23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖRÜŞ Yusuf Hacısüleyman Turizm Uzmanı yhacisuleyman@yahoo.com 12 KÜLTÜR DOĞUDAN BATIYA AÇILAN KAPI Yolculuk batıya ise bu ismi duymuşsunuzdur: “Schengen.” Aslına bakarsanız şirin bir köydür Schengen, 1581 nüfuslu (ilginç bir rastlantı ki yüzde 34’ü yabancı), Lüksemburg sınırları içersinde. Ancak biz Türklere bu isim hiç de hoş gelmez çünkü vize kuyruklarını ve akıl almaz “istenilen evrak” toplama sıkıntısını hemen hatırlarız. Avrupa Birliği üyesi beş ülkenin sınır kontrollerinin kaldırılması düşüncesi ile 14 Haziran 1985’de bu köyde imzaladıkları anlaşma ile Türklere de uygulanan ortak vizenin adı bu köyün ismiyle anılmaktadır. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi ise bir hayli zaman almış ve 26 Mart 1995’ten bu yana uygulamaya konulmuştur. Son zamanlara kadar 15 Avrupa Birliği üyesi ülke, bir anlamda serbest dolaşım hakkı olarak da nitelendirebileceğimiz bu uygulamaya dahil olmuş ve kendi aralarındaki sınırlarını kaldırmıştır. 2007’nin son günlerinde ise Avrupa Birliği’ne üye ülkeler içinde serbest dolaşım hakkını almış olanların da devreye girmesiyle “Schengen” anlaşmasına dahil olan ülke sayısı 15 iken 24 oldu. İsveç’ten İtalya’ya, Portekiz’den Baltık Cumhuriyetleri’ne kadar bir alanı baştan sona sınır kontrolü olmadan geçebiliyorsunuz artık. Turizm açısından müthiş bir rahatlık ve avantaj, hele bir de Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Baltık Cumhuriyetleri’ni bir düşünün, yıllarca “doğu bloğu” içinde yer alırken gün oldu bir anda “batı” içinde yer aldılar. Sınırların kalkması ne güzel, insanlar insanca seyahat edebiliyor, gitmek istesin veya istemesin, olanakları elverişli olsun veya olmasın ancak insanca yaşamanın vermiş olduğu, insan olmanın vermiş olduğu bu seyahat etme hakkına sahip olmak güzel bir duygu olsa gerek. Bu açıdan baktığınızda, Almanya’ya sınır Polonya ve Çek Cumhuriyeti vatandaşlarının, 21 Aralık gecesi sınırdaki bariyerlerin kaldırılışı sırasındaki, sevinç gösterilerini izlediğinizde bu mutluluğu paylaşmamak mümkün değil. Daha ertesi gün bu mutluluğa gölge düşüren haberler, hem de en çok satan gazetede manşet: “Doğuda bariyerler kalktı…ve henüz on saat geçmeden ilk suçlular yakalandı.” Bariyerler fiziki olarak sınırlarda kalkıyor ama ya insanlar arasındaki “bariyerler?” Türk turizmi yıllardır Batı Avrupa ülkelerinden turist ağırlıyor ama bariyerler bir türlü kalkmadı, ne fiziki ne de kafalarda. Polonya ve Çek tarafında bariyerlerin arkasında sevinç gösterileri, ama Alman tarafında hiç de öyle sevinç çığlıkları atılmıyor. Beyinlerdeki “bariyerler” aynen yerinde duruyor, onları yıllarca o kadar sert hale getirmiş ki politikacılar, kolay kolay yumuşatılamıyor artık. Schengen sınırlarının genişlemesi ile yapılan yorumlar da bunun bir eseri değil mi? Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin dahil olması ile bu ülkelerin Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna ile olan “yeşil sınır” nedeniyle Schengen ülkeleri bir suçlular ve hayat kadınlarının akınından korkuyorlarmış. Aklıma acaba bizim neyimizden korkuyorlar da bizi almıyorlar sorusu geliyor. Hoş, korkulacak bir şeyimiz kaldı mı, onu da bilmiyorum. Ne dersiniz, halen var mı? Berlin’deki Bergama Şengül Aydıngün erlin’in merkezinde yer B alan Müzeler Adası’ndaki (Museum İnsel) en önemli müze, kuşkusuz Pergamon Müzesi. Üç kanatlı devasa müze yapısı 1907 yılında planlanmaya başlanılmış. Pergamon Müzesi’nin bizim için anlamı farklı, İzmir’in Bergama ilçesinden götürülen SunakAltar nedeniyle müze, Pergamon ismini almış. Aslında, müze içinde sadece Helenistik dönemin en güzel eserlerinden olan Bergama Sunağı yer almıyor. Çoğu Osmanlı’nın son döneminde, o günkü Osmanlı sınırları içinde Almanlar tarafından yapılan kazılarda ele geçirilen mimari eserler ve heykeller sergileniyor. Bunlar, sadece Yunan ya da Roma dönemi eserleri değil, Mısır, Mezopotamya ve İslam dünyasının da en önemli eserleri. Bu eserlerin günümüzde yerinde değil de Berlin’de sergileniyor olması, ne yazık ki Osmanlı imparatorluğunun kültür ve tarih bilincinden yoksun yöneticilerinin hatası. Bergama Sunağı müzenin ana girişindeki dev salonda 113 metre uzunluğunda merdivenli ve sütunlu bir yapı. Asıl önemi ise yapının etrafının milattan önce 2. yüzyıl müthiş bir Helenistik yontu sanatı içermesi. Buradaki frizlerde Olimposlu tanrılarla dev yaratıkların savaşı anlatılıyor. Sunak, müthiş bir ilgi ile izleniyor. Tavan yüksekliği ilgimi çekmişti. Yirmi metre olduğunu söyledi Müze Müdürü Alman Profesör Dr. Andreas Scholl. Bu kadar büyük bir mimariyi içine alabilen salonlar için makul bir yükseklik diye düşündüm. Yan salonlara geçildiğinde de bu yükseklik devam ediyordu. Çünkü bu kez Didim’den Apollon Tapınağı’nın on beş metrelik sütunları ile Anadolu’nun batısından. İzmir Milet’ten iki katlı Agora kapısı karşılıyordu. Bir rehber, grubuna bu salonundaki eserlerin yaklaşık 150’yıl önce nasıl bin bir zorlukla getirildiğini anlatıyordu. Bir başka salonda Aydın ilimizin yakınlarındaki Magnesia antik kentinin heykelleri ile merhabalaşıyordunuz. Aslında bu ilk kez başıma gelmiyordu. Dünyanın büyük müzelerini dolaşırken hep karşılaştığım bir durumdu. Magnesia heykellerinin bir kısmını ParisLouvre Müzesi’nde de görmüştüm. Ya da önemli bir tapınağın parçalarını Londra British Müzesi’nde. Osmanlı İmparatorluğu’nca 1840
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle