19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 20 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ Izİzlenim ÜMRAN BULUT ? Bir sahnede iki dil Seyri Mesel Tiyatrosu, Türkiye’deki yaşamları, ama en çok da Kürtlerin yaşamlarını sahneye koyuyor. Kapalı toplum yapısından dışarıya açılırken Kürtlerin yaşadığı trajikomik durumları anlatıyor; modern dünyadaki insanın kuşatılmışlığını, yalnızlığını, kadın erkek ilişkilerini... Haliyle sahneden Kürtçe ve Türkçe sesler yükseliyor. Taksim, İmam Adnan Sokağı’nda bir apartmanın en üst katı. Kapının ardından çalışma yapan oyuncuların sesi duyuluyor. Kürtçe, Türkçe kelimeler birbirine karışıyor. Sahneye bir; ESRA psikolog bir kadınla ev kadınlarının AÇIKGÖZ arasında geçen bir sohbet düşüyor, bir; iş arayan gencin dramı... Derken dil değişiyor; bir Kürt kadını ve erkeğinin chatleşmesini izlerken kahkahalara katılmak için çok da Kürtçe bilmeye gerek olmadığını görüyorsunuz... Seyri Mesel Tiyatrosu, yaşadıklarından yola çıkarak, Türkiye’deki yaşamları, ama en çok da Kürtlerin yaşamlarını sahneye taşıyor. Seyri Mesel’in oyuncularından Güler İnce ile konuştuk... Seyri Mesel yola çıktığında neyi amaçlıyordu? Seyri Mesel Tiyatrosu 2002’de bir grup tiyatrocu tarafından kuruldu. Sanatın ve sanatçının yaratma özgürlüğüne inanan bizler, daraltılmış sınırlar ve kalıplar içerisinde kalmak istemedik. Herkesten ve her şeyden bağımsız bir ortamda düşlerimizi gerçekleştireceğimiz, kendimizi ve sanatımızı özgürce ifade edebileceğimiz bir tiyatro hayaliyle Seyri Mesel’i oluşturduk. Alternatif, muhalif tiyatrocuların ve farklı halklardan sanatçıların da kendilerini ifade edebilecekleri bir mekan yaratmak gibi bir derdimiz vardı. Bu düşünceyle Seyri Mesel Sanat Atölyesi de oluştu. Tiyatro grupları, müzisyen, sanatçılar mekanımızı kullanabiliyor, kapımız herkese açık. ‘GerçekYansımaYanılsama’ Serginin ismi “kuşkulu ayna, gerçekyansımayanılsama” kavramsal sanata açık bir davet adeta. Kavramsal sanat izleyicinin sınırlı ya da tam tersi, sınırsız düşünmesini gerektiriyor. Kavramı ele geçirip yoğuruyor, yuvarlıyor, denkleştiriyor ve sunuyor. Nasıl mı? Bazen uzun uzun anlatılan hikayelere yönelterek, bazen de anlatılan ile bir bağ bile kurmak istemeyeceğiniz görselliklerin kıskacındaki gizeme tanıklık ettirerek. “Sanatçıya sormalı, onu anlamalı” dedirtiyor ya da sadece o anda ve kendince edimlenen izlenimi yeterli bulmayla noktalanıyor. J. Kosuth’a kulak verelim. “Dil yoksa, sanat da yoktur.” Peki, bunu onaylamak mümkün müdür? Sanatın düşünceyi ön plana geçirerek kavram baskınlığında uygulanması, biçimsel maddi yapıtın etkisinin küçülmesine orantılı artar; ama sanatsal olan sadece bununla sınırlı değildir. Günümüzde resim ve heykelin geleneksel görünüşü, kavramsal sanatın değişik oluşumlarıyla birleşerek kavramsallaşmayı da pratikleştirmiştir. Mine Sanat’ta 30 Haziran 2009’a kadar sürecek serginin özünde olan bu: kavramsallaştırma. Gerçek, yansıma, yanılsama, tartışma ortamını güçlendirecek kelimeler. Üstelik bildiğimiz resim sanatı yüzyıllarca nesnel gerçeklikle bağıntılı gelişmeleri hep desteklemiş hatta peşine düşüp epey yol almış ve sonucunda da bu yola eklemlenen sapmalar ya da açılımlarla tinsel gerçekliğin ucu bucağını birçok farklı sanatsal yaratımların en uçsuz dizileriyle desteklenmişken… Bir vurgu yapmak gerekirse, kavramsallık sanattan ayrı düşünülebilinir mi? bu soruyu irdelemeden durmanın mümkün olamayacağını her sanata duyarlı olan bilir. Tinsel boyut sanatın beslendiği alan değil midir? Ya da tinsel gerçekliğin sanatsal yaratımdaki rolü küçümsenebilinir mi? Balkan Naci İslimyeli, Bilge Alkor, Beril Anılanmert, Candeğer Furtun, Meriç Hızal, Neriman Polat, Nur Koçak bu kavramların sorgulanmasına ilişkin tavırlarını sergiliyorlar. Sergide sembolik görüntülerin çokça kullanıldığı hemen görülüyor, tabii ki aynaların da. Ayna, resimsel dilde Q. Metsys’den R. Magritte’e birçok ressamca açılımlı ve verimli bir araç olarak kullanılmıştır. Nesnel gerçeklik, sembolik yaklaşım, tinsellik ve zaman boyutunda düşünmeyi önerir. Yansımayanılsama, gerçek ve gerçeküstü algılama getirileri ile derinleşip yaşamdan ölüme, değişimin kaçınılmaz çizgisini belirtir. B. N. İslimyeli aynayı kullanarak tinsel gerçeğin sorma ve sorgulamanın hafife alınamayacak ciddiyetine koşut gerçekle yanılsamasını aynı potada eritiyor. B. Alkor fotoğrafında aynanın yaşamın sadece bir anına tanıklık eder durumuna eklenti yaparak zaman boyutunda irdelebilinecek ayrı bir sonuca varıyor. Bizler de geçmişten gelen bir güzelliğin bugüne nasıl yansıdığına ve ayna aracılığıyla yansımanın ele alınışına tanıklık ediyoruz. Fotoğrafın ön planında görülen genç kızla arkada ama gözden hiç kaçmayacak görüntüsü ile 15.yüzyıl resminden bir genç bayan portresi (geçmiş ile bugünün uyumunda) bilinen ‘geçmiş zaman’ izlenimini yansıtıyorlar. Karışık değil, karmaşık değil, sözü açık bir sunum bu. Sergide izlenen teknikler farklı. Tuval resminden heykele, fotoğraftan enstalasyona değişik uygulamalar, değişik çağrışımların doğuşuna yardımcı olacak nitelikteler. Bunlar gelenekselin o kadar dışında ki, üç boyut, beş boyut meselesi sadece olayın ortaya konulmasına ve anlatılmasına değil, aynı zamanda da estetik seçkinin belirlenmesine tanıklık ettiriyor. M. Hızal kumaş üzerine baskılı enstalasyonuyla Bizans döneminden kalma surların zaman içindeki farklı algılanmalarına, tarihi kentsel dokunun nasıl yok edilmekte olunduğunu gösteriyor. N. Koçak tüketim toplumuna kadın iç çamaşırının tuvaldeki yanılsamasıyla değiniyor. İşini vitrinler boyutuna getirip fotoğraflarla destekliyor. N. Polat ise fotoğraflarıyla genç kızdan ve yaşadığı mekandan yansıyanlara söz açtırıyor. C. Furtun’un seramiklerinin karşısında durduğunuz da ise düşündürücü ortamın farklı bir yerinde yeniden nefes alıyorsunuz. Furtun’un kişinin içsel sorgulamasına dair ürettiği yapıtı ile hem yalın anlatım dilinin, hem de işçiliğin gücünü izliyorsunuz. Günümüzde sanatsal yaratımlarla insanın mutlulukları, sıkıntıları, bunalımları sıkça ele alınmakta. Kavramsal ya da değil, hiç fark etmez; sanatsal dil, resimsel beceri, bilgi ya da okuma bunu bize hissettirip kendisini keyifle izlettirebilir. www.umranbulut.net Seyri Mesel’de şu anda hangi oyunları oynuyor? Şu ana kadar 14 oyun sergiledik. İkisi Türkçeydi. Üç çocuk oyunu çıkardık. Bunlar birçok ilköğretim okulunda ve çocuk festivallerinde sahnelendi. Tabii ki en çok kendi anadilimizde, kültürümüzde üretimlere yoğunlaştık. Bu yüzden Kürtçe’nin Kurmanci ve Zazaki (Kırmançki) lehçelerinde oyunlar hazırladık. Şu anda her Pazar saat 19.00’da KürtçeTürkçe oynadığımız Anlamsız LevhalarLewhayen Bemane ve 7 Ruh 9 Huy’u sahneliyoruz. Anlamsız Levhalar’da Adem ve Havva’nın yanı sıra Evrim Teorisi’ni de sahneye taşıyorsunuz… Oyun hepimizin bildiği Adem ve Havva hikâyesi ile başlıyor. Ancak önemli kadın kahramanlardan biri herkesin çok fazla bilmediği Lilith. Zaten Lilith Adem’e tahammül edemeyip onu terk edince devreye Tanrı tarafından Yaradılışın karşısına Evrim Teorisi Havva sokuluyor. Sonra bir anda sahneye Homosapiens çıkarak yaradılış mitolojisinin karşısına Evrim Teorisi’ni çıkarıyor. İkisi arasındaki çatışmayı komik bir şekilde dile getiriyor bu oyun. Oyunda ayrıca, zorunlu birliktelikler haline dönüşmüş evlilikler, sanal alem üzerinden çarpık gelişen kadın erkek ilişkileri, kararsızlıklar, cezaevi gerçeği ve işkence, siyasi partiler, medya kısacası günümüz dünyasını belirleyen konular bazen ti’ye alınarak bazen de trajik bir şekilde ele alınıyor. Ya 7 Ruh 9 Huy? Sokakta yaşayan bir kadından kirli ilişkilerde sıkışmış bir mankene, lisedeki aşkıyla karşılaşan travestiden babalarını öldürmek isteyen iki kız kardeşe kadar birçok kadının dünyası sahneye taşınıyor. Yönetmenimiz Erdal Ceviz. Oyuncular ise benim dışımda, Dilek Eniş, İbrahim Turgay, Bedriye Aydemir, Baran Demir, Musa Yıldırım, Hasan Aydın, Volkan Türkmen, Mervan Yalçındağ, Azize Aslan ve Nurten Demirbaş’tan oluşuyor. Modern dünyanın sorunları Oyunlarınızı hangi kriterler belirliyor? Genelde yazılı metinler üzerinden oyun sahnelemiyoruz. Oyunculuk çalışmalarımız esnasındaki doğaçlamalardan gelişiyor. Genellikle modern dünyanın sorunları, bu modern dünyadaki insanın kuşatılmışlığı, yalnızlığı, kadın erkek ilişkileri, kendi kapalı toplum yapısından dışarıya açılırken Kürtlerin yaşadığı trajikomik durumlar da doğaçlamalara konu oluyor. Oyunlarımızın çoğu Kürt mitolojisine dayanıyor. Yani kendi köklerimizden, hayal gücümüzden, belleğimizden yararlanıyoruz. Kürtlerin demokratikleşme hareketlerini sahneye taşıdığınızda izleyicilerden nasıl tepkiler alıyorsunuz? Tepki genelde olumlu oluyor, çünkü kendisi anlatılıyor ve kendine dışarıdan bakma şansı yakalıyor. İstanbul dışında birçok şehirde, ilçede hatta beldede oyunlarımızı sahneledik. Seyirci profiliniz Kürt ağırlıklı yani... Kürt seyirciler doğal olarak ağırlıkta. Ama Türkler de bizi izliyor, esas olan beden dili. Neden oyunları hem Türkçe hem de Kürtçe oynuyorsunuz? Ekibimiz Kürt ve Türklerden oluşuyor. Dolayısıyla herkes doğaçlamalarda kendi dünyasını, kültürünü, bakış açısını konuşturuyor. Gönül isterdi ki daha farklı dillerden de oyunlar sahneleyebilelim. Adana’nın gizli kalmış mütevazı ressamı Şemsettin Başkurt ismini duymamış olabilirsiniz. Zaten pek de duyulmasını istemezmiş sağlığında. Başkurt, Adana’da İkinci Ortaokul’da resim öğretmenliği yaparken öğrencileri ve SİNEM bazı Adana sakinleri tarafından Bilenlerden biri Yaşar DÖNMEZ tanınıyormuş. Kemal, biri de Abidin Dino. Yolları Adana’da kesişmiş her birinin. Yaşar Kemal’in resim öğretmeniymiş hatta. Şimdi onun torunu Sinan Başkurt, dedesinin bugüne dek saklı kalmış eserlerini ve dedesini herkesle tanıştırmak üzere... Resim Şemsettin Başkurt için her zaman bir tutku olmuş. Doktor olan babası itiraz etmiş Güzel Sanatlar Akademisi’ne girerken, “doktor adamın oğlu ressam olmaz” demiş. O da en yakınını bulmuş sevdiği mesleğe, resim öğretmenliğini. Adana’yı seyretmiş bir ay boyunca kaldığı memleketinde. Dedesinin mezarını bulmuş, onarmış. Sonra Ankara’daki Milli Kütüphane’den Adana Halkevi mecmuasında Kemal Sadık imzalı bir röportaj ve övgü sözcükleri çarpmış gözüne. “Halkevi resim sergisi ve Şemsettin Başkurt” başlıklı söyleşide, dedesinden pek çok iz bulmuş. Örneğin ne kadar tevazu sahibi, ne kadar kabuğuna çekilmiş olduğunu, resim yapmayı ne kadar sevdiğini öğrenmiş. Kemal Sadık imzalı röportajda Başkurt, resim yapma hikâyesini şöyle anlatmış: “Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olduğumdan beri çocukluk ve gençliğimin verdiği türlü ilhamlarla bu hususta muvaffak yıllar geçirmiştim. Şu halde çok sevdiğim sanatına intisap edeli 35 yıl kadar olmuştur. Resimde realizmden ayrılmamak ve resmin iki mühim unsuru olan renk ve gölgeyi yerli yerinde tebarüz ettirmek lazımdır.” Zafer Bey’le İstanbul’a geldiklerinde Yaşar Kemal’in Şemsettin Başkurt Kemal Sadık’ın, Kemal Sadık Gökçeli hakkında yazdıklarından yani Yaşar Kemal olduğunu tanıyabiliyoruz biraz kendisini. bilmiyorlarmış. Yine Adana’da Mütevazı, içine kapanık biri, ama tanıştıklarını bildikleri Abidin Dino’nun sanatını ve yaptığı işi ne kadar sevdiğini yeğeni Rasih Nuri İleri’ye gitmişler. O anlıyoruz: “Tam manasıyla sanatkâr, söylemiş Yaşar Kemal olduğunu yazıyı mütevazı, kozasına çekilmiş, yazanın, aramış, konuşmuşlar. Yaşar eserlerinden başka kimseyle Kemal, “Evliya gibi adamdı” demiş. konuşmaz, yaratmış olduğu “Abidin de tanır, çok sever onu.” sevgililerine çok bağlı. Bir iki dostu Abidin Dino sürgün yıllarında tanışır müstesna, muhiti onu tanımıyor. Şemsettin Başkurt’la. Kendisinden yaşça Şemsettin Başkurt kadar mütevazı küçüktür, çok büyük bir hayranlık duyar bir sanatkar henüz tanımıyorum. Ve kişiliğine ve sanatına. Nitekim 1976’da, belki de tanımayacağım.” Sinan Başkurt’un annesi Sebahat Hanım Başkurt’un otoportresi. Şemsettin Başkurt’un yüzlerce resmi kendisine Şemsettin Başkurt’un iki var. Her biri sarı, sıcak Adana güneşini resmini gönderdikten sonra yazdığı hissettiriyor. Realist akıma bağlı olarak yaptığı mektupta, “Demin gönderdiğiniz iki resmi aldım, resimlerde, renklerin en canlısını, yeşillerin en yeşilini, sevinçli bir şaşırma. Yoksa resimler Şemsi Hocam, sarıların en sarısını kullanmış. Kendi otoportreleri, eşinin Adana dostum Şemsi Hocam’ın mı?” Mektup şöyle portresi, Adana’nın kahveleri, tarlaları, ağaçları, arada bir devam ediyor: “Hayli yıl sonra resimlerini aramıştım, gittikleri Bostacı’daki evden görünen manzaralar en çok ölümünden sonra resimlerinin kimde nerede resmettikleri arasında. Güneşin ışığını da çok sevmiş belli olduklarını bulamamıştım... Orhan Kemal’in de ki Başkurt yaşadığı yerleri sevdiği gibi. Torunu Sinan oturduğu kenar mahallelerin Adana’da kederini ve Başkurt, yine ressam olan babası Necmettin Başkurt’un şiirini onun gibi anlatan kimse yok.” ardından dedesinin gizli kalmış sanat yaşamını ortaya Şimdi bir kitap hazırlığı içinde Sinan Başkurt. çıkarmak için Adana’ya gitmiş babasının arkadaşı Zafer Dedesinin eserlerini, hayat öyküsünü toparlamaya, izler Bey’le. Üşenmemiş, üniversite arşivlerini, Atatürk aramaya devam ediyor. Kitabı kaleme alacak kişi Ümit Müzesi’ni taramış, dedesinin ölüm ilanlarını, ardından Gezgin. Bir yandan da şu sıralar Başkurt’un resimlerini yazılanları görmüş. Dedesinin çizdiği resimlerdeki sergilemek için sergi mekânı arayışındalar. Şemşettin Başkurt küçüklüğünden beri ressam olmak istemiş, babası izin vermeyince resim öğretmenliğine yönelmiş. Yaşar Kemal’in resim öğretmeni olan Başkurt’la Abidin Dino’nun da yolu bir dönem kesişmiş. Şimdi torunu, bu mütevazı ama çok yetenekli ressamın izlerini sürüyor. Günışığı tutkusu C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle