16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

LE MONDE diplomatique Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. 1 HAZİRAN 2020 Sayı: 5 BEŞŞAR ESAD REJIMI VE ‘ARAP AILESI’ ILE ILIŞKILER... Suriye’nin sessiz dönüşü A M DLENE OHAMMEDI* S uriye’deki iktidar 2011 yılında, savaşın ilk aylarından itibaren bölgesel karmaşa içerisinde tecrit olmuş gözüküyordu. Kasım ayında, kurucuları arasında yer aldığı Arap Birliği’ne üyeliği Suudi Arabistan ve Katar’ın girişimiyle askıya alındı. Birlik, 2013 Mart ayında, Suriye’nin koltuğunu muhalefete vermeyi düşündü ancak üç ülke buna karşı çıktı: Cezayir, Irak ve Lübnan. Tamamen bir tecrit söz konusu değildi, çünkü Arap milliyetçiliğinin uzun süre sancağını taşımış olan Baas iktidarının “kardeş” ülkelerin hepsinde hâlâ partizanları vardı (1). Bu durum yine de Suriye’nin kendini gücenmiş hissetmesine mâni değildi. Arap dünyası televizyon kanalı El Meyadin’in 22 Mart 2013 tarihinde görüştüğü Suriye’nin BM daimi temsilcisi Beşar el Caferi, Suriye’nin her zaman inandığı Arapçılığı bir nevi sorumluluk gibi gördüğünü belirtti. Ülkesinin Arap dünyasının geri kalanına çıkar gütmeyen açılımını gösteren üç de örnek saydı: Emir Abdülkadir’in 1855’te Şam’da ağırlanması, Hüseyin Faysal’ın 1920’de Suriye’nin (geçici) kralı ilan edilmesi ve Birleşik Arap Cumhuriyeti (19581961) çerçevesinde Nasır yönetimindeki Mısır vesayetinin kabul edilmesi. Farklı eksenler... Bu nedenle Suriye iktidarına göre, “ihanet” iki düzeyde gerçekleşti: Biri, ona sırtını dönen Arap ülkeleri düzeyinde, diğeriyse Suriye’yi kendi için yeni bir ayrıcalıklı oyun alanı olarak gören ve Körfez’deki petrol krallıklarının da aralarında olduğu bazı devletler tarafından cesaretlendirilenulus aşırı cihat düzeyinde. Buna karşılık Şam, hem İranlı müttefikine hem de BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olan Rusya’nın politik ve özellikle 2015 sonbaharı itibarıyla gerçekleşen doğrudan müdahale sonrasında, askeri gücüne güvenebilirdi. Üstelik Şam, Lübnanlı Hizbullah’ın da içerisinde yer aldığı İran yanlısı güçlü milis ağından da yararlandı. IŞİD’in 2014 yılı itibarıyla geniş ölçekli bir terör tehdidi olarak ortaya çıkışı ve rejim taraftarları cephesinin askeri zaferleri, birçok Arap başkentiyle Suriye yönetimi arasındaki “normalleşmeyi” yavaş yavaş kolaylaştırdı. Bu durum ayrıca, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi birbirinden farklı bölgesel aktörler arasında Şam’a karşı o döneme dek kurulmuş olan konjonktürel ittifakı da geçersiz kıldı. Suriye yönetimine sadık cephenin ve daha genel anlamda, Tahran, Şam ve Hizbullah’ın temsil ettiği “direniş ekseninin” karşısında yer alan niyet ve öncelikler birbirinden ayrılıyordu. Bir tarafta yer alan Türkiye ve Katar’ın öncülüğündeki reformcu İslam ittifakı, koruması altına aldığı Müslüman Kardeşler’in lehine, Beşar Esad rejimini devirmeyi arzu ediyordu. Diğer tarafta ise Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ittifak içerisindeki Suudi Arabistan, devrim karşıtı duruşuna rağmen, Şam ve Tahran arasındaki stratejik bağı keserek, özellikle İran’ın Ortadoğu’daki etkisini kırmak istiyordu. Şam rejiminin, tüm beklentilerin aksine, Rus askeri desteğiyle hayatta kalması, karşı cephenin bölünmesine ve AnkaraDoha ile RiyadAbu Dabi eksenleri arasında sert bir karşıtlığın ortaya çıkmasına katkı sağladı. Bu karşıtlık zaten 2013 Temmuz ayında Müslüman Kardeşler üyesi devlet Başkan Muhammed Mursi’ye karşı yapılan darbe vesilesiyle Mısır sahnesinde görünür hale gelmişti: Suudi Arabistan ve Arap Emirlikleri tarafından desteklenen (ve Moskova ve Suriye yönetimleri tarafından memnuniyetle karşılanan) bu darbe, devrik devlet başkanının müttefikleri Türkiye ve Katar tarafından kınanmıştı. Devamı 2. sayfada Myanmar’a Audi satmak DÜNYAYI SARSAN COVID19’UN INSANLIK ÜZERINDEKI ETKISI Karantina günlerinden sonra yeniden doğuş DENIS DUCLOS* A ylardır süren Covid19 salgını ve karantina süreci, tüm toplumu bilgilenmek, düşünmek, tartışmak ve çalışmak için medyaya daha bağımlı kıldı. Salgın nedeniyle alınan önlemlerden dolayı yazılı basının dağıtımı her ne kadar kısıtlanmaya çalışılsa da tirajları bazen çok yükseltti. Gazeteler, radyo ve televizyon kanalları, internetteki videolar, sosyal mecralar, forumlar ve video konferanslar, sürekli bilgi ve mesaj trafiği bu süreçte, yoğun şekilde çalışmakta olan bir arı kovanına benzetilebilir. Peki alınan kararlar ve fikirler hangi yöne çekilebilir ya da hangi yönde etkilenebilir? Cevaplaması zor... Beş ay boyunca, Google Haberler’deki binlerce tematik referansı gözden geçirmek bu kadar zorken... Dijital bilgi ağı... Bir nokta haricinde, dünya medyası salgını çoğu devletin istisnasız aynı sağlık politikasını uygulamasını sağlayan durumun yaratıcısı olarak görülüyor. Halkla profesyoneller arasında karşılıklı konumların hatırlatılmasıyla kurulan trajik tiyatro sahnesi, tüm dünyayı ilgilendiren bu küresel sorun ile ilgili bilgiler, iki temel gücü karşı karşıya getirdi. Bir tarafta bilgilendirme ve karar mercileri, diğer tarafta halk ve “hastalar”. Fakat insan türünün yeni elektronik koşullarına birlikte bağlı ve bağımlı her iki ta raf da aslında aynı medyatik otoritenin karantina sınırları içine kapanmadı mı? Dijital bilgi ağının yarattığı en görkemli sonuçlardan biri kimsenin gözünden kaçmadı, salgın ile ilgili bilgilendirmeler, haritalar, grafikler, eğriler, sınırlama emirleri, sınır kapanmaları ile ilgili detaylar dünya medyasını güncel olarak besledi ve geliştirdi. Öyle ki, gerçeği oluşturduğumuz bu bilgi grafikleri (tersi olması gerekirken), Covid19 ile mücadele etmek üzere geliştirilen küresel strateji, salgın yayılımında “eğriyi düzleştirmek” diye adlandırıldı. Medya gezegeninin yüzeyinde, hava raporlarının veya borsa fiyatlarının sağlıktaki özdeşi olarak, laf gezegenlerinde gerçek zamanlı yorumlarla tartışmaya açıldı. Devamı 6. sayfada SERGE HALIMI Avrupa’nın mimarla rı korumacılık ve egemenlik kavramlarını Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulduğu 1950 yılından itibaren Roma Antlaşması ve ortak pazar süreçleri de dahil olmak üzere Avrupa Birliği’ne (AB) kadar başlıca düşman ilan ettiler. Dolayısıyla, uluslararası ekonominin çöktüğü ve işsizlik oranının tavan yaptığı bir zamanda bile soğukkanlılığını koruyan AB, itinayla daha fazla genişleme (Arnavutluk, Kuzey Makedonya) planları hazırlıyor ve bir sonraki serbest ticaret anlaşmalarını (Meksika, Vietnam) müzakere ediyor. İngiltere kapıyı mı çarptı? Daha iyisi, Balkanlar gelmekte. Ve yarın gerekirse Ukrayna’ya da merhaba denilecek. Yağ birikintisi Hiç kimse bir deliyi doğasına karşı harekete geçmeye ikna edemez. Avrupa, büyük bir pazar inşa etmeye takıntılı. Sınırlardan, gümrük vergileri veya sübvansiyonlardan arındırılmış bir pazar. Ticaretin daha fazla serbestleştirilmemesi halinde Avrupa yerle bir olur. Buna “bisiklet teorisi” diyoruz: pedalı daha fazla yeni üye devletleri bünyemize katmaya doğru çeviriyoruz ya da batıyoruz. Brüksel’in hayalini kurduğu dünya, üzerinde yük gemilerinin Avrupa Marşı eşliğinde süzüldüğü devasa ve kaygan bir yağ birikintisine benziyor. Örneğin, şu anki Avrupa Ticaret Komiseri Phil Hogan’a kulak verelim. Koronavirüs krizinin orta yerinde, Birlik sakinlerinin büyük çoğunluğu hâlâ karantinadayken ÇinABD ilişkilerinde gerginliğin tırmanışa geçtiği ve Washington’ın, bizzat imzaladığı “ticaret kurallarını” çiğnediği bir sırada, Hogan’ın küreselleşme konusundaki düşüncelerini açıklamasını beklerdik. Oysa sonuçta, hiçbir şeyin değişmediğini ve mevcut politikaların hızlandırılma sı gerektiğini anlıyoruz. Bazı sağlık şirketleri, çaresiz Eski Kıta’ya taşınacak. Hogan, “Ama bu bir istisna,” (1) diye uyarıyor. Sistemin kısa devre yapmasından ve resesyondan söz edenlere ise şöyle cevap veriyor: “2040 yılında dünya nüfusunun yüzre 50’si Myanmar’a beş saatlik mesafede yaşayacak. (...) Sanırım Avrupalı şirketler kendilerini bu etkinlik sahasından mahrum etmek istemezler. Bu çok aptalca olur.” Hogan, önümüzdeki birkaç ayı neye adayacağını da şimdiden bildiriyor: “Mevcut serbest ticaret anlaşmalarımızı derinleştirmeliyiz yaklaşık 70 ülke ile anlaşmalarımız var ve yeni anlaşmalar imzalayacağımız başka ülkeler arayacağız.” Halen, yalan makinesi entelektüelleri ve sosyal medya, “sonraki dünya”ya dair projelerle dolup taşıyor. Bu projeler şiirsel, çok sesli, yardımsever, karmaşık, dayanışmacı vb. çekici unsurlarla sarmalanarak sunuluyor. Ama bu söylemler onlarca yıldır “küreselleşmenin minyatürü” (2) haline gelen bir AB mimarisini ciddi anlamda sorgulamadıkları sürece, işlevsiz bir laf kalabalığı olarak kalacak. AB kendi pazarının büyüklüğü nedeniyle tüm gezegene dayatmayı hayal ettiği ticari standartların darmadağın oluşunu korkulu gözlerle izlerken hem kadük olmuş hem de zararlı “kurallara” bağlılık ilkesine sarılıyor. Çünkü Myanmar’a Audi araçları satmak, beslediği tek ideal ve Birliğin adı ile müsemma biricik uygarlık projesi olabildi. Çeviri: Diane Dilek Çat (1) “Avrupa Birliği dünyaya açık kalmalı”, Le Monde, 8 Mayıs 2020. (2) Henry Farrell, “En yalnız birlik” Foreign Policy, Washington, DC, 3 Nisan 2020, https://foreignpolicy.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle