28 Eylül 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker [email protected] 8 Ekonomi CBT 1443/14 Kasım 2014 ‘Kamu Araştırma Kuruluşu’ derseniz; o da az değil! ARGE deyince bol destek programı var; üniversitelerde bol laboratuvar var; eh kamunun araştırma kuruluşları da var. Yok yok... Yine de bu ülkede galiba ters giden bir şey var... ASKERİ HARCAMALARA 20 YILDA 30 TRİLYON DOLAR Kamu araştırma kuruluşları, üniversitelerle birlikte, gelişmiş ülkelerin bilim ve teknolojideki yetkinliklerinin temel taşlarıdırlar. Gelişmişlere yetişmeye çalışan ülkeler için önemleri daha da yaşamsal olan bu kuruluşların araştırma konuları bilim ve teknolojideki ulusal öncelikleri yansıtır. Geleceğin teknolojilerine yönelik araştırmalarla (canlı/cansız maddenin davranışını nano ölçekte denetim altına alabilmeye odaklanan araştırmalar vb.) uzay ve savunma araştırmaları dikkati çeken öncelikler arasındadır. Pazar ekonomilerindeki bir diğer varlık nedenleri, özel sektör kuruluşlarının dünya pazarlarındaki üstünlüklerini sürdürebilmeleri için yaşamsal önemde olan ama yapmaya güçlerinin yetmediği araştırmaları yapmalarıdır. Saydığım niteliklerinden dolayı, bunlar çok sayıda araştırmacının çalıştığı büyük ölçekli kuruluşlardır (bkz. http://www.inovasyon.org/Adres.webAYK.OECD.web.pdf). Bizde kamu araştırma kurumları, Tarım ve Orman Bakanlıkları ile TÜBİTAK’ın elinde toplanmıştır (bkz. http://www. inovasyon.org/Adres.webAYK.Turkiye.ULIS.web.pdf). Diğer ülkelerdekileri ölçü alarak söylediklerimle daha fazla uyuşabileceğini varsayarak, bir heves, TÜBİTAK’ın ARGE birimlerine göz attığımda ne yazık ki, bu varsayımımın pek tutmadığını gördüm. Benim için asıl umut kırıcı olansa, web sitelerinin pek çoğunda ‘doktoralı, y. lisanslı...’ araştırmacı yüzdelerinin verilmiş olmasına rağmen bunların sayılarının verilmemiş olmasıydı. Birkaçı bu yüzdelerin yanında birimin toplam çalışan sayısını da vermiş. Böylece araştırmacı sayısını buluyorsunuz ama doğrusu o sayılar da bana bir kamu araştırma kuruluşunun ulusal ölçekte olması gereken misyonunu gerçekleştirebilecek büyüklükte gözükmedi. Araştırmacı sayılarını yeterince büyük bulmamam, örneğin 1972 doğumlu Marmara Araştırma Merkezi’ne (MAM), başka ülkelerdeki örneklerine bakarak, kendi kafamda yakıştırdığım misyonun büyüklüğüyle ilgili olsa gerek. Oysa sekiz enstitüden oluşan MAM, gerçekteki işlevini şöyle tanımlamış: “[MAM,] müşteri odaklı yaklaşımı ile kamu, savunma ve özel sektör kurum ve kuruluşları ile akademik kurumlara özgün çözümler sunmaktadır. Bu çözümlerini temel araştırma, uygulamalı araştırma ve geliştirme, teknoloji transferi, inovasyon, sistem ve tesis kurma, ulusal standart ve norm belirleme, profesyonel danışmanlık ve eğitim çalışmaları ile gerçekleştirmektedir.” İyi güzel de, 40 yaşını aşmış bir araştırma kurumu olarak MAM’ın, Türkiye’nin bilim ya da teknolojinin hiç olmazsa bir iki alanında gelecekte iddia sahibi olabileceği bir yetenek düzeyine taşınmasına önemli ölçüde katkıda bulunmak gibi bir iddiası hiç yok mu? Diyeceksiniz ki, ülkemizin böyle bir iddiası mı var ki, MAM’ın olsun! Haklısınız... Sözünü etmiştim, üniversitelerimizde de bol miktarda araştırma laboratuvarı kuruluyor. “ARGE altyapısında ve araştırmacı insan gücünde belli kapasiteye ulaşmış üniversitelerde” tematik ileri araştırma merkezleri kuruluyor... Özellikle 2002 yılından bu yana üreten bir ekonomi olmaktan vaz geçmiş, sanayicisi de dâhil, bütünüyle rant ekonomisine yönelmiş bir ülkede ‘ileri araştırma talebi’ sanayiden gelmediğine ve gelmeyeceğine göre bu laboratuvarlar ne işe yarayacak? Salt bilimin ilerletilmesine mi? Bunu giderek dinsel bağnazlığın karanlığına gömülen; genç beyinleri dogmayla şartlanan bir ülkede mi başaracaklar? Neyse, belki ben yanılıyorumdur; bütün bu laboratuvarlar, destek programları, MAM vb. ülkeyi benim göremediğim bir geleceğe taşıyorlardır; belki sanayimiz hidayete ermiş, teknokratları dört koldan araştırma talebiyle laboratuvarlara doluşmuştur ve de akademisyen araştırmacılar onları hasretle kucaklamışlardır... En iyisi sözü bu köşenin, uygulamanın içinde olan diğer iki yazarına bırakmak... Ümit ediyorum, bizi aydınlatacaklardır. Kur Savaşlarından Sıcak Savaşa Doğru mu? Dünya ticaretinden pay alma savaşı, sıcak bir savaşa dönüşür mü? Bu kadar askeri harcama boşuna mı yapılıyor? ABD’nin toplamdaki payı %40. ABD 19882013 yılları arasında yaklaşık 11 trilyon dolar kaynağı askeri harcamalara ayırırken, Türkiye’nin askeri harcamalara ayırdığı toplam kaynak, cari fiyatlarla 269 milyar dolar gibi yüksek bir değere ulaştı. Bayram Ali Eşiyok [email protected] Ü lkelerin dış ticaretten kazançlı çıkmak için kullandıkları araçların başında, ulusal paralarının değer yitirilmesine dayalı devalüasyon politikaları geliyor. Bretton Woods sistemi ülkeler arasındaki rekabetçi devalüasyonların yaratacağı olumsuz etkileri ve olası istikrasızlığı gidermek için ülkelerin döviz kuru ayarlamalarını IMF’nin iznine bağlamış idi. Ancak Bretton Woods sisteminin ortadan kalkması ile birlikte devalüasyonları önleyici uluslararası bir sistem günümüzde bulunmuyor ve ülkeler krizin yarattığı etkilerden kaçınmak için devalüasyona dayalı savunma stratejilerini uygulamaya koyuyor. Başka bir ifadeyle, ülkeler kur savaşları ile ihracatlarını artırıp ithalatlarını kısarak ticaretten kazançlı çıkma yolunu seçiyor. Ülkeler görece kapalı, ithal ikameci dönemde ticaretten kazançlı çıkmak için, gümrük vergileri, kotalar ve sübvansiyon gibi araçlar kullanırken, sermaye hareketlerinin ve dış ticaretin serbestleştirildiği günümüz koşullarında rekabet gücü kazanmak için kur savaşlarına (komşunu yoksullaştır) dayalı politikalar hayata geçiriliyor. Ancak kur savaşlarına ve ücret bastırmalarına dayalı politikalar kalıcı sonuçlar vermiyor. Başka bir ifadeyle, verimliliği artırmadan uluslararası ticarette kalıcı başarımlar/rekabet gücü kazanmak mümkün gözükmüyor. Verimliliği artırmak için ise kapitalizmin finansal birikime dayalı kumarhane kapitalizminden çıkıp reel yatırımlara yönelmesi gerekiyor. Merkez Bankaları 2008/2009 krizinin yarattığı olumsuz etkilerden kaçınmak için (ulusal paranın değerini piyasalarda oluşan değerden farklılaştırmak için) kurlara müdahale ederek durgunluktan çıkmayı hedefliyor ve bu da ülkeler arasında kur savaşlarını gündeme getiriyor. Örneğin Çin’in, ulusal parası Yuan’ı ABD dolarına endeksleyerek, dolardaki değer kayıpları sonucunda ihracatta önemli avantajlar elde ettiğini belirtmek gerekiyor. Ancak Çin ABD’nin baskısı sonucunda 2011 sonunda bu politikadan vazgeçti. Diğer yandan Çin sahip olduğu muazzam döviz rezervini (2.5 trilyon dolar üzerinde) kurlara müdahale etmek için kullanıyor ve dünya ticaret payını artırıyor. Çin’in uyguladığı bu politikaları sonucunda (Satın Alma Gücü Paritesine (SAGP) göre) ABD’yi geçerek dünya ekonomisinin tepesine yerleştiği görülüyor: SAGP’ne göre 2014’te Çin’in GSYH’sı 17.632 milyar dolara yükselirken, ABD’nin GSYH’sı 17.416 milyar dolar olarak tahmin ediliyor ve bulgulara göre Çin’in ABD’yi geçtiği görülüyor. Uluslararası ticaretten kazançlı çıkmak için metropol ülkelerin izlediği politikalardan Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı çevre ülkeler olumsuz etkileniyor. FED’in parasal genişleme politikasına son vereceğini açıklaması ile birlikte, Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu çevre ekonomilerde hızlanan sermaye çıkışları sonucunda, ulusal paralarda önemli değer kayıpları gündeme geliyor. Başka bir ifadeyle, metropol ülkeler ulusal para değerlerini düşürüp kur savaşları yolu ile (rekabet güçlerini artırarak) dünya pazarlarından daha fazla pay almayı hedeflerken, Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı çevre ekonomilerdeki ulusal paraların değerlenmesi ya da aşınmasını sermaye hareketleri belirliyor. Türkiye ve diğer bazı gelişmekte olan büyük ekonoTablo 1: Seçilmiş Gelişmekte milerin ulusal Olan Büyük Ekonomilerin paralarının Ulusal Paralarındaki Aşınma dolar karşısındaki konumuDolar Karşında nu gösteren Değer Kaybı (%) Tablo 1 inceÜlkeler (son 2 ay) Rusya 11.1 lendiğinde, Brezilya 9.3 ulusal paraTürkiye 8.3 ların dolar G.Afrika 6.9 Endonezya 4.9 karşısında Kaynak: Financial Times, 30 Eylül 2014. önemli ölçüde değer kaybettiği görülüyor. Bu ülkeler arasında ulusal parası dolar karşısında değer kaybeden ülkelerin başında Rusya geliyor. Bu ülkeyi Brezilya, Türkiye, G. Afrika ve Endonezya izliyor. OLUMSUZ ETKİLENİYORUZ Dünya ekonomisine ilişkin gelişmeler incelendiğinde, ekonomik kriz koşullarının devam ettiği dünya ekonomisinin krizi henüz atlatamadığı görülüyor. Diğer yandan dünya ekonomisinin sürükleyici DURGUNLUK AŞILAMIYOR
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear