklara karşı saflarını sıklaştırmasını seyrediyorlar neon ışıklı bir aydınlanmanın. Pencercleri kantoron otlu Goethehaus'un kucak açan Avrupası değil bu; keçi ayaklı tanrıların, Flaubert'in romanlarının, Chopin'in valslcrinin, Vcda'lardan alınıtlar yapan filozofların Avrupası değil. Kartonpiyer bir geçmiş o geride kalan. Parfüm üzerine yazılmış başka bir yapıt olan, Patrick Süskind'in "Koku" adlı romanında ana eksen kokudur ve "yaşamı kokuların yönlendirdiği" biçiminde bir tez ya da fantezi işlenir. "Parfümün Dansı"nda ise koku, doğayı, yaşamı, anıları, yani insanın kabuğunun altındakilcrini simgeler. Ama yaşamı kokuların değil mantık ve din gibi kabukdışı, duygulardan arınmış güçlerin yönlendirdığini söyler ve "yaşamı kcşke kokular yönlendirse" diye nayıflanır sanki. Bu açıdan, "parfümün dansı", ayakları "Koku"dan daha fazla yere basan bir fantezidir. Dinlerin, uygarlığın toplumsaltarihsel gelişimini 3e gözler önüne seren bir zaman tüneli gibi, dünyamızın öyküsüdür; bir K İ T A P S AYI 363 Dünyamızın öyküsü Yazar Robblns bu romanda "ölum" ile geleneği, daha doğrusu, geleneğe boyun egmeyl özdesiestlrlr "Oiümsuzlük'lsegeleneğekar$ı koymayı. dünyanın gldislne kar$ı durmayı slmgeler. C U M H U R İ Y E T