29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Carol Dyhouse’dan “GösterişKadınlar, Tarih, Feminizm” Gösteriş: Ataerkil tuzağa düşüşün simgesi mi, yoksa bir başkaldırı mı? Britanyalı sosyal tarihçi Carol Dyhouse “Gösteriş” başlıklı bu kitabında dikkatini kadınlığın, kadın bedeninin kamusal alanda sergilenmesine çeviriyor. Yüz yıl içerisinde ünlü olmuş şarkıcı ve aktristlerin ikonik fotoğraflarıyla, eski reklamların afiş ve metinleriyle, bahsedilen dönemleri yansıtan fotoğraf ve görsellerle donatılmış kitap, bakışını 20. yüzyıla ve tüketim çağı kültürüne odaklayarak kadın kimliğinin tarihsel gelişiminin incelenmesine katkıda bulunuyor. r Merin SEVER eminizm ve sosyokültürel tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Carol Dyhouse’un ses getiren kitabı Gösteriş Kadınlar, Tarih, Feminizm, geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Kitap, ismiyle müsemma, daha kapağından başlayan bir cezbedicilikle karşılıyor okuru ve bir zaman tüneline daldırıveriyor. Sussex Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Dyhouse yolculuğu 1900’lerden başlatarak 90’lı yılların sonuna doğru ilerletirken biz de “Gösteriş ne menem bir şeymiş!” diyerek yüksek tempolu bir okuma serüvenine girişiyoruz. Şaşaa, debdebe, ihtişam… Gösteriş yerine belki de bu kelimelerden birini seçebilirdik. İngilizcedeki (ve aynı zamanda kitabın orijinal adı olan) glamour kelimesi için ilk bakışta hepsi de uygunmuş gibi gözüküyor. Glamour, bugüne kadar üzerine özellikle düşünmemiş olanlar için olumlu bir çağrışıma sahipken Türkçede gösteriş daha olumsuz şeyleri çağrıştırıyor; caka satmayı, gösteriş yaparak görgüsüzlüğünü dışa vurmayı, sonradan görmeliği akla getiren anlamlara da sahip. Ancak Carol Dyhouse, hem gösteriş kelimesinin işaret ettiği anlamın hem de gösterişin içeriğinin onyıllar içinde ne kadar değiştiğini gösteriyor bize. Okudukça anlıyoruz ki, ne ABD’de ne de Britanya’da gösteriş her zaman olumlu karşılanmış. Gösterişin buralarda da “klas olmayan”la, “kafa tutan”la, “dikkat çekmeye çekinmeyen”le bir bağlantısı var. Ve elbette, konu gösteriş olunca odağa yerleştirilmiş olan kadınlar var, lüks var, tüketim var. F vitrinlerinin erkek kıyafetleriyle dolu olduğunu, kadınlara yönelik üretimin en düşük seviyede kaldığını öğreniyoruz. Öyle ki, 1905’te Londra’yı ziyaret eden “ünlülerin kuaförü” Fransız Antoine, şehrin hemen her yerinde, her seviyedeki erkeklerin kadınlardan daha iyi giyimli olduğunu gözlemlemiş. Harcama alışkanlıklarındaki esas değişim, sonraki yıllarla geldi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra azalan erkek nüfusu ve kırılan gelenekçi yapıyla birlikte, bilhassa iki savaş arasındaki yıllarda, iş hayatına giren kadın sayısı artacak ve o güne kadarki klişelerin iddia ettiğinin aksine, ancak bu yıllarda “gösteriş”e daha fazla para harcanmaya başlanacaktı. 1920’ler ve 30’lar ise Hollywood’dan yayılan bir gösterişin dünyayı etkisi altına almaya başladığı yıllar olarak tarihe geçecekti. Kat kat kumaştan mamül elbiselerin yerini ince ve altında korse olmadan giyilen kıyafetler alacak, kırmızıya boyanmış dudaklar ve tırnaklar “Madonnafahişe” dikotomisine kıstırılan kadınlığı yeni bir imaja götürecekti. Marlene Dietrich, Mae West ve sonraki yıllarda Greta Garbo’yla bütünleşen bu imaj, geleneksel “masum ve iffetli kadın” imajından çok uzak, bir o kadar da başkaldırıcıydı. Nitekim bu modaya uymaya cesaret edebilen kadınların ödülü “modern” gözükmek ise cezası da “iffetsiz bulunmak”tı. EVLERİNE DÖNEN “HANIMLAR” Her şeye rağmen, 1800’lerin sonunda tedavüle giren gösteriş kelimesinin en olumlu biçimde kullanıldığı dönem, bu dönem olarak görünüyor. Sonraki yıllarda gösteriş kelimesinin olumsuzluğu çağrıştıran sıfatlarla birlikte kullanımı artıyor. 1950’lere doğru yol alınırken, İkinci Dünya Savaşı bitmişti ve savaştan dönen erkeklerin işe ihtiyacı vardı. Savaş yıllarında –mümkünse gönüllü olarak veya normalden çok daha düşük ücretlerle çalışması için teşvik edilen ve yedek işgücü olarak konumlandırılan “hanımlar”, artık evlerine dönebilirlerdi. Güçlü, bağımsız, korkusuz ve kendi kendine yeten kadın imajı miadını doldurmuştu; ibre yeniden hanımefendiler zamanının geldiğini gösteriyordu. Ne tesadüftür ki 50’li yıllar korseli incecik bellerin, hareket etmeyi zorlaştıran kıyafetlerin, kırılgan ve narin kadın imajının dönüş yılları oldu. Dyhouse, bu yıllarda gösterişli olmanın “avam ve klastan yoksun olmak” olarak görüldüğünü belirtiyor. Dahası, Marlene Dietrich gibi aktristlerle bütünleşen “Madonnafahişe” gösterişli giyinen kadınlar genelimajı daha çok başkaldırıcıydı. Marilyn Monroe ise filmlerdeki gösterişli görüntüsüyle “zengin avcısı” olarak tanımlanıyordu. likle hırsla, materyalist olmakla ve erkeklerin yerine gözlerini madığı kadar üretime damgasını vurduğu dikmekle, had bilmemekle suçlanıyorlar. tarihlerdi. Aşk, Lüks ve Kapitalizm’de kaYazar, bu yıllarda yayımlanan kadın dergilepitalizmin gelişimi içerisinde incelediği lüks rinde yer alan hikâyelerin, gösterişe kapılan mefhumunu kadınlarla ilişkilendirmekten kızların aşkı ve huzuru kaybeden tarafta geri durmayan Sombart da erkeklerin nereolduklarını gösterecek biçimde kaleme alındeyse bütün gösteriş harcamalarını kadındığını belirtiyor. Bu yıllardaki ünlü filmleri lar uğruna yaptığını iddia ederek faturayı de es geçmeyen Dyhouse, Rita Hayworth’ün kestirmeden kadınlara çıkarmıştı. Bu, çok ünlü Kapak Kızı (Cover Girl) filminin göstebilindik bir örüntünün tekrarıydı: Kadınları rişi seçen kızlara yapılan bir uyarı niteliğinde etkilemek için onlara giysiler, mücevherler, olduğuna dikkat çekiyor. parfümler alan erkekler ve erkeklerin para50’li yıllar ve sinema demişken, Marilyn sıyla gösteriş yapan kadınlar… Monroe’yu da anmamak olmaz. Monroe, Carol Dyhouse, 1900’lerin başından itibütün gösterişli görüntüsüyle, filmlerde tam baren ele aldığı gösteriş tarihinde, durumun bir “zengin avcısı” olarak tasvir ediliyordu. pek böyle olmadığını anlatarak başlıyor işe. Onun şaşaalı tuvaletler, kürkler ve mücevBu yıllarda işçi kadınların neredeyse kendileherler ile yaratılmış bu imajı, Bir Kızın En ri için hiçbir harcama yapmadıklarını, kendi İyi Arkadaşı Elmaslardır şarkısını söylerken kazandıkları parayı erkekler ve çocuklar için pekişiyordu. Ancak Erkekler Sarışın Sever harcadıklarını, hatta o dönemde Londra filmi, aynı zamanda sisteme yönelik bir eleşC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 3 5 MODERN GÖRÜNMEK, İFFETSİZ BULUNMAK Yoğun bir sanayileşmeyle birlikte, başta İngiltere olmak üzere bütün Avrupa, şehirlere yönelen göç dalgaları, kapitalist gelişme ve işçi sınıfının genişlemesi gibi faktörlerle karşı karşıya kalmıştı. Dobb başta olmak üzere birçok tarihçi, 15.16. yüzyıldan itibaren toplum yapısının ciddi anlamda değişmeye başladığını görmüş ve bu değişimin sebepleri ile kapitalizmin gelişimi üzerine kafa yormuşlardı. Dinamikleri üzerine mutlak bir uzlaşmaya varılamasa da kapitalizmin 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde neredeyse elle tutulacak bir somutluğa ulaşan bir toplumsal değişim yarattığı gerçeği, ayrıcalıklarına sıkı sıkıya tutunmak isteyenleri katı bir ahlakçılığa ve geleneklerin yüceltilmesi söylemine yöneltmişti. Bugün neredeyse karikatürize etmeden hatırlamanın imkânsız olduğu Viktoryen ahlakçılık, ağırlıklı olarak kadınları hedef alıyordu. Yine aynı tarihler, Sombart’ın deyimiyle, “incelmiş zevkler”in yükseldiği, refahın arttığı, lüksün hiç ol1 6 n 1 7 E Y L Ü L 2 0 1 5 Carol Dyhouse D. Dors, Picturegoer’ın Kapağında, 1955. S A Y F A
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear