Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADIM ADIM İSTANBUL Turgay Tuna tunaturgay?yahoo.fr 10 ADANA AYASTEFANOS FENERİ Denizle kucaklaşan bir derya kent İstanbul. Yüzyıllar ötesinden bu yana insanlarının birçoğu denizle yaşamış, denizle beslenmiş. Balıkçısı, kaptanı, miçosu, levendi, tayfası, tüccarı.. Gemiler, kayıklar yapmışlar sulara açılmışlar, ekmeklerini denizden çıkartmışlar. Ama, deniz bu, şakaya gelmez. Bir gün sakin, bir gün hırçın. Fırtınalarda alabora olmuşlar. Kah Sarayburnu kayalıklarında, kah Samatya açıklarında yaşamlarını yitirmişler; sisli havalarda yollarını kaybetmişler. Ancak, onlara tek bir şey güvence vermiş. Onları olası tehlikelerden koruyan, uzaklardan yol gösteren fenerler. Adalar’dan Bebek’e, Anadolu Kavağı’ndan Yeşilköy’e dek kıyıları süsleyen küçüklü büyüklü fenerler. Kimini, deniz içinde bir dubanın üstüne oturtmuşlar, kimini de bir kale burcu gibi taşlardan yapmışlar. Çok önceleri, eski zamanlarda birçoğunun yerinde, üzerinde ateş yakılan yüksek bir platform varmış. Gecenin karanlığında yakılan ateşin ışığını gören denizciler yollarını bulur, kıyılara yanaşırlarmış. Ama, çok sonraları hemen hepsi mimari bir yapılanmaya dönüşmüş. Hele,19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, adlarına layık birbirinden güzel fenerler inşa edilmeye başlanmış. Bir zamanlar, Marmara’nın mavisine karışan o güzelim yeşilliklerinden ötürü, adının Yeşilköy olarak değiştirilmesine karar verilen sayfiye semti Ayastefanos ya da San Stefano, yüzyılın başlarında üzerinden sert lodos rüzgarlarının geçtiği kıraç, bodur çalılarla kaplı bir arazinin denize nazır en uç noktasında yer alan ünlü feneriyle özdeşleştirilmiş ve bu fener yüzyılın başlarına ait kartpostallarda, Çarlık Rusya’sı askerlerinin dikmiş oldukları ünlü Rus Abidesi gibi vazgeçilmeyen temalardan birini oluşturmuştur. Dönem Abdülmecit dönemidir. Avrupa’ya Osmanlı İmparatorluğu’nun pencerelerini aralayan II. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülmecit, müzikten tiyatroya, kıyafetten mimariye modernizm ve çağdaşlığı destekleyen yenilikçi padişah. Kimi Avrupa ülkelerinin kıyılarını süsleyen fenerlerin benzerlerinin yapılmasını ister İstanbul’un kıyılarına. Bu işin uzmanlarını çağırırlar Frengistan’dan. Oturulur, konuşulur, planlar projeler hazırlanır ve ferman çıkar. Öncelikle Ayastefanos, Ahırkapı fenerlerinin yapımına başlanır. Yeşilköy Burnu üzerinde, tamamıyla taştan, kule şeklinde yapılmış, deniz seviyesinden 23 metre yükseklikte,10 saniyede bir yanıp çakan ışıldağı ile 15 kilometre uzaklıktan görülebilen Ayastefanos Feneri,1856 yılında, Fransa’da da değişik fenerlerin yapımını gerçekleştirmiş olan Sautter firmasının mühendislerine inşa ettirilmiş, Küçük Çekmece’den Kumkapı kıyılarına kadar Marmara kıyılarında oturan tüm İstanbul sakinlerinin yıllardan beri göz aşinası oldukları İstanbul’un nostaljik banliyö görüntülerinden birini oluşturmuştur. Sanki bir öküz böğürmesini andıran ünlü sesiyle, bir sis düdüğüne de sahip olan bu şirin fener, yıllardan beri Marmara’dan İstanbul’a doğru seyreden gemilere yol, gösterip önündeki sığlık alandan uzak güvenlik içinde geçmelerini sağlamış, kimi fırtınalı havalarda da bir zamanlar karagöz, mercan avına çıkan balıkçıların büyük güvencesi olmuştur. Kozan’ın iki izi Yazı ve fotoğraflar: Oktay Erol ozan; Adana’nın tarihle K nakışlanmış ilçesi. Yazar Yaşar Kemal’in romanlarında yer alan Kozan anlatıldığında “Kozan Kalesi” ile “Kilikya Manastırı”nı anımsamamak olmaz. Kale “amfi tiyatro” biçiminde yapılmış. Kalenin alçak surlarında Tarsus Kalesi’nin izlerini görmek olası. Kalkerden oluşan oldukça dik bir tepede yer alan kale, 400 metrelik rakımıyla Kozan’a egemen konumda. Kozan’ın eski adı Sis olduğundan, Sis Kalesi olarak da bilinir. Kaynaklar, Sis Kalesi’nin Asurlularca yapıldığını yazıyor. Ancak Asurluların, Çukurova’da 50–60 yıl kadar egemen olduğu düşünülecek olursa; bölgeye 700 yıl egemen olan Hititlerin de bu kaleyi yaptığı olasılığı düşünülebilir. Kozan’da antik kalıntılar olmasına karşın burada arkeolojik araştırmaların yetersizliği büyük bir eksiklik. Kozan Kalesi’nde ya da Kozan’ı çevreleyen köylerde ortaya çıkan buluntular müzesizlikten dolayı Adana Müzesi’ne götürülüyor. 44 kule ile burç bulunan Kozan Kalesi, iki bölümden oluşuyor. Güney tepedeki iç kale, o günlerin mimari özelliği bakımından çok şey