01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

TartışmaEditöre Mektup hfaktörüne eleştiri ayın Bursalı, derginizde Prof. Baysal’ın başlattığı, Prof. Doğan’ın ısrarla sürdürdüğü ve sizin de sayfanızda görüşlerinizi bildirdiğiniz Türk bilim adamlarının isimleriyle listelenmesi dizisinde baş rolü h faktörü almaktadır. Bilim adamlarının en önemli etik kuralı açık kaynak göstermeden bir çalışmayı kendi makalesinde kullanmamasıdır. Sayın Baysal, bu serinin ilk makalesinde "Kaliforniya üniversitesi fizik profesörü Jorge Hirsch’in önerdiği hsayısı" girişi ile kaynak göstermeden başlayıp Hirsch’in makalesindeki bazı verileri kendi makalesinde vermektedir. Sayın Doğan, yazı dizisininin ilkinde sayın Baysal’ı kaynak göstererek "...Sayın Baysal bu konuşmasında dünyada son yıllarda en ilgi gören ölçütün bilimcinin hfaktörü olduğunu bildirir" demektedir ve bu ifade bugüne kadar sayın Baysal tarafından yalanlanmamıştır. Sayın Doğan aynı yazısında devamla "Nature dergisinde de 2005 yılında bu konuda bir makale yayınlandı" ifadesi kullanmakta ve referans olarak Nature dergisi sayı ve sayfa numarası ve açıklamasız bir virgülle ayrılmış, physics/0508025 2005 sayıları görülmektedir. Burada esas kaynak ve doğru adres: http://arxiv.org/abs/physics/0508025 <http://arxiv.org/abs/physics/0508025> dir. Bu adres okuyucuyu doğrudan Hirsch’in ön çalışmasına götürür. Bu arşiv fizikçilerin ön çalışmalarını genel görüşe sundukları bir web ortamıdır. Bu web ortamına gönderilen makalelerin bir kısmı hiç yayınlanmaz, bir kısmı yazar tarafından yeni değişiklikler, yeni eklemeler yapılarak bir dergiye gönderilir ve refere görüşüne sunulur. Bir bölümü yayına uygun görülmeyerek red edilir. Doçentlik jürileri üzerine oçentlik sınavına başvuracak adayların eserleri için belirli önkoşullar konulmuş olması, kanımca akademik yükseltme sürecindeki en olumlu gelişmedir. Eleştirilecek yönleri bulunsa da, "keyfiliği" bir dereceye kadar da olsa önleme gayreti olduğu açıktır. Benim değinmek istediğim nokta ise, kimin doçentliği hak ettiğine karar veren jürilerin durumudur. 1 Eylül 2000 tarih ve 24157 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Doçentlik Sınav Yönetmeliği’nin yedinci maddesine göre, Temel Alan Danışma Komisyonu, her bir bilim/sanat alanı için belirlenmiş olan ölçütleri göz önüne alarak, ilgili bilim/sanat alanında oluşturulacak jürilerde görev yapacak profesörleri önerir. Sağlık bilimleri temel alanında adaylar için ölçüt ise, "SCIExpanded, SSCI veya AHCI kapsamındaki dergilerde, adayın yaptığı lisansüstü veya uzmanlık tezlerinden üretilmemiş, en az biri adayın birinci isim olduğu özgün araştırma makalesi niteliğinde olmak koşuluyla, doktora veya tıpta uzmanlık unvanını aldıktan sonra yaptığı çalışmalardan en az üç makale (editöre mektup, özet ve kitap kritiği hariç) yayımlamış olmak" dır. Bu durumda, Sağlık bilimleri temel alanında jürileri oluşturan üyelerin en azından yukarıda belirtildiği biçimde üç yayını olması hatta bunun üzerine çıkması beklenir. Gerçekten de, YÖK Yürütme Kuru S Bu siteye Hirsch 3 Ağustos 2005’de bu ön çalışmayı gönderir. Gelen eleştirilerden sonra dört kez revizyona uğrayan çalışmanın en son şekli 29 Eylül 2005 tarihlidir. Sayın Baysal, Eylül sonunda bir Kimya kongresinde (Doğan’ın ifadesi ile) dünyada son yıllarda en ilgi gören ölçütün h faktörü olduğunu nasıl söyleyebilir ve Sayın Doğan bu sözleri makalesinde nasıl kullanabilir? İşin en acı ve komik yönü h faktörünün gerçekten dünyada kullanılan bir faktör olduğununa üniversitelerde birçok bilim adamının, kaynak soruşturmadan inanır hale gelmesidir. Bu olgu Türkiye’de toplum bilimciler için mükemmel bir araştırma konusudur. Bilim adamlarımız bile kaynak araştırmadan her duyduğuna inanmakta ve bunu kulaktan kulağa yaymaktadırlar. Sayın Doğan’ın sözünü ettiği Nature dergisindeki makale bir bilimsel makale değil Nature’un ön sayfalarında yer alan web ortamındaki Hirsh’in adresini kaynak göstererek verilen, iki bilimciyle bu yeni öneri konusunda kısa bir röportaj haberdir. Sayın Bursalı, h index sayısını matematiksel olarak kendi kendine verilen atıflarla arttırmak çok ama çok kolaydır. Hirsch’in makalesi okunursa makalede Hirsch’in de bu konuyu önemle vurguladığı ve h sayısı kendi kendine verilen atıflarla yükselirse nasıl bir hesaplama ile kendi kendine verilen atıfların çıkarılacağı açık olarak belirtilmiştir. Kendi kendine atıf sayısının bir çok bilim adamında %70’leri aştığı ülkemizde, iyi niyetle veya özel bazı amaçlarla h sayısını gündemde tutmanın Türk bilimine zarar vereceği görüşünde olan ve gerçek bilim Yazının devamı 22. sayfada D lu’nun 30.04.2002 tarih ve 2002 sayılı kararında, "profesörlüğe yükseltme ve atamalarda, doçentliğe yükseltilme koşulları baz alınarak, doçentlikten sonra yapılan çalışmalarda artan bir yoğunluk aranmasına karar verilmiştir" denmektedir. Peki durum nasıl? Ortopedi ve Travmatoloji bilim alanında bu yıl, her biri beşer asil üyeden oluşan (içlerinde benim de bulunduğum) sekiz doçentlik jürisi oluşturulmuştur. Jürilerin belirlendiği tarih itibariyle toplam 40 jüri üyesini, adaylardan istenen koşullar açısından taradığımızda 15 tanesinin doçentliğe başvuru koşullarını sağlayamadığını görüyoruz. "Jüri koşulları adaylardan daha yüksek olmalıdır" düşüncesiyle, buna ikinci bir "ilk isim özgün araştırma makalesi" koşulu eklendiğinde ise, 40 jüri üyesinin 27 tanesi ölçütleri tutturamamaktadır! Kimi jürilerde bu ölçütlere uygun tek bir jüri üyesi dahi yoktur. Kaldı ki, Türk Ortopedi ve Travmatoloji Birliği Derneği, benzer durumun geçen yıl da yaşanması üzerine ilgilileri uyarmıştı.Diğer bilim alanlarını bilmiyorum ama ortada önemli bir sorun olduğu açık.Yapılan sınavların uygunluğu bir yana, konu hukuki sorunlar da doğurabilir. Prof. Dr. İzge Günal, [email protected] Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Masaj yapanların eğitimi ve yetisi nereden? H amamlarımızdan tutun da, özel ve kamu üniversiteleriyle Sağlık Bakanlığı hastanelerinde, spor kulüplerinde, güzellik salonlarında, saunalarda, büyük otellerde ve de evlerde masaj yapılır, yaptırılır. Ama, bu uygulamayı yapanların kim olduklarını, ne yaptıklarını, neyi ne kadar bildiklerini, yetkilerinin ne olduğunu Sağlık Bakanlığı dahil kimse bilmez! Kimse de onlara bu işi kimden aldığınız izinle, hangi yetkiyle yapıyorsunuz diye sormaz. Masaj yapan birisini birkaç kez izleyen, eli ve çenesi de biraz işliyorsa, kadın olsun, erkek olsun, çantasına bir şişe yağ ve talk pudrası koyup "ben masörüm, ya da masözüm " diye piyasaya çıkabilir; olanak bulduğu her yerde de koşulsuz çalışır!. Ellerinde, üniversitelerin, Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıklarının, bazı derneklerin zaman zaman açtıkları bir iki haftalık kurslardan verilen, diploma diye gösterdikleri kâğıtlar olanlar da vardır. M.Eğitim Bakanlığı ya da üniversitelerce belirlenmiş standart eğitim programı olmadığı için, bu kurslarda kimin ne öğrettiğini ve kimin ne öğrendiğini de sadece kursu yönetenler bilir! Piyasadaki bu kursiyerlerin ya da alaylıların sayısı yüzleri, binleri bulur. Turistik otellerde ve güzellik salonlarında çalışan yabancılara da hangi sağlık kuruluşunun, hangi ölçülerle izin verdiği de kimseyi ilgilendirmez! Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksek Okullarıyla Spor Akademilerinde de masaj sınırlı saatlerle ek ders olarak verildiğinden, bu okullardan mezun olanların bazıları, ya uzmanlık alanlarında iş bulamadıklarından ya da daha kârlı bulduklarından otellerde, saunalarda masörlük yaparlar. Kadim bir tedavi aracı olan ve bilimsel eğitim gerektiren masajın Batıdaki özel okullarında, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, örneğin Almanya'da 4 yıl Grundschule+ 5 yıl Hauptschule'den, yani 9 yıllık temel eğitimin ardından 2 yıllık meslek okulunda 2300 saatlik anatomi ve fizyoloji bilgisiyle mesleki eğitimi içeren ders programları var. Bizde ise bu eğitim, mesleği yozlaştıran 12 haftalık kurslarda veriliyor! 11 yıl, 2300 saat ve iki hafta! Ayrıca, masaj tüm sağlık kuruluşlarımızın tedavi listelerinde yazılıdır. Ücretler de devlet ve sigorta kuruluşlarınca ödenir. Ama hiçbir bordroda "masör" ismine rastlayamazsınız! Çünkü, okulu olmadığı için sağlık bakanlığınca bir meslek olarak onaylanmamıştır! Bu uygulama Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri böyle sürmekte, ne bakanlık, ne üniversitelerimiz, ne de maliye konuyla ilgilenme gereği duymaktadır. Meslek yüksek okulu açmak görevi Anayasamıza göre üniversitelerimize verilmiştir. Tıp fakültelerine bağlı hemşirelik, ebelik, dişprotez, ağızdiş sağlığı, tıbbi laboratuvar, radyoloji, anestezi, odiyometri vb. yüksek okullar var. İlk ikisi dışında son saydıklarımdan daha geniş uygulama alanı ve daha fazla uygulayıcısı olan klasik masajınsa bir tek okulu yok!. Niye? Acaba mesleğe sahip çıkan yok, yoksa yüksek okul düzeyinde bir okul açma yetkisi, hatta sorumluluğu olanların, yani üniversitelerimizin fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümlerinin konuda derinlemesine yeterli deneyim ve bilgileri mi yok! Yoksa işten mi kaçıyorlar! Masaj kurslarında ders verenlerin arasında, Batıdakiler ayarında gerçek bir masaj okulundan mezun tek bir masaj hocası da göremezsiniz! Ayşeler Fatmalardan, Ahmetler de Mehmetlerden öğrendikleriyle işi yürütür. Bir iki haftalık kurslar gibi palyatif, yüzeysel, geçici yöntemlerle sorun çözülmeğe çalışılarak bu kadim mesleğin ayağa düşürülmesinde, küçük çıkarların ve "ben bilirimcilerin" rolü yok sayılamaz! Bir gün böyle bir okul açılması gündeme gelirse, dersleri bizim ben bilirimcilerin elinden kurtarabilmek için, en az ilk iki dönemde, dışardan gerçek "ustaöğretmenlerin" getirtilmesi şarttır! Masörlük bir ustaçırak işidir! İşin bir de toplumsal ve ekonomik yönü var. Ülkemizde binlerce kızlı erkekli lise mezunu genç sokakta boş gezip, iş ve meslek ararken, ne yaptıklarını kimsenin bilmediği insanlar mesleğe egemen oluyor. Gerçek bir okul açıldığında onlar da sorun olacak! Bakalım bu keşmekeş daha ne kadar sürecek! Büyük ümitlerle bel bağladığımız AB belki buna da bir çare bulur! Dr. Necdet Tuna Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı 987/21 18 Şubat 2006
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear