27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> aralarındaki farklılıklara rağmen, ortak bir hedefi paylaşıyor: Hukuk devletini, güçler ayrılığını ve diğer temel hak ve özgürlüklerle birlikte ifade özgürlüğünü anayasal güvence altına almaya çalışan bir siyasi tarihin ve demokratik modelin mirasçısı olan bir kamu yönetimi vizyonunu teşvik etmek. Çin hükümeti nasıl oldu da böyle bir programın kendisini baştan çıkarmasına izin verebildi? Jeopolitik, dilsel ve ekonomik gücü sayesinde ABD’nin tüm dünya üzerinde sahip olduğu kültürel, sembolik ve normatif etkiyi Çin’de daha da büyük kılan, ABD’de eğitim görmüş Çinlilerin yüksek eğitim ve araştırma kurumlarında sayıca yüksek oranlarda temsil edilmesidir. ABD ile Çin arasında öğrencilerin ve araştırmacıların yüz yıldan fazla süren hareketliliğinin yanı sıra bilimsel uzmanlıkların edinilmesi için yürütülen gönüllü strateji, hükümetin yabancı okullardan mezun olan, ülkeye geri dönmeye ve bilgi ve ilişki ağlarını değerlendirmeye hazır çok sayıda kişinin birinci elden deneyimlerine güvenmesini sağlıyor. Özellikle de fikirlerin ulusaşırı dolaşımı için elverişli olan bir konjonktürde, Amerikan MPA modeli böylece Çin’in kendi iradesiyle ülke topraklarına giriş yapmış oldu. Üniversite mensupları ve Eğitim Bakanlığı memurlarından oluşan heyetler, kamu yönetimi konusundaki en iyi eğitim sistemlerini araştırmak üzere 19961998 arasında ABD, Kanada ve Avrupa’ya gittiler. Özellikle de ABD’de kamu yönetimi eğitiminin doğduğu kurumlarda gözlemlerde bulundular: Syracuse Üniversitesi’nde Maxwell School, Harvard Üniversitesi’nde John F. Kennedy School, Pittsburgh’da Carnegie Mellon Üniversitesi ve New York’taki Columbia Üniversitesi. Bu kurumlardaki öğretim görevlileri daha sonra değerlendirme ve danışmanlık misyonları çerçevesinde Çin’e davet edildiler. Karşılıklı ziyaretler yabancı deneyimleri anlamaya, verimliliklerini değerlendirmeye ve özellikle de ülkeye getirilip uyarlanabilecek unsurların tespit edilmesine olanak tanıdı. Bu heyetlerin bazı üyeleri de dönüşlerinde hazırladıkları kurum içi raporlarda, Amerikan MPA programlarının Çin’de başlatılmasından yana görüş bildirdiler. 150 bin kişi katıldı Hükümet projeyi 1999’da onayladı. Daha sonra, en iyi üniversitelerden teklif sunmalarını isteyerek pilot uygulama kapsamında ilk mezunları yetiştirmek üzere aralarından yirmi dördünü seçti. Dünyadaki yeni rekabet ortamında kaynak ve avantaj arayışı içerisinde olan Çin, MPA programını ilk önce elitlerin yetiştiği en önemli geleneksel eğitim kurumlarında hayata geçirdi (Pekin Üniversitesi, Tsinghua Üniversitesi, Çin Halk Üniversitesi, Şanghay’daki Fudan Üniversitesi vb.) Bunu takip eden on beş yıl boyunca, her yerde yüzden fazla okul gün yüzüne çıktı: MPA programlarının sayısı 2001 yılında 24 iken 2016 yılında 146 oldu, 2004’te 1055 olan mezun sayısı ise on yıl sonra 10 bin 476’ya çıktı. Toplamda 150 binden fazla kişi bu mastır programına katıldı; bu rakam 7.1 milyon memur için düşük olsa da, aday olmanın tercihe bağlı olduğu yepyeni bir üniversite arzı için yüksek sayılır. Bu yabancı eğitim modelinin ülkeye nakli başarılı oldu; idari ve politik iki sistem arasındaki uyuşmazlığa rağmen okulların çeşitliliğiyle birlikte programa kaydolan öğrenci sayısı da arttı. Tartışmaya dayalı öğretim Hong Kong Çin Üniversitesi’nde yetişen Tsinghua Üniversitesi’nden Profesör Chen Wei, “Öğrenciler yabancı bir ülkedeki deneyimime ilgi duyuyor çünkü orijinal kavramlar ve fikirler, şimdilik, Batılı kitaplardan geliyor” diyor. MPA programı çerçevesinde, ABD’de olduğu gibi kamu politikaları, organizasyon teorileri, sosyal bilimler, politik ekonomi, insan kaynakları yönetimi, ölçme metotları, Çin idare hukuku gibi konuların yanı sıra yerel ihtiyaçlara özgü kamu yöneticiliği, kamu politikaları analizi, sosyalizm pratiği ve teorisi, İngilizce, bölgesel kalkınma ve kent yönetimi gibi konular da öğretiliyor. “Amaç öğrencilerin ilgisini çekebilmek” diyen Chen, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kullandığım iki metot var: Hem en yeni kavramları öğretiyorum, hem de gerçek hayattan alınmış çok sayıda örnek veriyorum. Bu örnekler çok önemliler. MPA eğitimi öğrenciler için faydalı olmalı. Her yeni konu hakkında grupla beraber bir tartışma başlatıyorum ve yavaş yavaş kendi fikrimi daha az ifade ederek sözü daha fazla onlara bırakıyorum.” Yabancı içerik, teori ve örneklere dayanan bu dersler arabuluculuk olmadan faydalı olamazlardı, çünkü Çin’deki kamu çalışanlarının günlük mesleki pratikleri açısından kullanışlı değillerdi. Eğitmenler ve sorumlular, bu uyuşmazlığın politik veya ideolojik olduğunu kabullenmek yerine, Batı teorisi ile yerel uygulamalar arasındaki mesafeye dikkat çektiler ve pedagoji üzerinde durarak programın Çin’e uyarlanması için harekete geçtiler. Böylece MPA programları içerisine ağırlıklı olarak vaka incelemeleri dahil edilmiş oldu. Amerikan hukuk okullarında 1880’li yılların sonunda doğan ve daha sonra işletme okulları aracılığıyla yaygınlaşan bu benzetim (simülasyon) ve tartışmaya dayalı öğretim metodu, kısa sürede Çin mastır eğitiminin alametifarikası olarak kendini kabul ettirdi. Gerçek olgulara dayanan eğitsel amaçlı örnek bir vakayı oluşturup sınıfta kullanmak için özel bir prosedür ve metot gerekiyor. Üniversite derslerinde güncel olaylar bu kurgu olmadan doğrudan işlenemiyor; en azından sosyal bilimler veya kamu politikaları eğitimi çerçevesinde bu mümkün değil. Örnek vaka incelemesi sayesinde “hassas” addedilen konular sınıflara girebiliyor: Sosyal eşitsizlikler, yolsuzluk ve haksız kazanç, zorla mallara el konulması, halkların yerlerinden edilmesi, çevre kirliliği, enerji kaynaklarının özelleştirilmesi, işsizlik, güvencesizlik, mali sistemin işleyişindeki aksaklıklar vb. Üstelik çerçeve ve rollerin önceden belirlendiği eğitsel bir etkinlik söz konusu olduğu için, yöntem sayesinde bu tip konuların tartışılması mümkün hale geliyor. Çin bağlamında, ABD tarafından eleştirilen basit ve görünüşte indirgemeci yapıdaki bu tartışma çerçevesi, sözü hapsederken çelişkili biçimde, onu özgürleştiriyor da. Tsinghua Üniversitesi’ndeki bir derste örnek olarak öğrencilere şöyle bir vaka sunuldu (2): “Hangisine öncelik tanımak gerekir: Sel baskınlarını önlemek mi ya da toplantılara katılmak mı? İdari bir anlaşmazlık karşısında kalan bölgesel bir kuruluş vakası.” Öğrencilerden hiyerarşik ilişki üzerine düşünmeleri ve amirlerin verdiği talimatlar ile olağanüstü bir acil durumda müdahale etme gerekliliği arasındaki çatışma karşısında bir tutum almaları istendi (burada Yangzi Nehri yakınındaki bir sel baskını riski söz konusuydu). Örnek vakanın sonunda şu sorular soruldu: “Eğer bu kuruluşun müdürü siz olsaydınız ne yapardınız? Seçiminiz ne olurdu?”; “Müdürün tedirginliği önlenebilir mi? Bu çatışmanın nedenleriyle ilgili düşünceleriniz neler?” Bu sorular ve anlatının bütünü hem prosedürlerin sıkı sıkıya uygulanması hem de hiyerarşik yetkiye itaat edilmesi üzerinde düşünmeye sevk ediyor. Bu düşünceler, asiliğin veya direnmenin öğütlenmesine kadar ileri gitmeden, idari yetkililerin seçimlerine rehberlik etmesi gereken serbest irade ve sağduyu ile ilgili soruları ortaya koyuyorlar. Bu durum özellikle deneyimli ve yerel bağlam konusunda derin bilgiye sahip yetkililer için geçerli. Böylelikle, idarenin ve parti kadrolarının eylemlerinde on yıllardır var olan gri alanları ele almak mümkün hale geliyor; ancak bunu yaparken, bir norm çerçevesinde tutum takınılmasına yol açılmıyor. Ucu açık sorularla, tüm seçeneklerin meşru ve savunulabilir oldukları ve ders sırasında herhangi bir fikir tartışmasına konu olabilecekleri üstü kapalı olarak kabul ediliyor. Tartışmalara katılım dereceleri değişken olan öğrenciler her zaman güncel Çin’den bahsetseler de tartışmalar sanki sadece bir okul vakasından ibaretmiş gibi yürütülüyor. Prosedür kuralları gereği karşılıklı etkileşimler sırasında aktörlere belirli roller veriliyor. Belirlenen tartışma çerçevesi, bu rollerin değişmezliğiyle ilgili bir yanılsama, hatta bir mazeret sağlıyor. Öğretmen sadece tartışmayı kolaylaştırırken öğrenciler de kendilerini ilgilendirmeyen bir konuyla ilgili mesafeli bir fikir beyan ediyorlar. Sınırları aşmaktan veya grubun diğer üyeleri tarafından had bildirilmesinden korkmadan her konu üzerinde tartışma yürütülebiliyor. Bunu mümkün kılan çok iyi bir neden var; gerçeklerden doğrudan konuşulmuyor. Örnek vaka analizi metoduyla eğitim, genel olarak “returnees” denilen kişiler tarafından veriliyor; bu İngilizce terim genel olarak, Batı’da veya başka bir Asya ülkesinde eğitim görmüş ve üniversite ya da iş dünyasında sorumluluk almak üzere geri dönmüş Çinliler için kullanılıyor. Batı teorilerine aşina olan bu eğitmenler sayesinde, örnek vaka çalışmaları, bir tarafta yabancı düşünce ve metotlar, diğer tarafta ise öğrencilerin bunları anlama ve kendi mesleki ortamlarına taşıma kapasiteleri arasında bir köprü görevi görüyor. Aslında, öğrencilerin derste öğrendiklerinin büyük bölümü geldikleri idari kurumdaki uygulamalarıyla örtüşmüyor. Yalnızca “returnees” olarak adlandırılan kişiler, bu iki dünyanın da kaynaklarını ve sınırlarını bildikleri için bu riskli aktarımı sağlayabiliyor. İlk mezunların deneyimi Çin bürokrasisinin içerisinde olduğu değişimi anlamaya imkân tanıyor. Yabancılardan esinlenme, bir istikrarsızlığa yol açmadan, bu değişimin önemli bir bileşeni oldu. MPA öğrencileri sorumluluk, yolsuzlukla mücadele, teknik uzmanlık, iyi yönetişim gibi kavram, düşünce ve değerlere sahip çıkıyorlar. Yenilikçi etkisi eskiyle uyumlu biçimde bir arada var olan bir idari kültürü yeniden yaratıyorlar. MPA eğitimleri onlara dış kaynaklardan beslenme fırsatını verirken bu aktarımın akış dozunu ayarlamayı da onlara bırakıyor. Politik değişimlere göre bu akış hızlandırılabilir, azaltılabilir veya geçici olarak durdurulabilir. Yol haritası... Örneğin Fudan MPA mezunu Wang Ping’e göre, “geleneksel yönetişim anlayışı toplumun ortaya koyduğu zorlu hedeflere cevap vermeye imkân sağlamıyor. Eskiden, anlaşmazlık durumlarında vatandaşlarımız mahkemeye giderlerdi. Şimdi arabuluculuğun ne olduğunu biliyorlar. Eğer idare edilenler anlaşmazlıklarını hükümete ihtiyaç duymadan çözebilirlerse, kaynak tasarrufu sağlanabilir. O halde bizim rolümüz, anlaşmazlıkların daha fazla arabuluculuk yoluyla çözülmesi için halkın alışkanlıklarını değiştirmek. Tüm bunlar yeni teorilerin girişi sayesinde mümkün oldu.” Wang, “Elbette öğrendiğim her şeyi her zaman kullanamıyorum” diyerek sözlerini sürdürüyor: “Bu uzun soluklu bir süreç. Ancak çalışmamla ve özümsediğim bilgi sayesinde, uzun vadede çalışma biçimini etkileyebilme kapasitesine sahibim.” Eski mezunlar “kapasite” sözcüğünü çok sık kullanıyorlar (Çince nengli). Diplomaları gerçekten de onlara uzun vadede daha büyük bir eylem kapasitesi, bunu hayata geçirme olanakları ve hatta bir güç kapasitesi sağlıyor (neng şu anlamlara geliyor: “kapasite”, “yeterlilik”, “icazet”; li ise “güç”, “iktidar”, “etki”). Wang Ping sözlerine şöyle açıklık getiriyor: “MPA’da öğrenilen teoriler işim ve kamu idaresinin çalışmasının gelişimi için birer yol haritasıdır. Değişime sağlanan bir yardımdır. Diplomamı aldıktan sonra, çalıştığım kamu idaresinin personel departmanını meslektaşlarımı bu eğitime göndermesi için teşvik ettim. Yükselmek ve kariyer gelişimi açısından bu diploma çok da gerekli değil ancak memurların işlerindeki pratiklerini değiştirebilmeleri için bu eğitimin çok faydalı olduğuna inanıyorum.” Yeni mezunlar, MPA programı ve sonrasında burada öğrenilen iyi uygulamaların tatbik edilmesi sayesinde, parti devleti memurlarının performans göstergelerinden biri olan “erdemi” temsil ediyorlar; ancak bunun nedenlerinin komünist ideolojiye uyum göstermekle bir ilgisi yok. Ortak vizyon ve değerlerle donanmış bu öğrenciler, kendilerini eski ve yeni düsturlara hâkim olmayı beceren modern rehberler olarak görüyorlar. Gerek siyasi sadakate dayalı bir liyakat sistemi mantığının sürdüğü bir sistem içerisinde olsun, gerekse daha ziyade mesleki bilgi ve uzmanlığa dayalı yeni sistem içerisinde olsun, mesleki açıdan uyum göstermeyi, yön belirlemeyi ve gelişim göstermeyi biliyorlar. Bu yeni devlet bürokrasisi, ülke hangi yönü seçerse seçsin, her cephede rol oynayarak sosyal yükselme şanslarını olabildiğince artırmak istiyor. Ülke dinamikleri ister modernleşmeci ister muhafazakâr olsun, fırsatları ortaya çıkacakları yerde değerlendirmeye hazırlar. (*) Sosyolog, Arènes – Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS), Halk Sağlığı Yüksek Okulu (EHESP), “Mandarinler 2.0. Amerikan tarzı eğitilen Çin bürokrasisi” başlıklı denemenin yazarı (Presses de Sciences Po, Paris, 2020) Çeviri: Zeynep Peker (1) İsimler hayalidir. “Tanıklıklar Mandarinler 2.0.” (Les Presses de Sciences Po, Paris, 2020) makalesindeki sahada gerçekleşen görüşmelerden alınmıştır. (2) Vaka CCCC0540E, Kamu İdaresi ve İşletmesi Okulu, Tsinghua Üniversitesi, Pekin, 2005. 5 4 OCAK 2021 Thorez’in günlüğü SERGE HALIMI T emmuz 1964’te, ölümünden birkaç gün önce, Maurice Thorez, tatilini bir kez daha Kırım’da geçirmek üzere bindiği bir teknede, madenci olarak geçirdiği gençliğini anımsadı: “triyaj (elle ayıklama) işine 4. kuyuda, 17 Temmuz 1912’de, 12 yaşımda başladım.” Bu sayfa günlüğünün son sayfalarından biri olacaktı. Thorez geçirdiği felç sonrası, 25 Kasım 1952’den itibaren Sovyetler Birliği’nde iki buçuk yıl boyunca (1) gördüğü tedavi süresinde, bir rehabilitasyon egzersizi olarak, bu günlüğü tutmaya özen gösterdi. Başlangıçta çok zorlanarak, elleri titreyerek yazıyordu. İlk gün beş kelime, ilk aylar tek satır yazabildi. Yavaş yavaş eli güçleniyor ve cümleler birbirini takip ediyordu ancak paragraf sayısı günde iki veya üçü geçmedi. Thorez, aynı zamanda sağlığıyla ilgili gelişmeleri de kayda aldı; örneğin Eylül 1957’de “yeleğinin düğmelerini ilikleyebildiğini” yazdı. Fransız Komünist liderlerinin sık sık polis tarafından kovalandığı, bazen hapse atıldığı bir dönemde, Fransız Komünist Partisi (PCF) Genel Sekreteri Maurice Thorez, not defterlerine fazla hassas sayılabilecek hiçbir şeyi yazmamaya dikkat ediyordu. Sonuçta, okur doğal olarak, doğum günlerini, aile kutlamalarını, yürüyüşleri, gezileri, istasyondan karşılanacak akrabaları, ahududu reçellerini ve “Jeannette”in imal ettiği kiraz kompostolarını tüm açıklığıyla sıralayan bu sayfaları atlayacaktı. Çünkü Jeannette ThorezVermeersch’in “Maurice” ile oluşturduğu ilişki füzyonel bir ilişkiydi. Jeannette anaç, ama aynı zamanda partinin Siyasi Büro üyelerindendi ve sıkça halka açık toplantılar düzenliyordu. Kocasının “çok iyi”, “canlı” veya “dikkat çekici” olarak nitelendirdiği makaleleri bazen kadınları, kadın işçileri, “anneleri” ve “ev kadınlarını” konu alıyordu. ThorezVermeersch çifti kadınlara doğum kontrolü yöntemlerini önermiyordu. Thorez, 5 Nisan 1956’da “yeni Malthus’çu akımı kışkırtan birkaç komünist doktora” açıkça saldırdı. Bir ay sonra, “Kadınların kurtuluşuna giden yolun, kürtaj kliniklerinden değil, sosyal reformlardan, sosyal devrimden geçtiğini” ilan etti. Ama Thorez için bu “yol”, aynı zamanda Ulusal Meclis’ten de geçiyordu. Komünist lider aynı yıl seçilen on dokuz milletvekilinden on beşinin kendi partisinden olmasından memnuniyet duyuyordu. Bu sayı diğer siyasi partilerin o dönemde gerilemesine işaret ediyordu. Okuyucu çoğu kez daha fazla bilgiye erişmek istiyor ama sayısız karşılaşmasını rapor eden Thorez, neredeyse hiçbir şey açıklamıyordu. Örneğin 24 Haziran 1960’ta kaleme aldığı bir anekdot şöyleydi: “Evde öğle yemeğine gelen Casa ile uzun bir tartışma yaşadık; çeşitli konulardaki bakış açısını benimle paylaştı ve Siyasi Büro üyeleri hakkında çürüttüğüm gözlemlerde bulundu. Casa’yı, fırsatçıların ve düşmanların üzerinde spekülasyon yaptığı, Servin ve kendisinin belirli bir tutumuna karşı uyardım.” PCF’nin (Fransız Komünist Partisi) General de Gaulle rejimine ilişkin sert karikatüral değerlendirmesinin “faşizme giden yolu açan” bir “kişisel diktatörlük” Laurent Casanova, Maurice Servin ve diğer komünist liderler arasındaki ayrışmanın ana konularından birini oluşturduğu bir zamanda, bu “uzun tartışmanın” detaylarını öğrenmek isterdik. Thorez, aynı yılın ağustos ayında, Arnavut lider Enver Hoca ve on gün sonra Nikita Kruşçev ile görüştü. Ve yine burada, Arnavutlar ve Sovyetler’in uluslararası komünist hareketini parçalayan ayrılığının başlıca kahramanları olduğu bir zamanda bu görüşmelerle ilgili hiçbir şey öğrenemiyoruz. Thorez, Moskova’ya olan bağlılığını yadsımadı. Kruşçev’in selefini Şubat 1956’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresi’nde katletmesinden hazzetmedi. Ancak günlüğünde bu noktada da sessiz kaldı. O tarihe kadar, Joseph Stalin’den düzenli olarak alıntı yapıyordu. Daha sonra da devam etti, ancak daha az sıklıkla. Thorez, Ocak 1956’da Stalin’in 1928’de sarf ettiği bir cümlesini Rusça hatırlattı. Bu cümle kendisinin hayatını ve tutumunu şöyle özetliyordu: “Enternasyonalist, SSCB’yi savunmaya çekinmeden, tereddüt etmeden ve koşul tanımadan hazır olan kişidir, çünkü SSCB dünya devrimci hareketinin temelidir.” Bu yüzden SSCB’nin yeri geldiğinde zıt nedenlerden dolayı Moskova’ya karşı ayaklanmaya kalkışan İtalyan Komünistlerinin “oportünist ve her şeyden önce revizyonist tezlerini”, ya da “maceracı ve yarıTroçkist Çinli liderleri” takip etmesini bekleyemeyiz. ‘Katliam sistemini’ kınadı De Gaulle’ün 1958’de iktidara dönmesinin yanı sıra, onunla bağlantılı olan bir olay bu günlüğün kapsadığı döneme işaret ediyor: Cezayir Bağımsızlık Savaşı. Thorez, 14 Temmuz 1953’ten itibaren, Paris’te Ulusal Gün kutlamaları sırasında yedi Cezayirlinin öldürülmesiyle “polisi millete karşı gerçekleştirdiği kanlı bir provokasyonla” suçladı. Fransız Komünist Partisi, ayrılıkçı militanların mücadelesini desteklemek yerine “Cezayir’de barış” istemeyi tercih ederek bu çatışmanın ön saflarında yer almadı. Bununla birlikte, Thorez’in günlüğü, dikkatleri bu sömürge savaşı sırasında L’Humanité gazetesinin uğradığı baskın sayısına yirmi yedi çekti ve sosyalistler dahil tüm hükümetlerce uygulanan “keyfilik, işkence ve katliam sistemini” kınadı. Öte yandan komünist militanlar da aşırı sağcı Gizli Silahlı Örgütün (OAS) ölümcül saldırılarına yenik düştüler. O dönem, rejimin temel direği ve kültür bakanı olan André Malraux’un evine plastik patlayıcıyla yapılan saldırıdan bir gün sonra Thorez, “Gaullist güç ile OAS arasındaki gizli anlaşmayı” kınayarak rejimin kötü niyetini konu üzerinden tam olarak gösterdi. Thorez, 1962’de “ilkokul diplomasının ellinci yıldönümünü” duyurdu. Onun anıları da bu “halk çocuğunun” o zamandan beri kat ettiği yolu belgelemeyi amaçlıyordu. Tüm militan faaliyetlerine rağmen, 1958’de yirmiden fazla, 1963’te otuz sekizden fazla kitap okudu. Ve kitap seçimi en zor olanlardandı: Rusça Herakleitos, Latince Sezar, Baruch Spinoza, Montaigne, Denis Diderot, René Descartes’ın yazışmaları... Bu tür bir entelektüel merak, siyasi liderlerimiz arasında hâlâ çok yaygın mı? Çeviri: Diane Dilek Cat (1) Maurice Thorez, Journal (Günlük), 19521964, JeanNuma Ducange ve Jean Vigreux tarafından yayımlandı, Fayard, Paris, 2020.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle