Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yüksel Pazarkaya'mn romanında kişilerin ve kentlerin dünyası Kimlik yitimi, sevgi yitimi Ben Aranıyor / Yüksel Pazarkaya/ Cem Yayınevi / 315 s. / 10000 "Yabancılaşmak" ve "bunalmak" kavramları bir süre edebiya tımızaegemen olmuştu. Günümüziin koşulları yüzünden bu kavramların yerini "kimlik arayısı" aldı. Bireylerin, kentlerin ve ülkelerin kimlik yitimi, "kimiz, nereden eeldik; nereye . gidiyoruz" sorularını getirdi gündeme. Bu akım yavaş da olsa edebiyata yansımaya başladı. Yüksel Pazarkaya bu sorunu hem kişilerin hem de kentlerin dünyasından vermek için ilginç bir tip ve mekân seçmiş. Uzun süre Almanya'da okumuş, çalışmış bir elektronikçi ve bir kıyı kenti. Lublin ölüm kampının öyküsü Yüksel Pazarkaya (Fotojjraf: Cengiz Civa) Tunzmin, çarpık kentleşmenin, yapsatçılığın egemen olduğu bir kıyı kenti. İmbatın çıkıp gelmesi ne kadar olağansa, yapsatçıya direnmenin o kadar olağandışı olduğu bir "mekân"dır kıyı kenti. Siyasal çalkantılar, kenti kimltğinden etmiştir. Uzun süre yurtdışında olusun getirdiği yabancılaşmaya yurtdışındakı hızlı değısımın getırdığı yabancılaşma da eklenir. Ve askerliğini yapmak için yurda dönen elektronikçi, kendinden önce bu bunalımı yaşayıp akıl sağlığını yitiren arkadasının durumuna düşmemek için savaşmaya baslar. Savası kazanmasında yardımına koşacak tek duygu vardır: Sevgi. Kimlik yitiminde, bireyler tüm deeerlerle birlıkte sevgiyi de yitirirler. Kültürün yitimi ise kentlerin çarpık yapılajması sırasında oluşur. Bu değişim, en aydınlık biçimiyle o kentten a da ülkeden uzun süre uzak kalanın gözüne çarpar. (Tıpkı b;ir çocuğun büyüyüşünün yakınlarınca değil de uzak tanıdıklarınca izlenişi gibi.^ Yabancılastığını duyduğu ülkeye gelenin önünde ya bu değışime uymak ya da dırenmek yolları uzanır. Pazarkaya, şiir, öykü ve oyun vazarhğındaki deneyimini bu ilk romanının olu^masında kullanarak başarılı bir "hikâye etme" örneği veriyor. Şiir, romanın belli bir bölümünden sonra "Dünya bir gül" dizesiyle giriyor romana. Sevginin ve direncin, kimlik kargaşasına karşı durmamn gerçeküstücülüğünü inanılır kılıyor. Zaten şiir, olaylara ve dünyaya bir başka açıdan bakabilmeyi gerektirmez mi? Ben Aranıyorju bir serüven romanı olarak ele alsaydım, kolaylıkla "iyi kahramanların" zafer kazanamadığını söylerdim. Kimlik yitimi kolay zafer kazanılacak bir alan değil çünkü. Kötümser bir deyişle yeniden yurtdışına çıkışı "bir kaçış" olarak nitelemek bile olası. Ama Ben Aranıyor, savaşın romanı. Romanın finali de bir "geri çekiliş" sayılabilir. Simonov barbarhğın tarihinden bir kesit sunuyor Ölüm Fabrikası / Konstantin Simonov / Çeviren: Özalp Güneralp / A Yayınlan / 85 s. / 7.500 TL / CKK Kod No: 025.004 | TUMCA ARSUN Genel anlamda bir "insanlık tarihi"nden söz edildiğinde, çoğu zaman içaçıcı sonuçlar alınamıyor. Ölümle yasamın, barbarlıkla uygarlığin, geçmişle geleceğin yarıştığı bir kulvarda geçiyor çünkü her şey. Bu süreçte Bon sauvage (iyi vahşi) ile Homo homini lupus (insan insanın kurdudur) arasında başlayan masum tartışma, II. Dünya Savaşı'nda Alman ölüm toplama kamplarının kapısında yazdığı biçimiyle, insanlığın yüzkarası bir sloganın, Arbeit macht frei (çalışmak kişiyi özgür kılar)'ın sapkınlığına ueradı. Almanların "Çalışma Kampı" adını verdikleri ölüm fabrikalarının kapısında asılı bu sloganın aJtından gecen milyonlarca insandan, ancak birkaç yüzü geri dönebildi. Olene dek çalışmakla ve ölmekle yükümlüydüler. Öldürmenin ve yok etmenin binlerce yöntemi var. Ama en sinir bozucu olanının, insana önce kendi mezarını kazdırmak olduğunu düşünüyorum. Naziler de bu yöntemi uyguladılar. Tutsaklarına önce mezar kazdırdılar. Toplam sayısı, savaş boyunca 85'i bulan kamplar, dezenfeKsiyon odalarından siklon gazı borularına, krematoryumlardan ayınm merkezlerine kadar bizzat milyonlarca Polonyalı, Çek, Rus, Çingene vb. kurban tarafından inşa edildi. Auschwitz, Maıdenek, Treblinka, Buchenwald ve tüm ötekiler böyle çıktı ortaya. Romanlarını tarihsel belgeler ve tanıklıklar üzerine oturtmasıyla tanınan ünlü Sovyet yazarı Konstantin Simonov (19151979) da dilimizde ilk kez yayımlanan belgeseli Ölüm Fabrikası ile barbarhğın tarihinden bir ke site ışık tutuyor. Simonov, gerçeği olduğu gibi anlatamayacağının farkına varmış bir yazar olarak, bütün kamplar içinde en "kombine" sayılan Lublin ölüm kampına yöneliyor. Silah Arkadasları, Yaşayanlar ve ölüler, Güney Öyküleri, İnsan Asker Doğmaz, Anayurdun Dumanı gibi yapıtların yaratıcısı, o çok iyi tanıdığımız gerginliğin ve valınlığın belgeselıni koyuyor ortaya bu kez. 1940 yılında kurulmuş Lublin'deki kamp. Avrupanın en büyük ölüm kampı olarak çalışm.ş 3 yıl boyunca. Yere düjüp de ayağa kalkamayanların ölü kabul edildiği, 18 bin kişinin bir seferde kurşuna dizildiği, nöbetçilere "hizmet veren" kamp genelevinde çalışan kadın tutukluların hamile kalmaları halinde hemen öldürüldüğü, günlük ölüm "miktarının" sevkiyata ve gereksinim duyulan işgücüne göre ayarlandığı, korkunç t>ır mekanizma. Simonov'un yazdıklarından, "vahşi hayvanların" tam bir disiplin içinde yönettiklerini anlıyoruz Lublin kampını. Kurbanlardan artakalan ayakkabılardan söz ediyor Simonov. Küçük çocukların ayaklarından geriye kalanlar, patikler, sandaletler... 1936'da Fransız solunun faşizm karşısında oluşturduğu Halk Cephesi'nin seçimleri kazanmasından sonra Daşbakanlığa getirilen Leon Blum'un da Lublin'de olduğunu öğreniyoruz. Nazilerin "eğlencesinden" acı ve nefretle naberdar oluyoruz. Kurbanların kimlik kartları... Her ulustan insanın kimlik kartı. Norveçliler, Isviçreliler, Çinliler, hatta Türkler bile var. ölüm Fabrikası, anımsandığında ve anımsatıldığında, nefret uyandıran olaylardan derlenmiş. Tıpkı, gecen yıl festival kapsamında izlediğimiz Fransız yönetmen Claude Lanzman'ın 9.5 saatlik filmi Shoah gibi. Tıpkı, ülkemiz okurunun yakından tanıdığı Soykınm, Büyük Yolculuk, Treblinka Cehennemi, Yedinci Şafak, Kurtlar Arasında Çıplak adlı kitaplar gibi. Kitabın sonunda, savaş sıra^ında muhabirliğini yaptığı Kızıl Yıldız Gazetesi'ndeki şefi David Onerbergin Simonov üzerine bir yazısının ve toplam 25 tane özgün fotoğrafın olduğunu da belirtelim. D S A Y F A 19 C U M H U R İ Y E T KİTAP: SAYI 27