Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Akılcılık korkulacak bir şey değil! “İnsanların Akıldan Nefret Etmelerinin Yedi Nedeni” isimli derleme yazılarımız bu sayımızla son buluyor. Felsefeci A.C. Grayling, dört haftadır görüşlerine yer verdiğimiz ve aralarında din adamları, sanatçılar ve bilim insanlarının bulunduğu yazarların akıl ve akılcılık konusundaki düşüncelerini genel bir çerçeve içinde topluyor: aklı kabul ettüm sorunlara çare bulabilirmiş gibi algılandığını söylüyor. Midgley, bu bakış açısının ahlak, sanat ve kusurlu olmak gibi bizleri insan yapan tüm unsurları dışladığını ileri sürüyor. Bu eksiklikleri tamamlamak için insanların sahte bilime yönelmesini de kaçınılmaz bir sonuç olarak değerlendiriyor. 4) Bilimsel akılcılık ahlaki açlığı doyurmuyor! Anglikan Kilisesi lideri Başpiskopos Rowan Williams, bilimsel akılcılığın gerekli olduğunu, ancak ahlaklı bir yaşam sürdürebilmemiz için yeterli olmadığını ileri sürüyor. Williams’a göre akılcılık, insani değerler hakkında mutlak bir inancın oluşumuna izin vermediği için, insanlar işkence ve ırk ayrımcılığı gibi insana yönelik tehditlere büyük bir kararlılıkla karşı koyamıyor. Din adamı, insan hakları konusunda sağlam bir duruş sergilememizi ve bu tutumumuzun koşulsuz ol B rüksel, Roma, Londra, Paris, Tokyo gibi dünyanın önde gelen başkentlerinin genel görüntüsü üç aşağı beş yukarı aynıdır. İnsanlar siyasi, sosyal ve kültürel ortama uyumlu, düzene ayak uydurmuş, sistemin bir parçası görünümündedir. Bu gibi Aydınlanma evriminden geçmiş toplumlarda her şey yolunda gidiyormuş gibi görünür. Ne var ki son günlerde bu “asude” görüntü, bu yaşam şeklini doğuran akılcı düşünceye karşı bazı güçlerin harekete geçmesiyle büyük tehdit altında. Bu saldırganların köktendinci, dinci terörist veya sahte bilimciler olarak nitelendirilen odaklar tarafından yönlendirildiği düşünülüyor. İnsanlar bu gelişmeler karşısında kendilerini saf tutmak zorunda hissediyorlar. Ya saldırganların yanında yer alacaklar ya da akılcılığı savunacaklar. Ne var ki tablo bu kadar basit değil. Aydınlanma tüm insanların akılcı olduğu temel prensibine dayanır. Bu da hepimizin akla dayanan inançları kabul etmemiz gerektiği anlamına geliyor. Başka bir deyişle otorite, gelenek ve kilisenin buyrukları akılcılığın tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte eski hükmünü yitirmiş oldu. Bu düşüncenin merkezinde, evrenin akılcı bir sistem olduğu yatar. Fakat tartışmaları iki kutuplu “iyikötü” çatışması şeklinde algılamak yerine, farklı görüşteki düşünürlerin tartışmaya katılması daha doğrudur. mek kadar haklı nedenlere dayanıyor olamaz mı? Yazı dizimizde görüşlerine yer verdiğimiz düşünürler bu soruları şu başlıklar altında yanıtlamışlardı: 1)Akıl suiistimal ediliyor! Sosyolog David Miller, bu sorunları akılcılığın kapsamı içinde tartışmaktan çok, akılcılığın suiistimal edilmesine bağlıyor. Miller’a göre büyük şirketler ve hükümetler aklın ve bilimin yöntemlerini çalarak kendi reklamlarını yapıyorlar. Böylece insanların kendi serbest iradelerini kullanarak tercih yapmalarının önünü kapatıyorlar. Eski ABD başkan yardımcısı Al Gore propaganda ve reklamcılığın, aklı, dolayısıyla demokrasiyi tehdit eden en büyük tehlike olduğunu ileri sürüyor. 2)Değerleri güçlüler belirler! Aydınlanma hareketine yöneltilen eleştirilerin başında, Batılı ve “akılcı” toplumların, akılcılık ve demokrasi karşıtı güçlerle iç içe geçmiş olması geliyor. Dilbilimci ve siyaset eylemcisi Noam Chomsky, Batı toplumunu aydınlanmış ve özgür olarak görme eğiliminde olmamıza karşın, düşünebildiklerimiz ve söyleyebildiklerimizle sınırlı olduğumuzu söylüyor. Chomsky’ye göre uygulamada güç sanayicide ve askerlerdedir; değerleri insanlar ve idealler değil, şirketler ve markalar belirler. masını şart koşuyor. AKLI TEHDİT EDEN UNSURLAR Burada amaç yalnızca köktendinciliğin yükselişinin nedenlerini anlamak değil. Sahte bilimin popülerlik kazanması, temel bilimleri seçen Batılı çocuk sayısında azalma ve iklim değişikliğinin insan faaliyetlerinden kaynaklandığı konusunda kuşku duyanların artması, köktendincilik kadar, hatta daha tehlikeli gelişmelerdir. Bu gelişmelerin nedeni aklın bazı boşluklar yaratması olabilir mi? Aklın kapsamı konusunda kuşkucu olmak da, 5) Sezgi aklın kapsamı dışında! Sanatçı Keith Tyson aklı düşüncenin tam merkezine oturtmakla birlikte kendi sanatında akılcılığı ve yaratıcılığı üretken bir gerilim üzerine tutmayı tercih ediyor. Akıl, sanatı şekillendiren duygusallık ve sezgiyi dışladığı zaman çok önemli bir şeyi yitiririz. 3) Akıl, sanat ve yaratıcılığı dışlıyor! Felsefeci Mary Midgley, bilim ve aklın, yalnızca bilimsel, teknolojik ve askeri sorunlara değil, dünyadaki 6) Engelliler ve yaşlılar akılcılığın kurbanı olabilir! Bu arada biyoetikçi Tom Shakespeare bizi insan ya CBT 1121/ 14 12 Eylül 2008 Dilden dile anlatılanlar da oksitosinin kötüye kullanılma olasılığının düşük olduğunu gösteriyor. Birçok ülkede emzirmeyi kolaylaştırması amacıyla burun spreyi biçiminde satılan bu kimyasalın öyle bir gizilgücü olsaydı, herhalde el altından satışları da tavana vururdu. Oysa, zevk için oksitosin satın alan insanlar olduğu yönünde herhangi bir haber yok. Yine de, internet kanalıyla satış yapan kimi girişimciler oksitosini “güven iksiri” adıyla pazarlamaktan ve giysilere püskürtüldüğünde insanları daha albenili kılacağını öne sürmekten geri kalmıyorlar. Bu konuda haklı olup olmadıkları konusunda henüz bilimsel bir kanıt yok. Peki, son derece gönül okşayıcıymış gibi görünen bu madde insan üzerinde neden bu denli az hatta hiçbir etki yaratmıyor? Belki de, oksitosin yaşamın ilk evrelerinde toplumsal ilişki ile haz arasında bir bağ oluşturuyor. Ancak haz duygusunun kendisi, oksitosinden değil, beynin ödül bölgelerinden geliyor. Kimi araştırmacılar da asıl sorunun oksitosinin gö nül okşayıcı özelliği olmamasından değil, halihazırdaki uygulama yöntemleri nedeniyle bu maddenin insan beynine doğru zamanda ve doğru dozda ulaşmamasından kaynaklandığına inanıyorlar. Kimilerine göre burundan püskürtülen oksitosinin yalnızca %10’u, damardan verilenin de çok küçük bir miktarı beyne ulaşıyor. Üstüne üstlük, Sydney Üniversitesi’nden Iain McGregor doğal oksitosin salınımının uyumlu olduğuna dikkat çekiyor. Öyle ki, oksitosinin öznel bir etki yaratması için bu dizem gerekli olabilir. ETKİSİ KISA McGregor oksitosinin doğru biçimde verilmesi durumunda yararlı olabileceğine inanıyor. Ecstasy adlı ilacın ana maddesi olan MDMA’nın oksitosin düzeylerini arttırdığına tanık olan McGregor, oksitosinin ilacın insanlar üzerindeki etkisine katkıda bulunabileceğini düşünüyor. Bir başka sorun da, oksitosinin etkilerinin kısa ömür lü olması ve bunun da keyif verici ya da sağaltıcı gücünü olumsuz yönde etkilemesinden kaynaklanıyor. İlaç şirketleri beyne çok daha kolay ulaşacak ve oksitosin alıcılarını uzun süreli devinime geçirecek minik bir molekül bulmaya can atıyorlar. Bu alanda son hedefin “oksitosin agonisti” olduğuna dikkat çekilse de, henüz böyle bir buluş yok. Böyle bir buluş, en iyi biçimiyle, yararlı ama kötüye kullanılması olanaksız bir madde olmalı. Oksitosinin huzur, sevgi ve cinsellikle olan bağlantısı düşünüldüğünde, böyle bir molekül yine de son derece hoş olabilir, hatta insanların aşık olmalarını sağlayabilir. Genellikle MDMA’nın “Aşkın İkinci Yazı” nı (Britanya’da 1988 ile 1991 yılları arasında yaşanan ve “acid house” müzik türünün damgasını vurduğu dönem) başlattığı söylenir. Üçüncü yazın neye benzeyeceğini düşünmesi bile yeter! Rita Urgan, Kaynak: New Scientist, 17 Mayıs.