Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 FİLDİŞİ SAHİLİ FİLDİŞİ SAHİLİ 9 GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr NASREDDİN LENİN HOCA! Bugün çook uzaklara gidip bir Türk lokantasında, arabesk müzik eşliğinde yemek yiyelim. Şöyle çorbalı, patlıcanlı, tatlılı... Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’da özelleştirmenin bütün hızıyla devam ettiği günlerde, bundan müzeler de payını almış. Bu tür ülkelerin hemen tümünde mutlaka bir Lenin Müzesi bulunuyor. Müze, çok yüksek tavanlı bir bina. Duvarlarında “Dünyanın bütün işçileri birleşiniz” sözünün, dört dilde yazılımı var; Rusça, İngilizce, Almanca, İspanyolca... Girişin tam karşısında ise dev bir Lenin büstü duruyor. Ağırlığı altı tondan fazlaymış. Buraya kadar her şey doğal... Ayrıntı Lenin’in hemen önünden başlıyor. Ahşap bir iç kapı, üzerinde ay ve küçük bir yıldız, ay yıldızın altında kocaman bir yazı: Türk Lokantası! Yediğim içtiğim benim olsun, lokantanın sahibini anlatayım. Arkadaş Kahramanmaraş Elbistan’dan, İlhan Özdemir. “Kapılar açıldıktan sonra yola çıktım” diyor. 1991’de Sovyetler’in çökmesinin ardından ortaya çıkan tabloyu özetliyor... Moğolistan’a gelişi, sınırlardan vizesiz geçişi ayrı bir öykü. Ulanbatur bölümüyle yetinelim... Bir Maraşlının “girişim” deyince aklına ilk ne gelir? Dondurma üretmek... Buradan başlıyor. Moğollar önce dondurmaya ısınamamışlar. Ama kısa sürede sevmişler. 500 bin nüfuslu Ulanbatur’un 7080 noktasında dondurma satmaya başlamış. Sonra bakmış, ekmek kültürü fazla yok. Fırın açmış, o da tutmuş... Sıra işi geliştirmeye gelmiş. Ne yapmalı? Hah bir Türk lokantası... Ama iyi bir yer bulmak gerek. Öyle her köşe başında olmaz. Üstelik ilki çok etkili olmalı ki, arkası gelsin. O sırada müze elden çıkarılıyormuş, hemen bizimki talip olmuş. İlk girişini şöyle anlatıyor: “İçeri girdim, tam karşımda bu büst. Nasreddin Hoca’ya benzettim. Kimdir diye sordum, Lenin dediler. Haa dedim, hatırladım... Kiralarsam başına bir sarık geçirip Nasreddin Hoca’ya benzetirim diye düşündüm. Olmaz dediler. Kiralarsın ama, bu böyle aynen kalır, dediler... Arkadaş adamlar Lenin’i hala seviyor. Hayret bi şey... Sonunda 1700 dolara kiraladım. Sadece 450 metrekarelik bölümü bana verdiler...” Yolunuz Ulanbatur’a düştüğünde, canınız Türk yemekleri çekerse, yoldan geçen birine, Lenin Müzesi’ni sorun, mutlaka tarif edecektir. Müzeden içeri girince lokantanın yerini bulmanız zor olmayacaktır. Acılı bir arabesk ya da Türk sanat müziği sizi karşılayacaktır... Yazı ve fotoğraflar: İsmet İnce Burkina Faso sınırından geçip, Fildişi Sahili topraklarına girdiğimde, Batı Afrika gezimin son durağına adım atmış oldum. Fakat, kimse pasaport ve vize kontrolü yapmıyordu. Aslında, Fildişi Sahili de Türklere vize uygulamaktaydı. Birkaç kişiye “ pasaport kontrolünün nerede yapıldığını “ sordum, fakat, aldığım cevap ilginçti : “ Burada giriş çıkış serbesttir, kimse vize sormaz! Garibime gitmişti… Ferkessedougou yönüne giden bir dolmuşa binmiştim ki, 1,5 kilometre sonra arabamız elinde uzun silahlar olan görevlilerce durduruldu ve kimlik kontrolü için dışarı çıkartıldık. Pasaportumu alan sivil bir görevli para istedi. Ben, ısrarla para veremeyeceğimi söyleyince, pasaportumu cebine koyup, “ git, o zaman! “ dedi. Pasaportu almadan gitmeyeceğimi söyleyince de, “ para vermezsen, pasaportu alamazsın. “ cevabını verdi. Olacak gibi değildi ve parayı vermek zorunda kaldım. Gezi rotam, ülkenin bir ucundan, öbür ucuna kadar devam ettiği için, hep savaşın içinden geçmek zorunda kaldım. Ama, her hangi bir problemle de karşılaşmadım. Üstelik, her gün eli silahlı kişilerce birkaç defa çevrilmeme ve her defasında para ödememe karşın, bunlar, Fildişi Sahili’ndeki gezime hem renk katmış, hem de ülkenin içinde bulunduğu çalkantı hakkında bilgi vermişti. İç savaş nedeniyle turistlerin pek rağbet etmediği Fildişi Sahi Afrika’da Rus ruleti li, bir Fransız sömürgesi iken, 7 Ağustos 1960’da Felix Houphouet Boigny tarafından bağımsızlığına kavuşturulmuş, 322 bin 460 kilometre kare yüzölçümü olan, yaklaşık 17 milyon nüfuslu, yemyeşil bir Batı Afrika ülkesi. Ülkede sanayi ve tarım yok denecek kadar az. Genellikle hizmet sektörü hakim. Yerleşim merkezleri son derece geri ve bakımsız. Ülkenin başkenti Yamoussoukro bile bundan nasibini almış. Buna rağmen, bazı önemli ziyaret noktalarına da sahip. Başkentin en ilginç yapısı, ilk devlet başkanı ve ülkenin kurucusu F. Houphouet Boigny tarafından yaptırılan, dünyanın en büyük bazilikası sayılan, Basilique de Notre Dame de la Paix. Nehir kenarında ve geniş bir alan üzerine kurulu bazilikanın Vatikan’dakinden yedi kat daha büyük olduğu söyleniyor. Bunun dışında, üç ayrı kolejden oluşan ve ilginç mimariye sahip Ulusal Politeknik Enstitüsü de ziyareti gerekli bir nokta durumunda. Ayrıca, başkanlık sarayı önündeki, içi timsahlarla dolu, bir bölümü kanal haline dönüştürülmüş timsahlı göl, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Özellikle, güneşin kaybolduğu akşam 17.30’dan sonra, yiyecek toplamak üzere su yüzüne çıkan timsahların seyri, ilginç bir görüntü oluşturuyor. Ülkenin en güneyinde, bir ticaret ve finans merkezi sayılan üç milyon nüfuslu Abidjan yer alıyor. Fildişi Sahili’nin diğer kesimlerine nazaran, bir gömlek ilerde bulunan Abidjan, birkaç bölgeden oluşuyor. Bankalar, resmi kurumlar ve önemli iş merkezleri Le Plateau bölgesinde kurulu. Burası, nispeten modern bir görüntüye sahip. Le Plateau, iki köprü ile Treichville’ye bağlanıyor. Treichville, yoksul kesimin daha yoğunlukta olduğu bir bölge. Benim de, ara sokaklarından birindeki bir pansiyonunda kaldığım Treichville’nin cadde ve sokakları, özellikle hava karardıktan sonra, ciddi tehlike arz ediyor. Soygun, hırsızlık gibi olayların yaygın yaşandığı Abidjan’ın pek çok tarafı, akşam saatlerinden sonra karanlığa terk oluyor, neredeyse dolaşmak imkansız hale dönüşüyor. Abidjan’da yerel ve geleneksel ürünlerin satıldığı geniş el sanatları pazarlarının dışında, içinde çanak ve ağaç ürünlerinden yapılmış yaklaşık 20 bin objeyi barındıran Ulusal Müze, kentin önemli ziyaret noktalarını oluşturur. Fildişi Sahili’nde ticaret genellikle kaldırımlarda kurulan tezgahlarda yürüyor. Çayın bile odun ateşi kullanmak suretiyle yapıldığı bu tezgahlar, aynı zamanda yeme içme faaliyetleri için de kullanılıyor. Yemeklerini yiyemediğim bu tezgahlardaki tek tercihim, her zaman, tatsız tuzsuz olsa da, pirinç pilavı oldu. Palmiye yağından yapılan yağlı sos ve patlıcan sosunun ilavesiyle tabaklara konulan attieke, alloco, kedjenou ve inam ülkenin önemli yiyeceklerini, lipton çay ve kahve dışında, gül çiçeği suyundan yapılan bisap, yine bir bitki suyundan hazırlanan granmankoudji ile palmiye şarapları olan bandji ve koutoukou isimli şaraplar, ülkenin en ünlü içecekleri. Fildişi Sahili’nde her biri ayrı yerlerden doğan dört nehir bulunuyor ve hepsinde de turistik amaçlı tekne turları yapılabiliyor. Etrafları yemyeşil doğa harikalarıyla çevrili nehirlerde balık avcılığı da yaygın. Yine Fildişi Sahili, içinde pek çok hayvan, kuş ve bitki türünü barındıran sekiz ulusal park ve 300 bin hektarlık göl alanına sahip olup, buraları turlarla gezebilmek de mümkün. Kakao, yılda 1 milyon 200 bin ton ile ülkenin en önemli üretim ve ihraç kalemi. Yine, bir milyon hektarlık fidanlığıyla dünyanın altıncı büyük kahve üreticisi. Bunun dışında Fildişi Sahili, ton balığı dış satımında, dünyada ikinci, Afrika’da birinci ihracatçı ülke. Bunlara rağmen Fildişi Sahili, günlük hayatın zorluklarından kurtulup, bir atılım içine girememiştir. Yoksulluğun pençesinden kurtulma şansını, iç savaşıyla da bütünüyle yok ediyor. Aslına bakarsanız, oradaki yaşam birazda “ rus ruleti oynamaya “ benziyor. Oyunun bir tarafında hayat, bir tarafında ülke insanı! Ama bu ruletin kaybedeni oyunun başında belli: Fildişi halkı! Bunu ben, ülkeden ayrılırken, havaalanına gitmek üzere bindiğim taksi şoförünün “ istersen arkaya otur, çantanı da ayak kısmına koy “ derken, neyi kastettiğini bir kez daha teyit ettirmiş oldum da, oradan biliyorum işte! inceismet@yahoo.com