Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yemen’deki çatışmanın yerel kaynaklarının ötesinde, İranSuudi Arabistan rekabeti ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bölgesel güç olarak ortaya çıkması da dahil olmak üzere tüm bölgesel etkiler Yakındoğu’da ve Körfez’deki dengeleri değiştiriyor. Suudi iktidarı, himayesindeki Hadi’nin son kalesi olan Mareb şehrine ilerleyen ve güçlü bir konumda bulunan Husilerle müzakereyi artık kabul ediyor. BM özel temsilcisi Griffits’in çabalarına paralel olarak Suudi diplomatlar, Husilerin askerden arındırılmış bölgeyi kabul etmelerini ve işgal altında tuttukları Suudi köylerinden çekilmelerini isteyerek iki ülke arasındaki ortak sınırın statüsünü tartışıyor. Ancak Riyad liderliğindeki koalisyon ile Husiler arasında bir barış anlaşması yapılsa bile, bunun Yemen’deki çatışmayı sona erdirip erdirmeyeceği de tartışmalı. Silah satışı sözleşmeleri ile bu çatışmaların bir parçası olan Batılı güçler, kendilerini etkisiz olduğu kadar yüz kızartıcı da olan bu savaş müessesinin bir parçası olarak buldular. Sanaa’da Husilerin etkinliği sürüyor. 3 4 OCAK 2021 HUSI ISYANCILAR BIRBIRI ARDINA ZAFER ELDE EDIYOR Yemen’deki Suudi fiyaskosu PIERRE BERNIN * S uudi Arabistan’ın yönetiminde olan ve Batılı güçlerin desteklediği askeri müdahaleye rağmen Husi ayaklanması Yemen üzerinde etkisini artırıyor. Çatışmanın yerel kaynaklarının ötesinde, İranSuudi Arabistan rekabeti ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bölgesel güç olarak ortaya çıkması da dahil olmak üzere tüm bölgesel etkiler Yakındoğu’da ve Körfez’deki dengeleri değiştiriyor. 2015 yılında, 25 Mart’ı 26 Mart’a bağlayan gece, Suudi uçakları Yemen’in başkenti Sanaa üzerinde Husi mevzilerine ilk bombalarını attı. “Uluslararası topluluk”, 21 Eylül 2014 ayaklanması sonrası fiilen devrilen Mansur Hadi’nin başkanlığını yeniden tesis etmeyi arzu ediyordu. Böylece Suudi Arabistan kendini “uluslararası topluluğun” silahlı kanadı ilan etmiş gibi hareket etmiş oldu. “Kararlı Fırtına” adı verilen hareket, Sünnilere en yakın Şii mezhebi olan, hatta beşinci mezhep olarak görülen ve kendini Zeydi yani dini azınlık kimlik olarak ilan eden devlet dışı silahlı hareketi hedef alıyordu. O zamanlar bu hareketin birkaç hafta kadar süreceği sanılıyordu. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 14 Nisan 2015 tarihli 2216 sayılı kararıyla, Suudi Arabistan ile (Umman hariç, Mısır, Ürdün, Sudan, Fas ve Körfez monarşileri dahil olmak üzere) on Müslüman ve Arap ülkesinin de dahil olduğu koalisyona açık çek verilmiş oldu. Böylece koalisyonun askeri eylemi, Yemen’e giriş ve çıkışları ve insani bedeli şoke edici bir hal alan abluka da yasal bir hal almış oldu. Bu kilitlenme “on yıllardır yaşanan en ağır kriz” olarak tanımlanan ve acil durum müdahalesinin yapısal olarak yetersiz kaldığı krizi daha da artırdı. BM verilerine göre, insani felaket sonrası ölü sayısının 250 bine yükseldiği çatışmalar ile bu krizin bir askeri çıkmaz olarak kalacağı apaçık (1). Silah satışı sözleşmeleri ile bu çatışmaların bir parçası olan Batılı güçler, kendilerini etkisiz olduğu kadar yüz kızartıcı da olan bu savaş müessesesinin bir parçası olarak buldular (2). Bu asimetrik çatışmada, koalisyon ve müttefiklerinin sembolik de olsa yenilgisi Husilerin güçlenmesine ve muhaliflerinin geniş bir kısmının parçalanmasına yol açtı. Mart 2020’de Yemenli siyasetbilimci Abdulgani Al Iryani, savaşan tarafları ve gözlemcileri, ilerlemek ve yeniden inşayı başlatabilmek için Husilerin “geri dönüşü olmayan zaferini” tanıma çağrısında bulundu (3). Husilere muhalif olan Yemenlilerin hedefleri çok kolay uzlaşılacak hedefler değil ve bu durum sık sık silahlı çatışmalara neden oluyor. “Uluslararası topluluk” tarafından tanınan, meşru olduğu söylenen iktidarın etkisi ülkenin küçük bir kısmı ile sınırlı. Riyad’a sığınan Hadi, konumu belirsiz olduğundan ve sağlığı bozulmaya devam ettiğinden, Güney Geçiş Konseyi tarafından temsil edilen ayrılıkçı hareket ile karşı karşıya kaldı. Başkan’ın bölgesi, Aralık 2017’de Husiler tarafından öldürülen eski başkan Ali Abdullah Salih’in taraftarlarının konumu nedeniyle de tehlike altında. Salih, Hadi’yi devirmek için 2014 yılında Husiler ile birlik olmuş ve ardından onlara sırtını dönmüştü. Tahran için ikincil bir destek Bölgesel karmaşıklıklar savaşın karmaşık yapısını da etkiliyor. Yolsuzluk mekanizmaları ve ekonomik krize bireysel adapte olma stratejileri gibi çok sayıda askeri, siyasi ve sosyal dinamik, Yemen’in komşu ülkelerinin müdahalesi nedeniyle görülmüyor: Bazı memurlar dört yıldır maaş almıyor ve Yemenlilerin yüzde 70’i insani yardıma muhtaç durumda. Bölgesel sorunlar mevcut çatışmayı anlamak için gerekli görüntüyü sunsa da yeterli değil. Bununla birlikte, Husileri destekleyen İran’a yönelik suçlamalar, Tahran’ın bu süreçteki rolünün de ele alınmasını gerektiriyor. İran’ın bu rolü aslında koalisyonun Yemen’e askeri olarak müdahil olmasının ana nedeni (koalisyonun boyutu değişken, Fas 2019 yılında koalisyondan ayrıldı, ilk üyelerden olan Pakistan çok hızlı koalisyondan ayrılıp siyasi değişimlerle tekrar geri döndü). Koalisyon üyelerinin geneli, Yemen’i İslam Cumhuriyeti’nin yayılma girişiminin bir sahnesi olarak görüyor. 2018 yılında Suudi Veliaht Prensi Bin Selman, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in sözde hırslarına atıfta bulunarak ülkenin bölgesel politikasını Nazi Almanyasına benzetmişti: “Hitler’in zamanında bölgesinde etkili olmak istemesi gibi, Hamaney de kendi projesini Ortadoğu’da yaymak istiyor” (4). Oysa hem Yemen hem de İran’daki uzmanlar, İran İslam Cumhuriyeti’nin Husilere desteğinin ikincil boyutta olduğu konusunda hemfikir. İran’ın seferberlik kapasitesi gibi ideolojik kökenleri yerel seviyede seyrediyor. Çok sayıda suçlamaya rağmen, Irak ya da Suriye’nin aksine, Yemen topraklarında hiçbir İranlı eğitimci asker ya da Devrim Muhafızı temsilcisi tespit edilemedi. Tahran’ın desteği sınırlı olsa da bir süredir artış gösteriyor ve bu da Suudi Arabistan ve müttefiklerinin verimsiz müdahalelerinin zarar verici yapısının bir göstergesi. Ekim 2020’de Husilere İranlı büyükelçinin gönderilmesi, Yemen sınırlarını kontrol etmekle görevli koalisyon bünyesinde ters etki yaptı. Bombardımanlara karşılık vermek üzere Husilerin Suudi topraklarına düzenli olarak fırlattıkları karadan karaya füzeleri ile İslam Cumhuriyeti ordusunun sahip olduğu füzeler arasındaki teknik benzerlikler Suudilerin çatışma ile ilgili yorumunu doğruluyor. Öte yandan, İran’ın devreye girmesi aslında son derece ince bir dengelemenin bir sonucu, İranlı stratejistler aşılmaması gereken sınırları çok iyi bildiklerinden Suudiler ile müttefiklerini kendi oyununa getirmiş oluyor. Riyad’ın imajı yıprandı Koalisyonun askeri ve siyasi başarısızlığı öncelikle Suudi Arabistan’a atfedilmeli. Suudi Arabistan’ın Yemen dosyasını yönetme kapasitesi 2015 yılında Batılı karar vericiler tarafından fazla abartıldı denebilir. Durumu ayrıntılı bir şekilde okuyamayan ve bir çıkış kapısı olmayan, çok sayıda olası savaş suçunun sorumlusu Suudi Krallığı, hem uluslararası ölçekte hem de Yemenlilerin gözünde imajını yıprattı (5). 2017 yılından bu yana, bir kısmı bu düşmanlıklar başlamadan önce Suudi şehirlerine göç etmiş, binlerce işçinin sınır dışı edilmesi başta Veliaht Prens olmak üzere Suudilerin unutturmakta zorlanacakları halk genelindeki kızgınlığı artırmış oldu. Dikkatler Biden döneminde Uluslararası ölçekte ise Joseph Biden’ın ABD başkanı olması, Riyad’ın konumunu daha da kırılganlaştırabilir. Seçim kampanyası boyunca, yeni ABD Başkanı Yemen’deki savaşa karşı olduğunu belirtmişti. Biden, Suudileri “uluslararası topluluk”un dışlanmışları yapmakla tehdit ederek oldukça eleştirel açıklamalar yaptı (6). Suudi dosyası, Yemen savaşı çerçevesinde yeni yönetim için bir test olacak. Georgia eyaletindeki oyların yeniden sayımından sonra Kongre’deki sandalye dağılımı ne olursa olsun, Beyaz Saray çatışmanın sonlanmasını sağlamak ya da en azından krallığı Yemen sivil halkına daha fazla saygı göstermeye mecbur etmek için Riyad’a baskı uygulamayı tercih edebilir. Nitekim, önceki görev sürelerinde Senato’da Bernie Sanders’ın liderliğindeki demokrat azınlığın temsilcileri Yemen’deki koalisyona Amerikan desteğinin azaltılmasına yönelik çok sayıda metni desteklemişti. Öte yandan Donald Trump’ın (yenilgisi sonrasında karar verilen) Husi hareketini terörist örgüt olarak sınıflandırmadaki son dakika girişimi, yeni diplomatik ve hukuki yönlendirmeye bir engel oluşturabilir. Suudi iktidarı, himayesindeki Hadi’nin son kalesi olan Mareb şehrine ilerleyen ve güçlü bir konumda bulunan Husilerle müzakereyi artık kabul ediyor (7). BM özel temsilcisi, İngiliz Martin Griffits’in çabalarına paralel olarak Suudi diplomatlar, Husilerin askerden arındırılmış bölgeyi kabul etmelerini ve işgal altında tuttukları Suudi köylerinden çekilmelerini isteyerek iki ülke arasındaki ortak sınırın statüsünü tartışıyor. Krallığın, Kasım 2019’da Riyad’da imzalanan ve Hadi’nin destekçileri ile Güney Geçiş Konseyi arasındaki çatışmaya son vermesi beklenen metni hayata geçirememesi, konumunun ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gösteriyor. Aynı zamanda koalisyon ile Husiler arasında yapılacak barış anlaşmasının ne yazık ki Yemen’deki çatışmayı sona erdirmeyeceğini de... BAESuudi rekabeti İran’a olduğu gibi Yemen’e de diplomatik olarak tarafsız duran Umman’a karşı Suudiler bölgeyi kendi lehlerine olacak şekilde yeniden şekillendiremedi. Covid19 ile daha da şiddetlenen Umman Sultanlığı’ndaki ekonomik kriz ve Riyad’ın Mahra sınırındaki Yemen bölgesini istikrarsızlaştırma girişimleri Umman iktidarını dize getirmedi (8). Ocak 2020’de vefat eden kuzeni Sultan Kabus bin Said’in yerine gelen Heysem bin Tarık bin Teymur Al Said, Körfez’deki monarşiler arasındaki rekabet ve siyasi seçeneklerin parçalanmasına tanıklık ederken tercihini Suudilerin hegemonik hırslarına pek de uymayan diplomatik devamlılıktan yana kullandı (9). Riyad’ın gücü, Husi karşıtı koalisyon içerisinde bile oldukça tartışmalı bir konumda. Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen’in güney bölgelerindeki askeri görevleri ve Güney Geçiş Konseyi’ne doğrudan desteği ile Vahabi krallığının savunduğu seçenekleri zor duruma sokan bir siyaset geliştirdi. Abu Dabi’nin Sokotra Adası ya da Kızıl Deniz limanları ile ilgili bakış açısı, iki sözde müttefik arasındaki rekabeti daha da pekiştirdi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin silahlı gruplarla kurduğu ilişkileri, Yemen kongresinin temsil ettiği Müslüman Kardeşler’in temsilcilerine karşı sert baskısı, bölgesel düzenin eksikliğine işaret ettiği gibi koalisyon üyeleri arasındaki sorun, öncelik ve tehditlerin okunamamasına dair de bir işaret. Üstelik Abu Dabi güçlerinin Selefi milislerle yerel olarak kurduğu birlik, karmaşık ve dar görüşlü bir siyasete işaret ediyor. Yine de zaman zaman bu siyaset, özellikle de Avrupalı liderler tarafından, ekonomik entegrasyon ve hoşgörü üzerine kurulu büyük Emirlik jeopolitik niyetinin bir parçası olarak tanımlanıyor. Mevcut haliyle, nüans yoksunu bu strateji, Manişeist bir yaklaşımla, Türkiye ve Katar işbirlikçisi olarak suçladığı düşmanlar yaratıyor ki bu da sadece intikam duygusu ve kızgınlığın ortaya çıkmasına neden oluyor. Öte yandan ABD, tıpkı Rusya, Çin ve AB gibi, bu konuda konuşmamanın kaçınılmaz olduğunun bilincinde. Bu çatışmada ya da bölgesel yeniden oluşumda hakem rolü üstlenmeyi reddediyor gibi görünüyor ve koalisyon bünyesindeki anlaşmazlık da devam ediyor. Suudi ve Emirlik monarşilerinin stratejileri sivillere pek de aldırış etmiyor. Ancak otuz milyon Yemenli ister göç yoluyla ister şiddet yoluyla olsun bunu onlara hatırlatacak gibi duruyor. Yemen toplumunun Covid19 ile daha da vahim bir hal alan ve edinilen bilgilere göre nisan ile Kasım 2020 arasında 70’ten fazla doktorun ölümüne neden olan sağlık ve ekonomik çöküşü, Arap Yarımadası’nda hasar bırakacak. Petrol gelirlerinde yaşanan iniş çıkışlar, iklim sorunu, yeni beklentiler ile zaten sarsılmış olan Körfez monarşileri, Yemen ile sahip oldukları karşılıklı bağımlı ilişkiden savaştan farklı bir ufuk yaratarak sonuç çıkarmalıdır. (*) Araştırmacı. Çeviri: Sedef Atam (1) Laurent Bonnefoy, “Suudilerin Yemen çıkmazı”, Le Monde diplomatique, Aralık 2017. (2) “Silah satışı: Fransa’nın Yemen’deki suç ortaklığına nasıl son verilir” Amnesty International, Paris, 16 Ekim 2020. (3) “Yani şimdi Husiler mi kazanıyor...” “Abdulgani AlIryani ile sorucevap”, Sanaa Stratejik Çalışmalar Merkezi, 10 Mart 2020. (4) “60 Dakika” CBS News, 19 Mart 2018. (5) Thomas Juneau, “Yemen’de Husilere yönelik İran yaklaşımı: Mütevazı yatırıma kısıtlı dönüş”, International Affairs, vol. 92, n° 3, Londra, Mayıs 2016. (6) “İşkence görmüş topraklarda cezasızlık salgını” Yemen konusunda uluslararası uzmanlar grubu, CenevreBeyrut, 9 Eylül 2020. (7) Derek Davison, “Joe Biden Yemen’deki acımasız savaşı bitirebilir mi?”, Jacobin, 16 Kasım 2020, https://jacobinmag.com (8) Ali AlSakani ve Casey Coombs, “Marib: Husilerin ilerlemesine karşı giderek daha savunmasız Yemen hükümetinin kalesi”, Sanaa Stratejik Araştırmalar Merkezi, 22 Ekim 2020. (9) Sebastian Castelier ve Quentin Müller, “Umman’ın Yemen hayırseverliği”, Le Monde diplomatique, Haziran 2020. (10) Fatiha DaziHéni, “Abraham anlaşmaları sonrası Körfez ve İsrail”, Arap Reform Girişimi, 6 Kasım 2020, www.arabreform.net