29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

KONGRELERDEN GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam Patolojinin kurucusu Hamdi Suat Aknar’ın anısına 2. Türkiye Ekopatoloji Kongresi Bölgesel Toplantısı’nın ardından... Prof. Dr. M. Şerefettin Canda, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji, [email protected]. 2. Türkiye Ekopatoloji Kongresi Bölgesel Toplantısı 29 Haziran2 Temmuz 2006 günlerinde Elazığ’da, Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı ile Türkiye Ekopatoloji Dergisi ve Ekopatoloji Derneği’nin işbirliği ile Hazar Gölü’nün kıyısında Sivrice’de düzenlendi. Kongre eşbaşkanlığı Prof. Dr. M. Şerefettin Canda ve Prof. Dr. Reşat Özercan tarafından yürütüldü. Kongre katılımcıları tüm oturumlara yoğun biçimde ve aktif olarak katıldı ve ilgi gösterdi. Çoğu bilimsel toplantıların ilaç firmalarının da etkisi altında, büyük kentlerde ve Antalya’daki otellerde yapıldığı düşünülürse, bir Anadolu kenti olan Elazığ’da gerçekleştirilen kongrenin önemi daha iyi anlaşılır. Kongrenin ana amacı Ekopatoloji’nin önemini vurgulamak, asbestoz, mezetelyoma, fungal enfeksiyonlar, ekinokokkozis, güneş ışınlarının etkileri, melanomlar, vb çevresel etkenler ile ilişkili ve kötü sonuçlara yol açan hastalık etkenlerine ilgiyi çekmek, bu alandaki bölgesel çalışmaları özendirmek, bölgesel açıdan yeni bilimsel çalışmaların yapılmasına "vizyon" oluşturmaktır. Duwarmish Kızılderililerinin Reisi Seattle’nin 18731857 yıllarında, ABD Başkanı Franklin Pierce’e yazdığı ünlü mektubundaki; "Çevreyi geçmiş kuşaklardan ödünç aldık, gelecek kuşaklara eksiksiz ulaştırmalıyız" anlayışı günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. LATİNCE İLK KİTAP Kongre yerinin Elazığ’da olmasının bir önemi de, Türkiye’de çağdaş patolojinin kurucusu ve Harput (Elazığ) doğumlu olan Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar’ın, bu yıl ölümünün 70. yıldönümü olmasıdır. Aknar 1873’de Prof. Dr. Hamdi Harput’da doğdu, 13. 11. 1936’da İstanbul’da vefat etti. Babası aslen Arapgir’lidir. 53 yılSuat Aknar lık yaşamına çok şeyler sığdırdı, Almanya’da (18731936). eğitim gördü (19891904), Haydarpaşa Hastanesi’nde Patoloji’yi kurdu (1907), 1912 Balkan Savaşı, 1915 Kafkas Cephesi’nde Kızılay ve ordu adına hekimlik yaptı, Tifüs hastalığı ile savaştı, ayrıca Türk Kanser Savaş ve Araştırma Kurumun’nun temellerini attı (1933). Hamdi Suat Aknar’ın 5 yayını Türkçe, 10 yayını Fransızca, 29 yayını Almanca yayımlandı. Ayrıca 2 patoloji ve otopsi kitabı vardır. Üniversitede Atatürk Dil ve Yazı Devrim sonrası, Latince olarak ilk kitap yayımlayan hocadır. Patoloji alanında uluslararası alanda ülkemizden ilk yayınları yapan kimsedir. Ayrıca 1933 yılı öncesi dönemde, uluslararası kongrelerde ülkemizi başarıyla temsil etmiştir. Türk Kanser Savaş ve Araştırma Kurumu, 1954 yılından bu yana her yıl Hamdi Suat Aknar Konferansları düzenler. 120 PATOLOG VE ASİSTAN Kongreye çoğunluğu bölge üniversitelerinden (FıratElazığ, CumhuriyetSıvas, AtatürkErzurum, İnönüMalatya, DicleDiyarbakır, YüzüncüyılVan, Gaziantep, Sütçü İmamKahramanmaraş, Mustafa KemalAntakya) olmak üzere Türkiye’nin çeşitli üniversite, eğitim hastaneleri ve sağlık kuruluşlarında çalışan 120 patologpatoloji asistanı katılmıştır. Sonuç olarak, 2. Türkiye Ekopatoloji Kongresi, ekolojikçevresel etkenlerin güncel olarak insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine dikkati çekerek, toplum sağlığı açısından öneminin vurgulanması yanı sıra, ülkemizde çağdaş patolojinin kurucusu Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar’ı, ölümünün 70. yılında, doğum yerinde anarak, bir hakkın yerine getirilmesi ve genç kuşaklara tanıtılması için önayak oldu. İnanıyoruz ki önümüzdeki yıllarda bölge üniversitelerinin genç bilim adamları, çevresel etkenlerin yol açtığı bölgesel hastalıklar ve gerekli çözüm yolları konularında daha doyurucu bilimsel çalışmalar ile ortaya çıkacaklardır. Çağımız bütün insanın, dürtüleri, zekâsı, düşünme, anlama, kavrama yetenekleriyle varoluşunu, duyuşunu, bedenini, kültürünü bütünleştirebilen insanının çağı olmalı. Bana Sorular Soru: Yaşamla bilgi arasındaki uçurum gittikçe büyüyor diyorsunuz? Bilim felsefeden, toplumsal hissedişimizden daha çok başvurduğumuz bir şey değil mi çağımızda? Mesela aşkı bile bir tür hormonal dengesizlik kategorisinde algılamayı bilim öğretiyor bize. Yanıt: Teknoloji yoğunluklu bir bilim çağındayız; çağımızda bilim hakikati keşfetme, daha bütün, daha kendinin ayırdında, daha olgun, daha güzel insanı oluşturma, daha yaşanır bir dünyanın hizmetinde olma ideallerini büyük ölçüde yitirmiş görünüyor. Çıkar amaçlı bir etkinlik görünümünde. Soru: Türkiye’deki üniversiteler için hangisi daha geçerli şu anda: Bilgi üretim, pazarlama şirketi mi yoksa siyasal bir kale mi? 80’lere göre daha az politize değil mi üniversitelerimiz, politize duruşu kaybederken bilim üretim pazarlama merkezleri haline dönüşemediler mi? Yanıt: Üniversiteler giderek meslek yüksek okulu olma yolunda. İnsanı tarihi, kültürü içinde anlama, yorumlama güçleri yok. Bilimin gündemini belirleyen odakların, büyük ekonomik, siyasi gücü olan toplulukların, kurumların, şirketlerin öngördüğü sorunlar çerçevesinde sürüyor araştırmalar. Hayat daralmış çağımızda, insan daralmış, bakış daralmış. Üniversite, birtakım dıştan dayatılan ölçütlere kendini uydurarak, saygınlık kazanacağını sanıyor. Soru: "Türkiye’de düşünmek Batı’da birtakım merkezlere bağlı değilseniz büyük bir içgüç ister" diyorsunuz. Türkiye’de akademisyenin, düşünürün de bir "rating" kaygısı var mıdır? Yanıt: Kimi "artist" bilimcilerin böyle bir kaygısı var. Ben felsefeye edebiyat ve mühendislikten geldim. Yıllarca matematik, fizik öğretmenliği yaptım. Çok insan tanıdım, çok şey yaşadım. Yaşam deneyimlerimden çıkarak farklı açılardan üniversite hayatını, akademisyenlerin iç dünyalarını, psikososyolojik davranışlarını gözlemleyerek yazmaya çalışıyorum. "Rating"cileri çok farklı adlarla kitaplarımda, henüz kitaplaşmamış yazılarımda teşhir ettiğimi söyleyebilirim. Ben çok yazan, ekranlarda görünen biri olduğum için "rating"ci damgası yediğim olmuştur. Bu damgayı vuranların gizliaçık reytingçiler olduğunu düşünüyorum. Soru: Çizdiğiniz akademisyen portresi bir kurumda sıkışıp kalmış ve iç bunaltısı yaşayan bir kişilik. Bilim, öğrenme, öğretme heyecanını yitirmemiş akademisyen oranı nedir Türkiye’de? Akademisyenlik bir iş midir, bir yaşam biçimi mi? Yanıt: Akademisyenlik bir meslek olarak yaşanıyor. Birçok insan için bir ekmek kapısıdır. Hayatın zorluklarıyla başetmeyi göze alamayan, zeki, uyanık kişiler "bâri akademisyen olalım, oradan da profesör olduktan sonra ticaret başlar, para kazanırız" diye düşünüyor olabilirler. Çevremde bilim aşkına sahip çok az insan görüyor üzülüyorum. Bilimin, tekniğin, düşüncenin yolcuları olarak bizler, hepimiz hakikat yolcularıyız. Geçenlerde ağır kişilik sorunu olan, ağır nörotik bir akademisyen, tenha bir yerde yolumu kesip (beni dövecek sandım !), "Hakikat, hakikat diyorsun, görürsün sen, bizim zamanımız da gelecek, neymiş hakikat anlayacaksın, oğlun da bilimci –Astrofizik alanında araştırma yapan akademisyen bir oğlum var! , bakalım hakikatin ardında mı koşacak?" dedi. Dondum kaldım, demek ki kimi insanları "akademisyen hakikat yolcusudur" sözüyle epey rahatsız ediyor olmalıyım ki, onların duygularını bu sosyopat akademisyen pattadak dilegetiriverdi. Soru: İnşaat mühendislerini tanımlarken "Felsefenin, tarihin ne işe yaradığını bir türlü anlayamazlar. Bu alanda çalışanları asalak olarak görürler" diyorsunuz. Pozitif bilimler ile sosyal bilimler hep küçümser mi birbirini? Yanıt: Ben "bir" inşaat mühendisini bu biçimde tanımlamış olabilirim. Tümü için bu biçimde konuşmadım, konuşmam da. Şair ve felsefeci inşaat mühendisi dostlarım var. Artık çağımızda, bilimler arasında o ondokuzuncu yüzyıldan kalma kalın duvarlar yok, ben bir elektrik mühendisi olarak eğitildim. İyi ki öyle eğitildim. Hayatımın en fazla öğrendiğim beş yılı bu eğitimle geçti. Sıkı bir matematik, doğabilimleri eğitimi, düşüncenin ve şiirin, sanatın her alanının kapılarını açmada büyük bir güç olabilir. Benim için öyle oldu. Kimi mühendis, doğabilimci arkadaşların sosyalbilimlere bakışlarındaki küçümseyici edâ, onların bilgisizliklerinin, salt bilgisizliklerinin değil, insana saygısızlıklarının bir göstergesidir. Çağımız bütün insanın, dürtüleri, zekâsı, düşünme, anlama, kavrama yetenekleriyle varoluşunu, duyuşunu, bedenini, kültürünü bütünleştirebilen insanının çağıdır, çağı olmalıdır. CBT 1020/11 6 Ekim 2006
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear