29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Georges Perec’ten “Karanlık Dükkân” Rüyanın edebiyatı mümkün mü? Georges Perec’in yeni yayımlanan kitabı “Karanlık Dükkân”ın düşündürdüğü en önemli sorulardan biri, rüyalardan bir edebiyat türü çıkıp çıkmayacağına ilişkin. “Hayal gücümüzden çıkmış edebiyata karşı, gördüğümüz rüyalardan çıkan bir edebiyatın sınırlarını nasıl çizebiliriz?” diyor Perec. r Yankı ENKİ aleano’nun Türkçeye son çevrilen kitaplarından biri olan Helena’nın Rüyaları, bize rüyaları kaleme almanın edebi ve yaratıcı yönünü gösteriyor, rüya görmek için uykuya yatmanın anlamını düşündürüyordu. Yakın tarihlerde okuduğumuz Ror Wolf imzalı başka bir düşselkurgu anlatısı Karanlığın Faydaları da, bir rüya güncesi gibi okunabilecek, romantizmin köklerinden beslenirken grotesk edebiyata doğru evrilen, karanlığın nasıl “faydalı” olacağını vurgulayıp modern insanın yabancılaşmasını anlatan bir eser olarak ayrılıyordu benzerlerinden. Georges Perec’in Karanlık Dükkân’ı da, bu iki eserin özelliklerinin kesiştiği bir rüya anlatısı. Yabancılaşma ve içe kapanma gibi durumları daha önce işlemiş olan Perec, rüyalarını kaleme aldığı bu kitabına başlarken bir itirafta bulunuyor: “Herkes rüya görür. Ama, sadece bazıları hatırlar rüyalarını, hatırlayanların çok azı onları anlatır, kâğıda dökenlerse daha da azdır. İhanet edeceğini bile bile (ve bunu yaparken mutlaka kendinize de ihanet edersiniz) insan niye rüyalarını yazmaya kalkar ki? Gördüğüm rüyaları kayda geçirdiğimi sanıyordum; kısa süre sonra fark ettim ki, meğer sırf yazmak için rüya görür olmuşum artık.” Böylece yazar, Galeano’nun bizi götürdüğü yere, hayalperestlikten ziyade bir rüyaperestliğe tekrar davetiye çıkarıyor. Rüyaları görmek ile onları yazmak arasındaki ilişkinin sadakate mi yoksa ihanete mi dayalı olduğunu düşündürüyor, rüyalardan sayfalara geçen kelimelerin yolculuğunu sorgulatıyor. Perec’in rüyalarını biriktirdiği o dükkân da, tıpkı Ror Wolf’un eseri S A Y F A 8 n 1 7 gibi, karanlık ama faydalı bir dükkân. PEREC’TEN BEKLENECEK TUHAFLIKLAR Claude Burgelin, yazarın kendine has edebi dünyasının ortaya çıktığı eser olarak kabul edilen, Perec’in de “tamamına erdirebildiğim ilk roman” dediği Paralı Asker adlı esere yazdığı önsözde, romanı ilk okuyuşunda yaşadığı sıkıntıdan bahseder. Perec’in ne anlatmaya çalıştığını bulmakta zorlandığını şöyle itiraf eder: “… öyküyü kavramakta güçlük çekmiş, tuhaf bir duruma düşmüştüm. Boğucu tünellerle ya da başlangıçtaki cinayetle allak bullak olmuştum. Bütün bunlara belli anlamlar yüklemeden önce, Perec’in karanlık dükkânından hangi parçaları açık ettiklerini bulmam gerekmez miydi?” (Paralı Asker, Çev. Esra Özdoğan, Sel Yayınları, 2013) İşte, Karanlık Dükkân’ın yayımlanmasıyla, artık Perec’in diğer eserlerinde karşımıza çıkan durumlara, mekânlara, nesnelere anlam yükleyebilmek için güçlü bir koz var elimizde. G Karanlık Dükkân’da 19681972 yılları arasında kayda geçirilmiş 124 tane rüya var. Sayfalar süren rüyalar olduğu gibi, neredeyse bir cümleye sığdırılmış, hatta bazen yazılmamış, sadece başlığı konulmuş rüyalar da var. Bir Perec kitabından beklenecek tuhaflıklarla dolu bu kitabın sayfa numaraları yok, bunların yerine rüya numaraları var. Böylece metni numaralandırmayı yayıncılara ya da okurlara bırakmamış oluyor yazar, kendi belirlediği sistemi dayatıyor, adeta “bu kitabı böyle okuyun; kaçıncı sayfada olduğunuzu unutun, hangi rüyada olduğunuza odaklanın” diyor bize. Kitapta kesik sahnelerden oluşan veya fragman halinde kaleme alınmış rüyaların yanında baştan sona dek bir bütünlük sergileyen, neredeyse kurgulanmış bir öykü gibi ilerleyen rüyalar da var. Örneğin Mart 1972’ye ait 112 numaralı ve “Kitaplar” başlıklı rüya, Perec’in göz koyduğu ama elde edemediği birtakım kitapların kısa öyküsünü anlatıyor. Sanki görülmüş bir rüya değil, kurulmuş bir hayal gibi ilerleyen olaylar, iyi bir öykücünün elinden çıkmış kısa bir öykünün kaba özeti gibi görülebilir. RÜYA VE EDEBİYAT Kitabın finalindeki rüya dizini, yazarın rüyalarındaki tematik ağırlığın hangi kelimeler, kavramlar, isimler, mekânlar ya da nesnelere verildiğini, yine sayfa numaraları yerine rüya numaralarıyla açıkça gösteriyor. Elbette rüyaları okurken özellikle öne çıkan bazı temaları fark etmek için bir dizine ihtiyacımız yok. Örneğin tutuklanma, toplama kampı, polisler ve askerler bu kitaptaki rüyalarda en sık karşılaştığımız unsurların başında geliyor. Perec gibi yeni yazarlık deneyimlerinin peşinden koşmayı iş edinmiş, rakamlar ile kelimeleri birlikte kullanmayı seven birinden bekleneceği gibi, kelimeler kadar rakamlar da rüyalarda önemli bir yer kaplıyor. Ayrıca, yazarın diğer kitaplarını okumuş olan kitlenin ilgisini çekecek şekilde, Kayboluş, Uyuyan Adam, Şeyler gibi kitaplar da yer yer rüyalarda rol alıyor. Diğer yandan, daha basit ve gündelik nesnelerin de sıklıkla yazarın rüyalarına malzeme olduğunu görmek mümkün. Örneğin çoraplar (bu ayrıntı Uyuyan Adam eserini bilenlerin ayrıca ilgisini çekecektir), birtakım yiyecekler, parasal meseleler sürekli karşımıza çıkıyor. Sosyolog Roger Bastide, Karanlık Dükkân’a yazdığı sonsözde, öncelikle Perec’in rüya metninin neden bir dükkâna dönüştüğünü anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. “Eğer,” diyor Bastide, “rüyalarını yazıyorsan ve onları okurlara iletiyorsan, bu onları bir gece monoloğundan diyaloğa dönüştürüyorsun, geceyi kapalı bir oda olmaktan çıkarıp bir ‘dükkân’ haline getiriyorsun, dolayısıyla umuma, müşteriye açık bir mekân haline getiriyorsun demektir.” Bastide bu zihin açıcı denemesinde rüyayı başkalarına iletmenin imkânlarını tartışıp, Perec’in metniyle ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışırken, yazarın rüyalarından hareketle cinsellik odaklı bir psikanaliz yerine siyasal bir psikanaliz öneriyor; cinselliğin bastırılmasına değil, siyasal muhalefetin bastırılmasına odaklanılması gerektiğinin altını çizerek sosyolojik bir yorum getiriyor. Sonuçta Perec’in metninin bize düşündürdüğü en önemli sorulardan biri, rüyalardan bir edebiyat türü çıkıp çıkmayacağına ilişkin. Hayal gücümüzden çıkmış edebiyata karşı, gördüğümüz rüyalardan çıkan bir edebiyatın sınırlarını nasıl çizebiliriz? Perec, kitabının girişinde “ihanet”ten bahsederken, aslında bir rüyayı kaleme almanın, hain bir şekilde de olsa yaratıcı olduğunu mu vurguluyor acaba? Rüyalar, aktarıldığı anda ya da Bastide’in dediği gibi bir dükkânda sergilendiği anda rüya olmaktan çıkıp, hayal gücümüzün, kurgumuzun bir parçası mı oluyorlar? Hayal “kuran” yazar mı yoksa rüya “gören” yazar mı edebiyatın sınırlarını daha iyi çiziyor? Eğer psikanalize başvurursak, en az rüya kadar rüyayı nasıl anlattığımızın önemli olduğunu görürüz. Ağzımızdan çıkan kelime tercihleri, bizi yazarlığa soyundurur, anlatıcı yapar, böylece rüya da öyküleşir, ama hakikati anlatan bir öyküdür bu. Bu, sadece yorumlardan bir tanesi, ama Perec’in “edebiyat” olarak kategorize edilen kitabı Karanlık Dükkân, bize rüya ve edebiyat arasındaki bu ilişkiyi tartışmaya çağırıyor. Orhan Pamuk, “Bir Rüya ve Suçluluk Üzerine Bir Not” başlıklı denemesinde, 1987’de tuttuğu hatıra defterlerinden birinde karşılaştığı rüya metnini ele alır, rüyasında geçen kelimeleri, duyguları, sorgular, rüyayı gördüğü zamanki haliyle yeniden karşılaştığı zamanki hali arasında bir karşılaştırma yapar. Karanlık Dükkân ise bu çözümleme işini bize bırakıyor ya da bu rüyaları kaleme alırken Perec çoktan kendini çözümledi bile… Eğer yazarın daha önceki eserlerini okuduysanız, bu dükkâna uğramakta fayda var; “karanlık” bir fayda… n Karanlık Dükkân/ Georges Perec/ Çeviren: Siren İdemen/ Metis Yayınları/ 248 s. K İ T A P S A Y I 1 3 3 5 E Y L Ü L 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear