Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
5 1 MART 2021 Pandemiyle birlikte bir kez daha neoliberal kapitalizmin vazgeçilmezi olan zararların toplumsallaştırılması ve kârların özelleştirilmesi ilkesinin geçerli olduğunu gördük... Yaşanan bu kriz aslında Avrupa’da birliğin jeopolitik ve endüstriyel olarak var olmadığını bir kez daha gösterdi. İngiliz örneğini göz önünde bulundurursak, AB’ye üye olmanın bir dezavantaj olduğunu bile düşünebiliriz. Fransa gibi bir ülke zorunlu lisansı kullanabilir. Peki hangi koşullar altında? Serbest ticaret dogmasını kırıp ilaç sektörü içinde “kamusal” bir alan oluşturarak, araştırma ve geliştirmeye büyük yatırımlar yaparak, sağlık sistemine gerekli malzeme ve insan gücü sağlayarak ve bütün bunlar sonucu bağımsızlığını yeniden kazanarak gelecekteki pandemilerle başa çıkabilir. Pandemide gözler aşı ve tedavi çalışmalarında. Küresel çapta aşıya erişimde ciddi zorluklar, adaletsizlikler yaşanıyor. Senegal aşılamaya ancak şubat ayının ortalarında başlayabildi. AŞIYA ERIŞIMDE EŞITSIZLIKLE BIRLIKTE DEVLETLERIN ILAÇ SEKTÖRÜNE YÖNELIK POLITIKASI TARTIŞMALARIN MERKEZINDE Küresel kamu malı yapabilmek... F P RÉDÉRIC IERRU, F S RÉDÉRICK TAMBACH J V ULIEN ERNAUDON * Baştarafı 1. sayfada P andeminin başlangıcına kıyasen farklı tutum sergileyen devlet başkanlarının ve Avrupa Birliği’nin daha önce yapmış oldukları basın açıklamaları ile başları dertte. Aslında reel politik diye tanımlanan güç hesapları ve ulusal çıkarlar üzerine kurulu dış politika, uluslararası ilaç şirketlerinin yararına uygulanıyor. Aşı önalım anlaşmalarının gizliliklerine rağmen, bazı düzenleyici bilgiler basına sızdı. Ve bir kez daha neoliberal kapitalizmin vazgeçilmezi olan zararların toplumsallaştırılması ve kârların özelleştirilmesi ilkesinin geçerli olduğunu gördük. Şöyle ki devletler ve Avrupa Komisyonu aşı geliştirme sırasında ve ardından büyük doz üretim sağlamak için laboratuvarlara 2 milyar Avro’dan fazla ödeme yaptılar. Dolayısıyla ilaç şirketlerinin risklerini azalttılar. Oysa bu şirketler patentler üzerinde kontrolü ellerinde tutuyor, aşı fiyatlarını belirlemek için devletlerle müzakere yürütüyor ve gelişmekte olan ülkelere yapılması planlanan bağışları ve ikincil satışları kısıtlıyor. Belçika Bütçe Bakanı Eva de Bleeker’in attığı tweet ile Avrupa Birliği’ne yapılan satış fiyatlarını açıkladı: AstraZeneca için 1.78 Avro, CureVac için 10 Avro ve Moderna için 14.68 Avro (2). Ocak ayında AstraZeneca imzalanan sözleşmedeki teslimat hükümlerinin esnekliğine dayanarak planlandığı gibi 80 milyon dozu 2021’in ilk çeyreğinde teslim edemeyeceğini Avrupa Komisyonu’na bildirdi. Bu gecikme aşılama programında büyük bir kargaşaya yol açtı. Gecikmenin nedeni ise İngiltere’nin halihazırda üretilen dozları kendi vatandaşları için ayırmasıydı. Bu durum İngiltere ile siyasi bir krizin başlamasına neden oldu fakat daha sonra teslim edilmeyen aşı dozları hakkında uzlaşma sağlanabildi. Yasal sorumluluk hükümleri ise aşının ciddi yan etkiler göstermesi durumunda ilaç şirketlerinin sorumluluklarını sınırlıyor. Aşının ciddi yan etkilerinden sözleşme tarafı olan devlet sorumlu tutulacak. Böylesine dengesiz sözleşme hükümleri dayatmayı başaran ilaç şirketlerini hikâyedeki tek kötü olarak göstermek adil olmaz. New York Times’a göre, Avrupa Yatırım Bankası BioNTech’e 100 milyon dolarlık bir kredi verdiğinde aşılardan elde edilen kârdan 25 milyon dolar kendisine ödeneceği şartı koydu. Sanki aşı üretiminden kâr elde etmek doğalmış gibi. Jeopolitik kapışma Bu mantık dışı sözleşmelere, Çin, ABD, Almanya, İngiltere, İsrail ve yakın zamanda “Sputnik V” aşısının tanınmasıyla stratejik zafere imza atan Rusya arasında aşı geliştirme, üretme ve erişimi için jeopolitik bir kapışma eklendi. Kusursuz olmasa da Londra, uzun ve çelişkili Brexit sürecinde öne sürülen Avrupa Birliği’nin koruyucu argümanını baltalayarak dinamik bir aşılama kampanyası yürütmeyi başardı. Boris Johnson hükümeti Mayıs 2020’de aşı araştırma, üretme ve strateji geliştirmek için “Aşı Görev Gücü” oluşturdu. Bu kapsamda İskoçya’da yeni bir aşının üretimi için Fransız şirketi Valneva ile ortaklık kurdu. Kısaca özetlersek, Fransa’da gözlemlenen yavaşlığın ve pasifliğin tam tersi İngiltere’de yaşandı. 4 Şubat itibarıyla İngiltere nüfusunun yüzde 16.2’sine en az bir doz aşı uygulanmışken bu oran İspanya’da yüzde 4, İtalya’da yüzde 3.9, Almanya’da yüzde 3.6 iken Fransa’da bu oran sadece yüzde 2.7 idi. Bu güçler yarışında Fransa sadece geride kalmakla yetinmedi, aşılama merkezleri de medya baskısı altında Ocak 2021’de alelacele kuruldu. Aşılama görevi ise zaten bitkin ve bunalmış durumda olan sağlık çalışanlarının omuzlarına yüklendi. Daha da beteri, akla mantığa sığmayan bir şekilde hükümet, hastanelerdeki yatak sayısını azaltmaya devam etti. Fransız ilaç şirketi Sanofi “ulusal aşı” yarışında başarısız olunca Delpharm veya Recipharm gibi şirketlerle aşı şişeleme ve paketleme gibi belirli taşeronluk görevlerini üstlendi. Bu faaliyetlerde de gecikme yaşandı ve ancak şubat ayında başlayabildi. Adaletsizlik tablosu Bu yavaşlığın yarattığı gergin ortamda gelişmekte olan ülkelere artık neden öncelik verilmediğini anlayabiliriz. Oxfam’a göre, ilaç şirketleri patent konusuna odaklanmışken, CTAP ve Covax mekanizmaları çalışmazken, zengin ülkelerde yaşayan dünya nüfusunun yüzde 13’ü dozların yüzde 51’ini önceden sipariş etti bile. İlk teslimatlar yapılınca Avrupa Birliği içinde bile göze çarpan eşitsizlikler ortaya çıktı. İtalya’ya 9 bin 750 doz, Fransa’ya 19 bin 500 doz dağıtılırken Almanya’ya 151 bin 125 doz teslim edildi (4). Bu rakamları ilgili ülkelerin nüfuslarına göre değerlendirince bile aradaki fark açıklanamıyor. Dolayısıyla bazı ülkelerin diğerlerinden daha eşit konumda olmadığı gerçeği ortaya çıkıyor. Almanya, komisyonun aşılar için ortak tedarik mekanizmasına bağlı olmasına rağmen, ek dozlar temin etmek için ilaç şirketleri ile bire bir müzakere yürütmeye devam ediyor (5). Kuzey ile Güney arasında, Kuzey ülkeleri arasında ve hatta her ülke çapında “yaşam değerinde eşitliği (6)” garanti altına almak için, ilaç sektörünü düzenleyen kuralları temelden gözden geçirmek gerek. Mevcut kriz, bu sektörde uygulanan baskın ekonomik modelin sapmalarını gözler önüne serdi. Nitekim, biyoteknoloji ve genomikteki yükseliş sayesinde, laboratuvarlar ArGe sürecini ve dolayısıyla risklerini, genellikle kamu fonlarından yararlanan ve üniversiteler tarafından desteklenen startup şirketlere daha fazla devretmeye başladı (7). BioNTech ve Moderna modellerinde de bu durum yaşandı. Bununla birlikte, temel araştırma, kamu fonları ve özel sektör arasındaki karmaşık ilişkilere rağmen fikri mülkiyet hakları önem kazanmaya devam ediyor. Ayrıca, kamu fonları sağlık sistemleri aracılığıyla açık artırma mekanizmasına göre çalışan ilaç piyasasını kârlı hale getirdi. Uluslararası ilaç şirketleri, istedikleri fiyat üzerinde anlaşma sağlamak için ülkeleri rekabete sokuyor ve satış hacmine dayalı olarak gizli indirimler uyguluyor. ‘Zorunlu lisans’... Kamu kaynaklarının tükenmesi ve aşı kıtlığı ile karşı karşıya kalan birçok sağlık çalışanı, aktivist, sivil toplum örgütü ve ülkeler, devletleri “zorunlu lisansı” etkinleştirmeye çağırıyor (8). 18. yüzyılın sonunda ABD’de ortaya çıkan bu kavram, sınai mülkiyetin korunmasına ilişkin Paris Sözleşmesi’nde yapılan değişiklik sayesinde 1925 yılında uluslararası standartlara dahil edildi (9). “Resen lisans” olarak da adlandırılan zorunlu lisans, HIV/AIDS salgınından ağır etkilenen ülkelerin, özellikle de Güney Afrika’nın seferberlik çağrısı ardından, 2001 yılında “Doha Deklarasyonu” ile teminat altına alındı. Normal şartlarda otuz yıl süren fikri mülkiyet haklarını, Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması’nın (TRIPS) 31. Maddesi, “ulusal acil durumlarda ve diğer aşırı acil durumlarda veya ticari olmayan kamu kullanım” durumunda istisnai kullanıma izin veriyor. Ve bu istisnayı “hak sahibinin iznine” başvurmadan düzenliyor (10). Zorunlu lisansı etkinleştirmek için Fransa yukardaki dayanaklardan daha ileri gidebilir. 8 Şubat 1959 tarihli kararname Fransız hükümetine, yetersiz miktar veya kalitede olan ilaçlar için veya halk sağlığı için gerekli olan ama anormal derecede yüksek ilaç fiyatları karşısında patentleri askıya alma yetkisi veriyor. Asıl konu patentlerin sağladığı münhasır haklar ile toplum sağlığının yüksek yararı arasında bir denge kurmak. Bugünlerde karşı karşıya olduğumuz durum tam olarak bu. Güney Afrika, Bolivya, Kenya, Eswatini (eski Svaziland), Moğolistan, Mozambik, Pakistan ve Venezüella’nın talep ettiği gibi neden zorunlu lisansa başvurulmuyor?.. Öncelikle karşımıza hukuki engeller çıkıyor. “Aciliyet” kavramını tanımlamak gerekiyor ve bugüne kadar DTÖ TRIPS Konseyi içinde bir fikir birliğine varılmadı (11). Ayrıca, zorunlu lisans çok sayıda şirketi etkileyebilir. Aşı üretimi için teknik bilgilere (know how), klinik verilere erişim ve element içeriklerden oluşan bir “patent yığını” karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla zorunlu lisans mücadelesi epey bir zaman alabilir. Üretimde sorunlar yaşanıyor Bir de lojistik engel var. Endüstriyel olarak milyonlarca doz üretebilme kapasitesine sahip olmak gerek. Ancak Fransa örneğine dönersek yaşanan sağlık krizi, Cumhurbaşkanı tarafından desteklenen sanayisizleşmeyi gözler önüne serdi. 2020’de maske üretiminin yeniden başlatılması bile iki ay sürmüştü. Oysa yaşanan bu fiyasko bir sonraki adım olan aşı üretimi için gerekli hazırlıkların yapılmasına işaret etmeliydi. Her ne kadar zor ve karmaşık bir süreç olsa bile bugün en etkili olarak bilinen haberci mRNA bazlı aşı üretimine daha büyük özen gösterilmeliydi. Son olarak, karşımıza duvar gibi belirlenen jeopolitik bir engel var. Zorunlu lisansı etkinleştirmek diğer egemen güçlerle, özellikle en iyi performans gösteren aşıları sunan iki şirketin bulunduğu ABD ile sürtüşmeye yol açabilir. Fransa, Avrupa Birliği ve onlarla beraber diğer ülkeler, ABD’ye kafa tutma cesareti gösterebilir mi? Fransa daha önce bunu hiç yapmadı. 2014 yılında Amerikan Gilead ilaç şirketi, hepatit C’ye karşı çok etkili bir ilaç olan Sovaldi’nin fiyatını 41 bin Avro olarak belirlediğinde Fransız hükümeti zorunlu lisansı etkinleştirmek yerine bu fahiş fiyatı kabul etmeyi tercih etti. Böylece ABD’nin misillemelerine maruz kalmaktan kurtuldu (12). Bu ülkelerin tam tersine, ABD bu tür tedbirlere başvurmakta hiçbir zaman tereddüt etmedi. 11 Eylül sonrası biyoteröristler ülkeyi şarbon gibi patojenlerle tehdit ettiklerinde, patenti Bayer’e ait olan şarbon hastalığının ilacı siprofloksasini üretebilmek için zorunlu lisansı etkinleştirme tehdidini savurdu. Ve sonuç olarak Bayer ilaç fiyatını düşürmeyi kabul etti. Öte yandan ABD, TRIPS önerilerine uymayan ülkelerin kara listesi “special 301” hazırladı. Bu listede hâlâ lisans altında olan ilaçların jenerik yani muadillerini üreten Hindistan, Çin ve kısa bir süreliğine Kanada da vardı. ABD’nin sergilediği tutumu özetle “Dediğimi yap, yaptığımı değil!” oldu. Yaşanan bu kriz aslında Avrupa’da birliğin jeopolitik ve endüstriyel olarak var olmadığını bir kez daha gösterdi. İngiliz örneğini göz önünde bulundurursak, AB’ye üye olmanın bir dezavantaj olduğunu bile düşünebiliriz. Fransa gibi bir ülke zorunlu lisansı kullanabilir. Peki hangi koşullar altında? Serbest ticaret dogmasını kırıp ilaç sektörü içinde “kamusal” bir alan oluşturarak, araştırma ve geliştirmeye büyük yatırımlar yaparak, sağlık sistemine gerekli malzeme ve insan gücü sağlayarak ve bütün bunlar sonucu bağımsızlığını yeniden kazanarak gelecekteki pandemilerle başa çıkabilir. Bütün bunlar gelecek için geçerli. Şimdilik aşının küresel bir kamu malı olarak değerlendirilmesini savunan yurttaş girişimleri desteklenmeli ama her şeyden önce ABD federal devlet koruması altında olan Amerikalı ilaç şirketlerinin hâkimiyetini engellemek için Çin, Rusya ve Hindistan gibi diğer güçlerle anlaşma sağlamak gerekir. Fransız diplomasisindeki son gelişmeler bu yönde ilerliyor gibi görünüyor. Rus ve Çin aşılarının piyasaya girmesi için diğer aşı mucitleri ile “gönüllü lisans” yoluyla fikri mülkiyet haklarının geçici olarak askıya alınması söz konusu olabilir. Aşı bağışı yapılmalı Aynı şekilde, ilaç şirketlerine finansal destek verilirken kamu finansmanını ve yatırım riskini azaltma stratejisini (“derisking”) üretilen ürünlerin düşük hatta maliyet fiyatıyla satışa koşullandırmak da düşünülebilir. Ayrıca tüm gerekli bilgiler (patentler, süreçler), üretim zincirleri kurabilen fakir veya gelişmekte olan ülkelerdeki şirketlerle paylaşılmalı ki elde edilen aşılar gelişmekte olan ülkelere düşük fiyata satılabilsin. Ayrıca alım gücü olmayan çok fakir ülkelere ise aşılar “küresel alıcılar” tarafından bağış yoluyla verilmeli. Böylece, tanık olduğumuz ve bazılarının “organize serbest piyasa ekonomisi” olarak adlandırdığı ama aslında devletlerin ilaç sektörüne verdiği astronomik yetkiler dışında “serbest” olmayan bu üzücü gösteriye bir son verebilelim (13). (*) Frédéric Pierru, sosyolog, Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde (CNRS) araştırmacı André Grimaldi ile “Sağlık: Acil durum” (Santé: Urgence, Odile Jacob, Paris, 2020) adlı kitabın yazarı. Frédérick Stambach, Ambazac kırsalında hekim. Julien Vernaudon, Hospices Civils de Lyon (HCL) Devlet Hastanesi’nde pratisyen hekim. Çeviri: Elvan Akansu Kara (1) “Emmanuel Macron’un Covid19 salgınıyla mücadele ve gelecekteki salgınlara hazırlık hakkında açıklaması”, 21 Kasım 2020, www.viepublique.fr (2) Eva de Bleeker’ın 17 Aralık 2020 tarihinde attığı ve ertesi gün sildiği tweet. (3) Matt Apuzzo ve Selam Gebredikan, “Hükümetler gizli aşı anlaşmaları imzaladı. İşte sakladıkları bilgiler”, The New York Times, 28 Ocak 2021. (4) Virginie Malingre, “Covid19’a karşı aşılama: AB’nin başarısızlıkları, gecikmeleri başarılarını gölgede bırakıyor”, Le Monde, 6 Şubat 2021. (5) Jilian Deutsch, “Derin cepler sayesinde, Almanya fazladan koronavirüs aşıları aldı”, Politico, Washington, DC, 7 Ocak 2021. (6) Didier Fassin, Yaşamların eşitsizliği, Fayard Collège de France, Paris, 2020. (7) Margaret Kyle ve Anne Perrot, “ilaç sektöründeki yenilik: Fransa’nın yavaşlığı nasıl telafi edilir? “, Les Notes du Conseil d’analyse économique, No. 62, Paris, Ocak 2021. (8) “Covid19 aşıları küresel bir kamu malı olmalı!”, www.change.org online dilekçe (9) Gaëlle Krikorian, “Zorunlu lisans”, Marie Cornu, Fabienne Orsi ve Judith Rochfeld editörlüğünde, Dictionnaire des biens communs, Presses Universitaires de France, Paris, 2021 (2. baskı). (10) “TRIPS Sözleşmesinin Metni”, DTÖ, www.wto.org (11) Kaitlin Mara, “2021’e kadar beklemede olan Covid Technology’ye ilişkin fikri mülkiyet feragatine ilişkin karar; sonraki adımlar nelerdir?”, Medicines Law and Policy, Washington, DC, 18 Aralık 2020. (12) Olivier Maguet, Sağlığın yüksek bedeli: Sovaldi vakası, Raisons d´agir, Paris, 2020.