Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
larda atık miktarı azken doğaya atılıyor ve doğa da bu miktarı özümseyebiliyordu. Çünkü hareketsiz ve çözülebilir atıklardı. Roma ve Yunan uygarlıklarında atıklar kent dışına çıkarılır, umumi tuvaletler ve kanalizasyonlar yapılır. Ortaçağ’da yollar, akarsular, denizler kirlenmeye başlar ve özellikle hastalık nedeniyle çöpler toplanılmaya başlar, foseptikler açılır. Örneğin Fransa’nın Evreux kentinde burjuvazi çöplerin haftada iki kez toplanabilmesi için bir vergi koyar. Ama deneyim iki yıl sürer. Çünkü kentte oturanların çoğu bu vergiyi ödemezler. 20. yüzyılda ise özellikle kentleşmenin artmasıyla kentlerde atık miktarları giderek önemli boyutlara ulaşıyor, geri kazanım eskicilerle başlıyor. Su ve kanalizasyon sistemleri gelişiyor. Çöpler yerel idareler tarafından toplanıp belirli yerlerde saklanıyor. Gelişmiş ülkelerde atık ayrımı, toplanması ve değerlendirilmesi için sistemler geliştirilirken, gelişen ülkelerde sokaklarda atık toplayıcılarına rastlıyoruz. Çöplükler kimi kişiler için geçim kaynağı oluyor ve çöp alanları ihaleye veriliyor. Atıkların işletimi, geri kazanım yasaları ve uygulamaları giderek gelişiyor ve hatta artık zorunlu oluyor. Uygarlığın bir ölçütü de atık yönetim ve işletme kapasitesine bağlıdır. sonra yeniden kullanım ve son olarak da geri kazanıma dayanmalı. Atık ürün yönetimi şunları kapsamalı : 1 Kaynakta seçim: ev, işyeri, sanayi. Yerel yönetimler bu amaçla ev ve işyerlerine yönelik hazırlanan kutularla atıkların seçimini sağlamaya çalışmaktadırlar. Mal üretiminde ise çevreyi kirletmeyecek ve daha az atık yaratacak süreçlerin arayışına girilmelidir. Ambalajı azaltma, yeni ürün satarken eski ürünü alma gibi. 2 Yeniden kullanım: Atılan bir buzdolabını tamir edip kullanma, gübre, yakılarak enerji elde etme, ATIK ÜRÜN YÖNETİM VE İŞLETMESİ Bugün atık ürünlerin geri kazanılması giderek önem kazanmakta ama henüz işin başındayız. Son zamanlara kadar gömülen tüm atıklar, artık geri kazanılmakta ve atık ürün pazarı da giderek büyümekte – başta kâğıt ve hurda olmak üzere ve dünyada 160 milyar dolarlık bir pazar var. Hammadde fiyatlarının arttığını da düşünürsek, atık ürünün kazanılması çekici ve kârlı olmaya başlamakta. Atıkları ortadan kaldırma ya da geri kazanım uygulama ve teknikleri atıkların artma hızına göre çok yavaş kalıyor. Atık ürün yönetimi ve işletmesi, önce azaltma, Çöpe atılan cep telefonlarının %70’i geri dönüştürülebilir. metanol elde etme. Buradaki sorun da atıkların yakıldığı zaman hava kirliliği yaratmalarıdır. (dioksin salınımı) 3 Değerlendirme: Yeniden hammadde /girdi elde etme. Ama burada bir noktaya dikkat edilmesi gerekir : Elde edilecek girdi çevreyi kirletmemeli ve maliyeti düşük olmalıdır. Geri kazanım maliyetinin atık maliyetinden düşük olması gerekir. Avrupa ‘da atık ürünlerin sadece %4’ ü geri kazanılmakta, %27’i yakılıp enerji elde edilmekte, %7’i gübreye dönüşmek te, %10’u sadece ortadan kaldırmak için yakılmakta ve %52 gibi önemli bir bölümü ise çöplüklerde kalmaktadır. Atık ürün işletimi ise şunları kapsar: 1 Ayrım: Geri kazanılan atıkların kazanılmayanlardan ayrılması yani geri kazanılan atıkların kirlenmesini önleme. Böylelikle ayrım ve dolayısıyla toplama kolaylaşır ve maliyeti azalır. 2 Toplanma: Toplayan kişi ile atığı işleyen ya da alan kişi arasında bir fark vardır. Her ikisi aynı hesabı yapmazlar. Fark brüt ve toplanan atık ile temiz ve kuru atık arasındadır. Genelde evsel atıkların ortalama %35’ı sudur. Kimi atıklar için daha yüksek olabilir. 3 Nakliyesi: Çok uzak mesafeleri içermemeli ve bu da atık çeşidine bağlıdır. 4 Depolama ve yönetimi: Temiz, ayrımı yapılmış atık değer kazandı ve yeni bir üretim süreci beklemekte. Atık yönetimi ve işletmesini kolaylaştıracak ve ürünü en çoğa çıkaracak önlemler de devlet tarafından alınmalı: Yasa ve yönetmelikler çıkarılmalı, teşvik ve cezai önlemler alınmalı. (kirleten öder gibi) eğitim, bilgilendirme yapılıp (niceliksel atık üretimini azaltma, niteliksel atıkların zararını azaltma ya da ortadan kaldırma) kurum ve işyerleriyle sözleşmeler imzalanmalı. Üreticiler ve tüketiciler sorumluluk verilmeli. Doğa giderek artan atıklara karşısında çaresiz ve özümseme sınırlarını aşmış durumda ve zarar görmekte. O halde öncelikle doğayı korumak zorundayız. Örneğin atık kâğıdı kazandığımızda yüzlerce, binlerce ağacın kesilmesini önlemiş oluyoruz. Çevre sağlığını ve sağlımızı koruyor, yaşanılabilir bir dünyayı korumaya çalışıyoruz. Kaynaklar: Gerard Bertolini, l’économie des déchets, technip, 2005; Science et Vie , no;243, hors série, Haziran 2008 ve değişik internet adresleri: cafegeo, ekopedia, acrouen, wikipedia, quebecois libre, agora. Arge Desteği’nde Tübitak İle Dış Ticaret Müsteşarlığı İşbirliği Yasemin Kumbasar Gök’ün “Türkiye’de sanayinin ARGE yeteneği edinmesi ve ARGE Projesi Kavramı” başlıklı yazısını hüzünle okudum. Gök’ün doğru ama eksik kaldığı yerden devam edeceğim. Hasan Ali Erdem, Dış Ticaret Müsteşarlığı Uzmanı, memetilder@gmail.com G CBT 1121 / 22 12 Eylül 2008 erek Dünya Ticaret Örgütü(DTÖ)’nü kuran anlaşmaya taraf olmamız ve gerekse AB ile imzaladığımız Gümrük Birliği anlaşması nedeniyle Türkiye 1980’den beri devam ettirdiği ihracata doğrudan parasal destek sağlama uygulamsından vaz geçmesi gerekiyordu, çünkü bu destek şekli DTÖ tarafından ‘yasak’ kategorisinde değerlendiriliyordu. DTM İhracat Genel Müdürlüğü, 1995’e girerken DTÖ’nün ‘serbest ve karşı önlem alınabilir’ sınıflandırmasına koyduğu destek unsurlarını incelemesini müteakiben uzmanı olduğu konularda tek başına, yetersiz olduğu noktalarda ise diğer kuruluşlarla işbirliği yapma yoluna gitti. TÜBİTAK ve TTGV(Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı) işbirliğinde ilklerdi. Sorun netti; • İhracattaki ağırlığı % 70’leri aşan tekstil/konfeksiyon ile demir çelik katma değer yaratmıyordu. • Pazar daralıyordu, yükselen işçilik maliyetleri ve değerli TL nedeniyle de Çin Halk Cumhuriyeti ile diğer Güney Doğu Asya ülkeleri konfeksiyonda yerimizi almaya adaydı. • Türkiye’nin yurt dışındaki temel sanayi malları üreten ülke imajı teknoloji ürünleri ihraç ederken firmalarımıza engel oluyordu. Otuz iki yaşında başına geçtiğim ARGE dairesindeki az sayıdaki nitelikli personelin hazırladığı/hazırlanmasına akatkıda bulunduğu destek unsurları arasında en önemlisi ARGE projesiydi.. Yanımızda TÜBİTAK gibi değerli bir kuruluş var idi ve sinerji kelimesi ilk kez Türkiye’de hayat geçecekti. Kolay olmadı; 1994 sonunda Resmi Gazete’de yayımlanan bakanlar kurulunda ismen belirtilen ve Para, Kredi ve Koordinasyon Kurulu’na gönderilen karar, doğrudan parasal destek almaya alışmış unsurların muhalefeti nedeniyle altı ay sonra gecikmeyle uygulamaya konulabildi. İnisiyatif alarak DTM müsteşarı ile TÜBİTAK müsteşarının imzalayacağı protokol metninde KOBİ’ler lehine düzenlemeler yaptım. Yetkili ağızlardan “ Hala bir KOBİ tanımımız yok” denildiği 2008’den onüç yıl önce AB’ın KOBİ tanımı da ilk kez bu destek kapsamında esas alındı. “ARGE İŞİMİZ DEĞİL” Temmuz 1997’de yurtdışı göreve gidince yerimi alan kişi ile daha sonra göreve gelecek bazı üst düzeydeki müsteşarlık görevlilerinin “ARGE bizim işimiz değil, neden bunu biz yapıyoruz” şeklindeki ifadelerinı duymak hem şaşırtıcı hem de korkutucuydu. Sonuçta kamu görevlisi idik ve o tarihlerde bize yabancı olsa da bir baskıyla görevden alınabilirdik. İlk başvurunun alındığı Eylül 1995 ila 1996 sonu arasındaki gelişmeyi izlerken dikkatimi çeken unsurları not edip davet edildiğimiz seminerlerde anlatıyordum. Destek kapsamında bünyesinde doktoralı eleman çalıştıran firmaların % 75’e varan oranlarına ilave yapılması ile projeleri inceleyen hakem heyetinde üniversite ile büyük ölçekli firmalardan çok sayıda doktoralı kişi bulunması ülkemizde şikayet edilen, ancak o tarihe kadar da çözüm üretilmeyen üniversitefirma işbirliğinin kapısını açmıştı. REFAHYOL hükümetinin kurulduğu günlerde gittiğimiz Konya’da sanayi ve ticaret odasının salonuna girerken gördüğüm cep telefonlarınızı kapatın uyarısı anlatacaklarımın girişini oluşturdu: “Biz firmaların ARGE harcamalarına destek oluyoruz. Kapıya fotokopisini astığınız cep telefonu da bizim desteklediğimiz ASELSAN’ın 1919 modeli cep telefonudur. Bu ve benzeri ürünleriniz var ise TÜBİTAK’ın kapısını çalın.” Ticaret müşaviri olarak atandığım Güney Afrika’da tanıştığım Ericsson’un eski bayisini ASELSAN ile çalışmaya ikna etme çabalarımın sonuçsuz kalmasının nedeni isteksiz davranan ASELSAN’ın pazardan çekilmesiydi. TÜBİTAK ve TTGV ile yaptığımız işbirliğinin sonuçları bizi daha sonra hazırlanan eğitim ve pazar araştırması yardımlarında KOSGEB ve İGEME ile ortak iş yapmamızı sağladı. Onların uzmanlığı ile müsteşarlığın kararlılığı ve olumlu iş yapma arzusunun diğerlerine örnek olmasını beklentimizdi. DTM sonraki yıllarda öncüsü olduğu konuya sahip çıkmadı, kamuoyu haklı olarak ARGE desteğinin TÜBİTAK’ın uygulaması olduğunu düşündü.