02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Dr. Ercan ÇİTLİOĞLU Lübnan’daki savaşın galibi belirsiz C S TRATEJİ dönüşerek bir türbülansa eşlik edebilecektir. Savaş sonrası İsrail’e gelindiğinde, 34 günlük çatışmalardan siyasal ve moral anlamda zararlı çıkan ülkeler listesinin birincilik kürsüsünde Olmert hükümeti yer almaktadır. İki askerinin kaçırılmasını ulusal güvenliğine gerekçe yaparak Hizbullah’ı ezmek için Lübnan’a giren İsrail, vereceği kayıpların gerek iç kamuoyunda taşınamayacağı gerekse askeri imajında yara açacağı endişesinin kurbanı olarak yanlış bir taktik izlemiş, sonuçta hedeflerine sınırlı bir şekilde ulaşarak ya da nihai amacına ulaşamayarak elde ettiği Pirus zaferinin ardından yaralı bir şekilde evine dönmeye başlamıştır. Kırsal alan yerine kentsel alanları çatışma yeri olarak seçen, ağır topçu ve hava bombardımanına karşın kendisini kamufle ettiği sivil yerleşim bölgelerinde toprağa gömülen, pusu atma ve vur kaç eylemlerinde başarılı taktikler sergileyen Hizbullah’ın füze stoklarının bir bölümünü tüketmesini sağlayan İsrail yine de ezici bir darbe indirme olanağına sahip olamamış ve savaş makinesi ciddi bir yara almıştır. Kayıp verme endişesi sonucu uzun menzilli topçu ve hava bombardımanı ile yetinerek kara harekatını geciktiren İsrail ordusu son aşamada başlattığı kara harekatında Hizbullah hedeflerini yeterince yumuşatmayı sağlayamadığı için atak davranamamış ve sayısal açıdan gerilla savaşını yürütmeye yeterli olmayan sayıda motorize piyade birliklerini Lübnan’a soktuğu için sonuç alamamıştır. Efsanevi savaş makinesi Hizbullah karşısında sonuç alamayarak ciddi bir karizma kaybına uğrayan İsrail’in blançosuna yazılan bir ikinci zarar ise Hizbullah’ın elindeki füzelerin sayıları ile menzilleri konusundaki istihbarat zafiyeti olmuş sonuçta İsrail toprakları füzeler karşısındaki dokunulmazlık zırhını kaybetmiştir. Hele savaşın son günlerinde bile Hizbullah’ın, İsrail hedeflerine füze atma kapasite ve yeteneğinde bir azalma olmadığının ortaya çıkışı İsrail halkı için moral ve güvenlik açılarından ciddi bir kaygıya dönüşmüştür. Son Lübnan savaşı Afganistan ve Irak’la birlikte değerlendirildiğinde; güçlü ekonomileri, teknolojileri ve orduları olan ülkelerin kendilerine hedef seçtikleri üçüncü ülkeleri yıkıma uğratabilecekleri, askeri yapılarını çökertebilecekleri ama işgal ederek teslim alamayacaklarını göstermesi bakımından öğretici olmuştur. Düzenli orduların konvansiyonel savaşlarının yerini asimetrik nitelikli savaşlara terk etmeye başladığı bir dönemeci işaret eden Lübnan savaşı sanırız yeterli konvansiyonel güce sahip olmayan pek çok ülke açısından askeri bir öğreti yerine geçmiştir. Önümüzdeki dönemler bu bağlamda, büyük çaplı klasik orduların yerlerini küçük, yüksek ateş gücü, mobilite ve kuvvet çarpanına sahip, kendi olanakları ile bir muharebeyi yürütmeye yeterli birliklerin almaya başlayacağı ve özel kuvvet harekatlarının öne çıkacağı bir dönemeci işaret etmektedir. Oyunda dekor olarak seçilen Lübnan’a gelindiğinde bu talihsiz ülke halkı ancak gücün varlığı halinde ayakta durabileceklerini, üçüncü ülkelerin oyun alanı olarak kaldıkları sürece varlıklarının her an tehdit altında bulunduğunu acı bir biçimde anlamış olmalıdırlar. Gücün ise yalnızca fizik anlamda değil aynı zamanda moral ve motivasyon yönlerinin de bulunduğu Lübnan savaşında kışlalarından çıkamayan bir ordu ile açığa çıkmış bulunmaktadır. 70 000 kişilik Lübnan ordusunun, ülkelerinin işgal ve yıkımını tek bir ilahların yeni bir hesaplaşmaya kadar geçici olarak sustuğu Lübnan’da kim kazandı..? Hizbullah’ı sınırlarına bitişik bölgelerden kuzeye iteleyerek vurucu gücünü görece hırpalayan İsrail mi ? İsrail’in yüksek teknoloji ile donatılmış savaş makinesinin karizmasına çizik atarak moral kazanan Hizullah mı ? Ya da İran mı? ABD mi? Silahların sustuğunun düşünüldüğü şu günlerde tüm tarafların galibiyetlerini ilan edip zafer şölenleri yaptığı, ne var ki gerçekte kazananı bulunmayan bu garip savaşın kaybedenlerine gelindiğinde yanıt son derece açık olmalı.. İnsanlık ve Hukuk.. 34 günlük bu savaşta günlük kazançlar dışarıda tutulduğunda sahnelenen oyundan ciddi anlamda zarar ederek çıkan başkaları da var. Zarar blançosunun başında yer alanlar ise söylenenler her ne olursa olsun Amerika ve İsrail.. Bush yönetimi İsrail’e verdiği koşulsuz destek, erken bir ateşkes kararı alınmasının önünü tıkaması, Tel Aviv’e lojistik desteği nedeniyle Irak’ta aldığı yaralara bir yenisini eklemiş ve ABD dış politikası hakkında üretilen bir anektoda haklılık kazandırmıştır. Türkçeye ‘ABD dış politikası İsrail tarafından değil ama İsrail için üretilir’ (American foreign policy not made by İsrail but made for İsrail) olarak çevrilmesi olası bu anektodun Lübnan savaşı sırasında Tel Aviv’in Washington’u ne derece angaje ettiğini gören Amerika’lı entelektüeller tarafından seslendirilmeye başlamış olması bir raslantı olmamalıdır. Irak’a karşı giriştiği savaşın haksızlığı her geçen gün biraz daha açığa çıkan, bu ülkeye durağanlık yerine kaos, huzur yerine taşınması zor acılar armağan eden, Irak’ı ilan edilmemiş bir iç savaş ve bölünmenin eşiğine taşıyan Bush yönetiminin Lübnan savaşında, İsrail’in arkasında koşulsuz duruşunun ABD’ye yüklediği en büyük kayıp; Ortadoğu’daki yeni yapılanma ve egemenlik yayma projesini İsrail üzerinden gerçekleştirmesinin mümkün olamayacağıdır. ABD’deki güçlü İsrail lobisinin Washington üzerindeki etkileri ile ABD’nin öznel ulusal çıkarlarının en azından Ortadoğu bağlamında bir ayrışmayı işaret ettiğinin seslendirilmeye başlandığı Amerika’da radikal bir politika değişikliği beklenmemekle birlikte Washington’un, İsrail’in baş aktörlüğüne soyunduğu senaryoların Ortadoğu denkleminde başarı kazanamayacağını görmeye başladığı bir sav olarak ileri sürülebilir. Tüm bu tartışmalara karşın ABDİsrail ilişkilerinin düşük yoğunluklu bir profile girmesinin beklenmesi kuşkusuz gerçekçi bir yaklaşım olarak görünmemektedir. İki ülke arasındaki stratejik ortaklığın derinliği ile çok boyutluluğu düşünüldüğünde, WashingtonTel Aviv hattında diplomatik barometrenin düşmesi günümüz ve gelecekte minimal bir olasılığı dahi yansıtmamaktadır. Ancak genelde dünya kamuoyu özelde ise Ortadoğu’da yükselen antisemitik duygular, İsrail’i Ortadoğudaki yeni yapılanmalar için ana oyuncu kimliğinden uzak düşürmeye başlamış görünmektedir. Bu bağlamda Washington’un özellikle GOP’un yaşama geçirilmesi konusunda İsrail’den boşalan yer için yeni partnerler arama gereksinmesini duyma olasılığı ise Ankara açısından yeni bir pencere olarak ortaya çıkmaktadır. ABD’nin ortaya çıkan bu gelişme karşısında PKK ile mücadele konusunda Türkiye ile işbirliğine yönelmesi öznel ulusal çıkarlarının bir gereği olarak yüzeye yansımaktadır. S kazandı..? İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı giriştiği savaşı herhangi bir taraf kazanamadı. Savaşın Hizbullah’a desteği artırdığı gözlenirken, uluslararası kamuoyunda ABD ve İsrail’e olan sempatiyi azaltmış görünüyor. Ancak İsrail’in bölgedeki ana oyuncu kimliğinin erozyona uğraması, ABD/Barzani/Talebani dayanışmasının daha da güçlenmesi sonucuna eşlik edebilecek ve Türkiye’nin, Kuzey Irak’a yönelik olası bir müdahalesi Washington’un bölgedeki çıkarlarına aykırılık taşıyacaktır. Önümüzdeki dönem ve görünür gelecek, Lübnan krizinden sonra Kuzey Irak’taki Kürt yapılanmasının ABD için daha da önemli hale geleceği ve İsrail ile Kürt yönetimi arasındaki ilişkilerin daha da derinlik kazanacağını göstermektedir. Bu bağlamda Washington ve Ankara arasında PKK konusunda örtüşür görünen çıkarların ortak bileşkesi sıra Kerkük, Irak’ın kuzeyindeki Türkmen varlığının siyasal hakları ile Kürtlerin bağımsızlığına geldiğinde ayrışmaya Kim
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle