Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YORGO ESKARDELİS Dünyada Samatya gibi yer bulamadım Yorgo Eskardelis 73 yıl önce Samatya’da doğmuş. Babası Manol usta namlı bir balıkçı ve esnafmış. 12 kardeşi varmış. Dördü ölmüş. Şimdi sekiz kardeşin yarısı yurtdışında yaşıyor, diğerleri İstanbul’da. “Kardeşleriniz gittikleri yerlerde mutlular mı?” diye soruyorum, “Mutlu değil, mecburlar” diye cevap veriyor. Çünkü 67 Eylül 1955’te yaşanan olayların etkisini bir türlü atamamışlar üzerlerinden. “Özlüyorlardır herhalde Samatya’yı” diyerek üstüne gidiyorum. Derin bir ah çekerek şunları söylüyor: “Elbette. Vatan gibisi var mı? Özlüyorlar İstanbul’u ama gittiler bir kere. Can ve namus korkusu yaşadılar çünkü. O olaylar sırasında Rumlar öldürüldü. Evler, dükkanlar yakıldı. Mallar yağmalandı ve en önemlisi de çok sayıda kız çocuğuna ve kadına tecavüz edildi. Allah’tan bizim eniştemiz Türk’tü. Babamın meydandaki dükkanının önüne bir bayrak astı ve önünde durup bize dokunmamalarını sağladı. Biz atlattık ama gözümüzün önünde yaşanan tecavüzlerin ve yağmanın etkisinden kardeşlerim kurtulamadı. Yetiştiklerinde birer ikişer çekip gittiler başka memleketlere. Çoluğa çocuğa karıştılar. Evlatları oralarda iş tutup düzen kurdu. Şimdi dönmek istiyorlar ama torunlarından ayrılamıyorlar.” Babası Manol ustanın dükkanını şimdi kardeşi balıkçı Toma işletiyor. Yorgo Bey baba mesleğini seçmemiş. Daha doğrusu babası istememiş bunu. Küçükken elinden tutup Samatya’daki bir terzinin dükkanına götürmüş ve eti senin, kemiği benim diyerek onun usta ellerine teslim etmiş oğlunu. Önce terzilik yapmış, sonra da hazır giyim furyası başlayınca konfeksiyon işine dönmüş. Şimdi emekliliğin tadını çıkarıyor. Çocukluk arkadaşlarıyla oturup hasbıhal ediyor, kahveye girip kağıt oynuyor, deniz kıyısında yürüyüp dalgaları seyrediyor. Sahil yolu yapıldı Samatya çöktü Konuşurken bir parantez açmak istiyor: “Önce Rumlar gitti, sonra sahil yolu yapıldı. Samatya çöktü. Bu kıyıdaki binlerce yıllık kayalar pavuryaların, envai çeşit balığın barınağıydı. Sahilin kumları altın gibi parlardı. Şimdi parklar var sahilde. Sanıyorlar ki bu parklarla semtin denize olan ilgisini artırdık. Hayır, aksine. Geniş dolgu alanı Samatya ile denizin arasını açtı. Eskiden kıyılardaki tahta iskelelerde oturup ayaklarımızı sallayarak balık yakalardık. Şimdi mangalcılara kaldı sahil. Cumartesipazar günleri boğuluyoruz dumandan. Nasıl bir şehirciliktir bu anlamadım. Geniş parklar yapıp modern şehir mobilyalarıyla döşemekle uygar olunmuyor efendim. Kumsalları kaybettik, bari temiz havamızı bize geri verin.” SAMATYA Filor Uluk Benli’yi ilk defa 1999 mahalli idareler seçimi öncesinde tanımıştım. O dönemde muhtar adayıydı. “Hem Ermeni, hem kadın, hem de muhtar adayı” başlıklı bir haber yapmış ve onun hikayesini anlatmıştım. Benli Yozgatlı bir Ermeni. Samatya’da büyümüş. Terzilik yapıyordu. Çok da ünlüydü. Şarkıcılara rengârenk kostümler dikiyordu. Memleketin dört bir yanında gazino ve pavyonlarda şarkı söyleyen kadınlar Benli’ye elbise diktirmek için aylarca sıra beklerlerdi. Aradan seneler geçti. 2012’de Filor’un “Barışa bir tülbent de sen bağla” başlığını taşıyan bir kampanya başlattığını öğrendim. Türkiye’de 30 yıldır süren kirli savaşa karşı açılmış bir kampanyaydı bu. Kardeş kavgasının durmasını, ülkeye huzur ve barışın gelmesini istiyordu. Kısa zamanda yüzlerce gönüllü katıldı bu harekete ve Türkiye’nin 10 kentinde temsilcilikler açıldı. Dünyanın dört bir yanına 8 bin beyaz tülbent gönderildi ve 12 Tütsüler buhurlara, çan sesleri ezanlara karışıyor burada Samatya imparatorluklar devrinin mirasını yaşatan en kozmopolit İstanbul semtlerinden biri. Çarşıya çıktığınızda hâlâ beş altı ayrı dilin konuşulduğuna tanık olursunuz. Ermeniler, Rum, Kürt ve Süryaniler, Çerkezlerle Arnavutlar burada yan yana yaşar. Şimdi sokakların arasında dalıp buradaki insanların hikâyelerinde yolculuk yapalım. FİLOR ULUK BENLİ Muhtar adaylığından milletvekilliğine yolculuk 32 ülkeden binlerce insan kendi dillerinden mesajlar yazarak tülbentleri Filor’a geri postaladı. Kampanyanın öncüleri de bu tülbentleri alıp TBMM’ye götürerek kalıcı bir barışın gelmesi için irade beyanında bulundular. Bu kampanya sonucunda Benli dünyaca ün kazandı. Şimdi de barış davasını Meclis’te sürdürmek üzere, HDP’den İstanbul 2. Bölge adayı olarak seçim kampanyasını yaşadığı Samatya semtinden başlattı. Ersin Kalkan @ersinkalkan Fotoğraflar: Sıla Tanilli Yorgo Eskardelis (sağda) semtten bir arkadaşıyla. 26 NİSAN 2015