Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema VİZYON Korkutan dört film ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? yönettiği ve Ingrid Bolso Berdal, Marthe Snorresdotter Rovik, Kim Wifladt ile Fridtjov Saheim oynadığı filmde Norveç dağlarının eteklerinde ölen 4 genç arasından kurtulan bir kadının hikayesini anlatıyor. Yolda tesadüfen karşılaştığı kişinin sergilediği tuhaf hareketler ise kabusun sona erip ermediğini sorgulatıyor. (Carriers) Alex ve David Pastor’un yönettiği ve Chris Pine, Piper Perabo, Emily Van Camp ile Chris Meloni rol aldığı yapımda felaketlerden ziyade insanların bundan ne kadar etkilendiği ve bu olağandışı durumlarda nasıl davrandıklarının üzerine gidiliyor. Virüsten kaçan dört arkadaş, ıssız bir kumsala gider ve insanlarla temastan kaçınırlar. Ama, yolda geçirdikleri dört gün boyunca, bu dört kişilik grup hiçbir insanın yüzleşmek zorunda kalmaması gereken ahlaki kararlar vermek durumunda kalır. Karşılarındaki en büyük düşmanın virüs değil, iç dünyalarındaki karanlıktır. ? Şeytanın Oteli 2 (Fritt Vilt 2 Cold Prey 2) Mats Stenberg’in ? Veba The Last Vampire) Chris Nahon yönetiyor ve Gianna Jun, Allison Miller, Masiela Lusha ile Liam Cunningham rol alıyor. Vampir Saya, anne ve insan ırkından bir babanın 16 yaşındaki kızı. Aslında 400 yaşında ve iki ırk arasında kalmanın acısını yaşıyor. Yürütülen bir organizasyon için çalışırken, Tokyo’da üssü olan bir Amerikan ordusunun üzerine yollanınca, Saya tüm vampirlerin atası olan Onigen’i yok etme şansı olduğunu düşünür. (Pontypool) Bruce McDonald’ın yönettiği ve Stephen McHattie, Lisa Houle, Georgina Reilly ile Hrant Alyanak’ın oynadığı filmde Mazy, Pontypool kasaba radyosunda program yapmaktadır. Kasabada korkunç şiddet olayları olduğu şeklinde söylenti yayılmaya başlayınca, radyo ekibi bu söylentilerin İngilizceyle yayılmış bir virüsten kaynaklandığını anlarlar. Kurtarılma ümidiyle yayını sürdürürken radyo dalgalarıyla virüsün yayılmasına yardım edilip edilmemesi ise ciddi bir sorun haline gelir. ? Blood: Son Vampir’i (Blood: Pontypool ? Pontypool: Öldüren Kelimeler Nitelik mi, nicelik mi? Sinema salonlarından itinayla uzak durulan yaz ayları nihayet sona erdi ve yeni sezon, dördü yerli 10 filmin gösterime girmesiyle dün açıldı. Öncelikle “Sizi Seviyorum” ve “Kanımdaki Barut”u ALPER çekmeselerdi de olurmuş, “Sonsuz” da kötünün TURGUT iyisi diye tabir edebileceğimiz bir deneme... Basın gösterimi geciken ve hakkındaki tartışmalar magazin sayfalarına taşan “Çıngıraklı Top”u ise önümüzdeki hafta masaya yatırırız. Anlaşılacağı üzere “bu yıl rekor sayıda yerli film çekildi”, “Altın Portakal’a tamı tamına 43 yapım başvurdu” gibi söylemlere takılmamak gerek. Sinema, “tak fişi, bitir işi” ucuzluğuyla kotarılacak bir mecra değildir ki... Bu yolun keskin virajları vardır, haliyle sarptır ve uzun bir soluk ister. Ve kim ne derse desin; sadece ama sadece sevdayı ve cesareti kuşanıp, zorlu bir serüvene atılanlara aittir. Öyle kolaya kaçmak da yok, 7. Sanat’a kendinizi adayacaksınız. Ruhunuzu, yüreğinizi, zekanızı, zamanınızı ve emeğinizi orta yere döküp, nakış nakış işleyeceğiniz bir eser yaratacaksınız. Ve sonra bu yapıt, çılgınca alkışlanıp, ortak bir beğeniyle kucaklanacak. Yani hem aklımızı alacak ve hem de aklımızda kalacak. Peki, biz ne durumdayız? Şimdilik buzdağının görünen kısmı, büyük bir hayalkırıklığına davetiye çıkarıyor. Türk Sineması‘nı umutlandıran bu taze soluklu ivmenin, sanat ve kaliteyle ne denli örtüşebildiğini bekleyip Sizi Seviyorum göreceğiz. Salt amaç, çok film çekmek ise zaten kimse Bollywood’un eline su dökemez. Umarım sonumuz, seri üretimi çok seven Hint Sineması’na benzemez. Sizi Seviyorum demekle olmuyor Uğur Yağcıoğlu’nun çektiği, başrollerini şarkıcı Emre Altuğ ile Birce Akalay, Zeynep Beşerler, Irmak Ünal ve Durul Bazan‘ın üstlendiği Sizi Seviyorum, Hollywood’un “sabun köpüğü yapımlarına göz kırpan ama çerezlik vazifesini dahi başaramayan bir filmcik. Çapkın erkekleri uslandırma meraklısı mazlum kadınlar... Bildik, tanıdık ve doğrusu gına getiren kadınerkek ilişkileri... Sizi Seviyorum’da oyunculuk yerlerde sürünüyor, kurgu, öykü vs. sınıfta kalıyor. Ancak yine de sinemaya izleyici çekme potansiyeli yadsınamaz. Kimseyi yargılamak gibi bir derdim yok, yalnızca “zevkler ve renkler tartışılmaz” klişesine dayanarak bu acı gerçeği söylüyorum. Kısaca; Sizi Seviyorum’u, kendi adıma ben sevemiyorum ve sizlere bu yapımı hiçbir suretle önermiyorum. Kanatlar özgürlüktür Amiens kentinin taşrasındaki bir kimya fabrikasında çalışan sıradan işçi Katie Alexandra Lamy) her gün sabahın altısında kalkıp ASLI fabrikanın yolunu tutar. SELÇUK Zincirleme akan banttaki sersemletici işinde çalışırken şişelere tıpa yerleştirip durur. Akşam paydostan sonra sekiz yaşındaki kızı Lisa’yı (Mélusine Mayance) okuldan alır. Her gün fabrikayla okul arasında mekik dokuyan bekar anne, işçi Katie yaşamın tüm yükünü tek başına omuzlarında taşımakta ekonomik sorunlarla boğuşmaktadır. Lisa’yla karanlık, küçük bir dairede sıkıcı bir yaşam sürmektedirler. Bir gün Katie ağzında maskesi başında bonesiyle şişeleri aksatmadan tıpalarken Paco’yu (Sergi Lopez) görür. Katie ve Paco ilk görüşte birbirlerine yıldırım aşkıyla tutulurlar. İlişkileri hızlı, şiddetli olur. Paco, Katie’nin yaşadığı belediye konutuna yerleşir. Sıradan yurttaş Katie benzeri sıradan Paco’dan hamile kalır. Lisa yakında doğacak erkek kardeşine Ricky adını koyar. Bu silik sayılabilecek çiftin sıradışı, olağanüstü, özel bir bebekleri doğar. Bu adeta büyülü, mucizevi bir olaydır. Ricky öteki bebeklerden çok değişiktir: Onun kanatları vardır. Hüzünlü, umutsuz, karanlık bir atmosferde başlayan film Ricky’nin doğumuyla aydınlanıp renklenir. sevgisiyle dolu bir kadının gözünde kanatları olan bir bebek canavar olmaktan çıkıyor, Katie Ricky’yi olduğu gibi kabulleniyor. Bu kabullenmeyle Ozon, Roman Polanski’nin unutulmaz kült filmi Rosemary’s Baby’ye de (Rosemary’nin Bebeği/1968) bir gönderme yapıyor. “Annelik içgüdüsünün karmaşıklığını da vurgulamak istedim. Bir anne hem aşkla hem de potansiyel şiddetle doludur. Anneliğin fiziksel yönü beni ilgilendirdi. İnsanın içinde birşeyin büyümesi, gelişmesi nasıl bir durumdur? Çocuğu taşıyan kadının bilinçsizliği, bu gizemli organik ilişki. Gebe kadınlar sürekli kabuslar, düşler görürler, canavara benzeyen bir şey doğurmaktan korkarlar. Ricky gebe bir kadının ruhsal durumunu da anlatıyor” diyen Ozon kanatların dinle ilgisi olmadığını, özgürlüğü simgelediğini, kanatlarıyla Ricky’nin aile yuvasından ayrılıp uçtuğunu belirtiyor. Facia gibi bir film Almanya doğumlu aktör Haluk “Luk” Piyes, yazıp yönettiği Kanımdaki Barut için “şiddet uygulayan çocuk, sevgiye en muhtaç olanıdır” demiş, ben ise rahatlıkla şu cümleyi kurabilirim; bir daha böyle bir film çekme ve ne olur mümkünse bir buçuk saatimizi bizden tekrar çalma... Yukarıda beğenmediğimi ilan ettiğim Sizi Seviyorum dahi Kanımdaki Barut’tan çok daha iyi bir film. Yerli işi sinema ise mevzu bahis, kötü ötesi yapımlara tepkim çok, tahammülüm ise asla yok. Tam da bu yüzden üstüne basa basa Kanımdaki Barut şayet bir sinema filmiyse ben de herşeyden bihaber uzaylıyım diyorum. Bu filmi neresinden tutsanız orası elinizde kalır. Sevgi filmi çekmek adına psikopatlarla dolu kimse kusura bakmasınucubik bir yapıma nasıl savrulunur ki? Jülide Kural, Mehmet Esen, Necmettin Çobanoğlu‘nun varlıkları dahi filmi kurtaramıyor. Haluk Piyes, eseriyle ilgili olarak “Tanrı Kent” ve “NefretProtesto / La Haine” adlı başyapıtları da anmış ama gelin görün ki; kazın ayağı hiç de öyle değil. Bu esinlenilenler Everest ve K2 tepesiyse kendi yarattığı Guam Çukuru’ndan öte değil. alperturgut@cumhuriyet.com.tr Sanatçı mafyaya dair Sonsuz, kanser hastalarının son günlerinde hayatı yakalama çabalarını dillendiren, kelebek imgeli ve absürt katkılı bir karamizah. Film, pek çok meşhur ismi ağırlıyor ve sinemanın ustalarına da (Yılmaz Güney, Süleyman Turan, Nebahat Çehre vs) selam çakmayı ihmal etmiyor. Cemal Şan‘ın yönettiği Sonsuz’da en çok hoşuma giden şey, marjinal sanat ve kültüre aşık mafya babası Cihan (Şevket Çoruh) oldu. (Mehmet Ali Nuroğlu’nun canlandırdığı ‘sevişmeden uyumayalım’ Remzi tiplemesi de gerçekten alkışa muktedir) Ana kuzusu, asabi ve yarı deli Cihan’ın takıntısı yazar olmaktır. Eğer kiminle fotoğraf çektirirse bilin ki, poz veren son saatlerini yaşıyordur. Orijinal cinayetleri yazmak fikri, haliyle tuhaf ve korkunç görünse de “ilaçlı içecek” üstadı Nuri Alço ile başlayan süreç, ezberinizi bozacak. Kah trajediye kah da komediye yakalanan bir salıncak düşünün, böylelikle kahramanlarımızın haleti ruhiyesini de kavramış olursunuz. Mizah ne muhteşem bir güzelliktir ki; insanın yakasını ölene dek bırakmaz, son nefesinde bile gülümsetebilir. Sonsuz İstanbul’dan Foça’ya uzanan Sonsuz’u izlemenizi salık veririm. Büyülü gerçeklik Önce bir canavar diye algılanan Ricky’ye Katie anne sevgisiyle yaklaşınca genç kadının zorlu, renksiz, sıkıntılı yaşamı da bu bebek sayesinde bir eğlence parkına dönüşüyor. “Ricky aynı zamanda toplumuzda olanları da yansıtıyor” diyor François Ozon: “Bebeklerin kutsallaştırılması, idealleştirilmesi, aşırı korunması da var. Anneçocuk ilişkisi karşısında erkeklerin çektiği zorukları da ele alıyor. Tarihte erkekler sürekli bir kenara atıldı, günümüzdeyse annelerden çok yer edinmek istiyorlar. Bu da bir dengesizlik yarattı çünkü kadınlar bu konuda erkeklere fazladan yer açmak istemiyorlar.” Eğlenceli bir masal, fantastik gerilim ve aile komedisi arasında gezinen Ricky farklı olmaktan, farklılığı kabullenmekten, değişen ve gelişen aileden söz ediyor. Gerçekle düşselliği içiçe geçiren filmleri sevdiğini belirten Ozon, Ricky’yi büyülü gerçekçilik olarak tanımlıyor. Yönetmen alışılmışın içindeki düşselliği seviyor, fantastiğin bireyler arasındaki gerçek ilişkileri ortaya çıkardığını, duyguların derinliğini yansıttığını açıklıyor. Aile uyuma ulaşmak için oldukça uzun bir yol yapıyor. Üç ayrı bebekle çalışan ekip bebeklerin biyolojik ritmlerini öğrendikten sonra filmin yıldızları bebeklere göre tüm çekim programını düzenlemişler. İspanyol sinemacı Luis Bunuel’in dediği gibi “Düşler gerçek gibi, gerçekte düş gibi yansıtılmalı” sözüne en çok Ozon’un Ricky’si yaklaşıyor. Önce korkutucu görünen Ricky’nin kanatları sonra onun yuvadan uçmasını sağlıyorlar. Bu olağanüstü benzersizlik onu aileden ayırıyor. “Sevgi, gelişme, korunma mekanı olan aile ortamı aynı zamanda bir tutukevi gibidir. Gerçek ve soyut anlamda oradan uçmak, kurtulmak gerekebilir” diyen genç yetenek François Ozon’un farklılığa güzel bir gönderme yapan Ricky’si (2009) 25 Eylül’de sinemalarda. Anneliğin karmaşası İngiliz yazar Rose Tremain’in Moth öyküsünü çok çarpıcı bulan François Ozon’u gündelik yaşama ve yoksul bir ortama böylesi fantastik bir vurgunun girişi etkilemiş: “İki öğeden kaçındım, sefaleti ve yoksulluğu kutsallaştırmaktan. Ricky, düşsellik varoldukça yaşam çekilebilir diyor. Bebeğin getirdiği sevinçle Katie’nin de günleri aniden değişiveriyor.” Ozon’u kanat çıkarıp uçan bebekten çok aile düşüncesi bu konuya çekmiş. Sıra dışı bir çocuk böylesine sıradan bir ailenin içine gelip nasılda tüm bireyleri etkileyebiliyor, Ricky alışılmamışlığın özgünlüğünü irdeliyor. Fantastikle tek düze akan sosyal bir durumu harmanlayan Ozon, on birinci çalışmasında annelik içgüdüsünü, beklenilmeyenin ışığını, aile ve çift olmayı vurguluyor. Bu gözde temalarını Regarde la mer (1997), Sitcom (1998), Sous le sable (Kumun Altında/2000), Swimming Pool (Havuz/2003), 5x2 (2004), Le temps qui reste (Veda Vakti/2005) filmlerinde de işleyen yönetmen düşsel bir öyküyü büyük bir gerçekçilikle yansıtıyor. Gündelik yaşamın eziciliğine karşı koyabilmek için onun kahramanlarının mucizelere gereksinimleri var. Tüm bireyler umudun, sevincin olmadığı proleter bir ortamın içindeler. Şaşırtıcı bebek Ricky onlar için büyük bir zenginlik. Katie için Ricky öylesine içsel bir zenginlik oluyor ki bu işçi kadın yaşamında ilk kez bir kitaplığa giderek oğlunun kanatlarının uzunluğunu araştırıyor, kendi kendini yetiştirmeye, eğitmeye çalışıyor. Anne VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Yönetmenliğini Egemen Ertürk’ün yaptığı filmde Burak Önal, İpek Özkök, İlyas Salman ile Osman Tanburacı rol alıyor. Kahramanları kör olan film körlerin sorunlarını umutlu ve neşeli bir dille anlatıyor. Film, Boğaz Körler Derneği’nde Çin Engelliler Olimpiyatları’na katılmak amacıyla kurulan Çıngıraklı Top adındaki körler futbol takımını anlatıyor. ? Çıngıraklı Top Ne Varsa Götürenler (Immigrants L. A. Dolce Vita) Gabor Csupo’nun yönettiği ve Hank Azaria, Sandor Fabry, Karoly Gesztesi ile Judit Hernadi’nin seslendirdiği film Amerikan Rüyası peşinde yapılan göçleri konu alıyor. Animasyon film, hem bir Rus göçmen olan Vladislav ve bir Macar göçmen olan Joska’nın maceralarını hem de Los Angeles’ta yaşadıkları komik ve dramatik maceraları anlatıyor. ? Göçenler, Göçürenler… Hoyt Yeatman’ın yönetmenliği yaptığı ve Nicolas Cage, Sam Rockwell, Jon Favreau ile Penelope Cruz seslendirdiği film hayvanların casus olarak kullanılmak için eğitildiği gizli bir devlet programını konu alıyor. Bir komedi filmi olan GForce’da çok iyi eğitilmiş fareler dünyanın kaderinin kendi ön ayaklarında olduğunu keşfediyor. ? GForce C MY B C MY B