23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 ŞUBAT 2009 CUMARTESİ 7 Artık Fransa’da Eleştirmenlere ince mesaj Eleştirmenlere de bir eleştiri var oyunda. “Biz herşeyin farkındayız” mesajının bir dışavurumu. “İzlenmeyen konserlerin, tanınmadan ödüle aday gösterilen oyuncuların, seyredilmeyen oyunlara yapılan yorumların farkındayız” diyor Saatçi. Eleştirmenleri alıp yerden yere vurmuyor elbette oyun. Ama bir bölümünde mesajını net ve keskin bir dille aktarıyor ve çekiliyor. Eleştirmenlere sıkı bir eleştiri aslında bu. Diğer yandan çokca proje üretildiğini ve hep konuşulageldiğini ancak uygulamada zayıf kalıp kalmadığımızı soruyoruz. Yanıt kısa ve samimi: “Çok konuşan bir milletiz. Masa başında müthiş fikirler üretebilirsin ama kalk yap. Fikir var ama altyapı yok. Mış gibi yapıyor herkes. Burası –mış’lar ülkesi.” oyunculuk yapmak istiyorum Oyuncu, çevirmen ve aşçı Serra Yılmaz. Ona göre yeryüzünde İstanbul’un bir karşılığı olmasa da göçebe gibi yaşamayı seviyor Yetenekli bir oyuncu, deneyimli bir çevirmen ve mükemmel bir aşçı... Entelektüel, esprili ve duyarlı... Kısaca Serra Yılmaz... “Şekerpare”den “Anayurt Oteli”ne, “9”dan “Cahil Periler”e... Tam 26 yıldır onun kalbi sinema için atıyor. Serra Yılmaz’ın sahne serüveni ise daha eski. İlk sahne ALPER deneyimi, 1977’de “Gün Dönerken” ile Dostlar çatısı altında gerçekleşti, son beş yıldır TURGUT Tiyatrosu da İtalya’da tiyatro yapıyor. alperturgut.blogcu.com Türkiye’de pişip, yetişen, yakın dostu Ferzan Özpetek’in filmleriyle İtalya’da ünlenen Serra Yılmaz’ın yeni hedefi ise oyunculuk hayatını Fransa’da sürdürebilmek. Yıllar önce yakalandığı kanseri savaşarak yenen, yaşamayı ve yemek yapmayı deliler gibi seven Serra Yılmaz, başbakan, cumhurbaşkanı ve hatta Papa 16. Benedict’e tercümanlık yapacak kadar donanımlı bir çevirmen. Serra Yılmaz, “Yeryüzünde İstanbul’un bir karşılığı yok” dese de bir göçebe gibi yaşıyor, onun bir ayağı Fransa, diğer ayağı hep İtalya’da... Serra Yılmaz’ı hazır Cihangir’deki güzelim evinde yakalamışken sohbet edelim dedik. KATİL PİNOCHET’Yİ ASLA UNUTMADIM Siyasetle tanışıklığınız Paris’te öğrenciyken mi başladı? Yedi göbek İstanbullu bir ailenin tek kızıyım (13 Eylül 1954 doğumlu). Adnan Menderes’in idamı sırasında çocuktum, dünya görüşü bize çok ters de olsa annemin onun idamı sonrasındaki üzüntüsünü ve iki damla gözyaşını gördüm. Babam Semih Tuğrul, TRT Genel Müdür Yardımcısı, sinema eleştirmeni ve Sinematek Derneği’nin kurucuları arasındaydı. Cannes ve Berlin film festivallerinde jüri üyeliği yaptı. 12 Mart muhtırasının ardından sol görüşlü demokrat bir adam olan babama dava açıldı. Sonra Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı... Beni oldukça etkiledi. Siyaset, üniversite öğrencisi olduğum yıllarda ete kemiğe büründü. Fransa’da psikoloji okurken 1968’lilerin varisleri olarak sokaklardaydık. Şili Darbesi’ne (11 Eylül 1973) karşı eylemler yapıyorduk. Hatta yıllar sonra 1995’te kızım Ayşe ile birlikte “Fas Filleri”ni izlerken Şili’nin faşist generali Augusto Pinochet’in portresi perdeye düştü, sanki o an bir bıçak yüreğime saplanmıştı. Ayşe bana “Bu kim?” diye sordu, onun tanımaması normaldi ancak ben Pinochet’i asla unutmadım. Bu katil cuntacının, hiçbir şekilde hüküm giymeden eceliyle ölmesi kabul edilir gibi değil Peki, 12 Eylül? 12 Eylül Darbesi’nden doğrudan etkilendik, kızım Ayşe (şimdi 30 yaşında) henüz bebekti. Politika Gazetesi’nde çalışmaya yeni başlamıştım, daktiloma el koydular. O daktilo bir daha geri dönmedi. Eski eşim oyuncu Levent Yılmaz, 12 Mart döneminde sabotaj davasından tutuklanmış, üç ay boyunca işkence görmüş, bir buçuk yıl cezaevinde yatmıştı. Ta ki beraat edene dek... Levent, BankSen ve Madenİş için kültür merkezileri kurmaya çalışıyordu. 12 Eylül’ün ardından tutuklanma durumu oldu, ucuz kurtulduk. Ama uzunca bir dönem işsizlik çektik. Tiyatro Maan’ın Çizgi oyunu doğaçlama ile yoğrulmuş ve interaktif tiyatro örneği. Oyunda eleştirmenlere de bir eleştiri var: “İzlenmeyen konserlerin, tanınmadan ödüle aday gösterilen oyuncuların, seyredilmeyen oyunlara yapılan yorumların farkındayız.” Burası mış’lar ülkesi yer olarak” tanımlamasını yapıyor Tiyatro Maan’dan söz ederken. Bu tür salonlar tabii az özenilmiş işleri kaldırmıyor. Seyirci ve oyuncu yakın mesafede durduğu için en ufak bir hatayı yakalayabiliyor izleyici. Sahte hiçbir şeyi kabul etmediğini söylüyor Aygen bu tür salonların. Saatçi de oyuncunun kullanmayacağı ve hikayeye hizmet etmeyen, işlevsel olmayan dekorlara bu tür salonlarda yer olmadığını dile getiriyor. Sadece biçimsel değil içerik olarak da farklı bir yanı var Tiyatro Maan’ın. Çizgi oyunu doğaçlama ile yoğrulmuş bir interaktif tiyatro örneği. Tiyatro salonunun çalışmaları sürerken, içeride prova yapan ekip pek çok dış etkenden etkilenmiş. Provayı bölenler, salona girip çıkanlar, içeride ne olduğunu anlayamayıp bir süre izlemeye çalışanlar aslında bilmeden hikayeye hizmet etmişler. Saatçi prova sürecinde gelişen ve daha sonra senaryoya eklemlediği bu olayları şöyle anlatıyor: “Merak ettiği için bir süre izleyen işçiler, yanlışlıkla kapıyı açanlar zamanla eklenmeye başladı senaryoya. Çünkü girip çıkan insanlar çok güldüler. Hatta onlar da oynamaya başladı. Biz de çok eğlendik. Derken gelişen olaylarla yeniden yazdım senaryoyu. Yürüdüğümüz çizgiyi kaybetmeden tabii. Seyirci de artık oyunun bir parçasıydı son halinde.” Atıfet Hanım, Hilmi Bey ve Muhsin, Stanley Allan Sherman ve Hülya Genç tasarımı olan özel yapım üç ayrı maskeyle oyunu sahneliyor. Özel hayatında da maske takan oyuncuların, maske oyunculuğu tekniğini kullanmasının mümkün olmadığını dile getiriyor Saatçi: “İki maske üst üste olmaz. Oyunculukta önemli olan budur.” İlk başlarda kimi oyunculardan çeşitli tepkiler de almışlar; mimikleri görünmüyor diye. Farklı ve yeni olanın başta kapı dışında bırakıldığı ülkemizde izleyicinin bakış açısını soruyoruz. Seyircinin bastırılmaya alıştığını, tercih şansı bırakılmadığı için de yeniliklere aç olduğunu dile getiriyor Saatçi. Seçeneklerin kısıtlı olduğunu ancak son yıllarda yeni oluşumlarla beraber tüm bu sürecin kırılmaya başladığını belirten Aygen de hem Türk tiyatrosunun hem de tiyatro izleyicisinin kalıplarından kurtulmaya başladığını söylüyor. Başka tiyatrolara, performanslara ve yaratıcı tüm çalışmalara açık Maan’ın kapısı. Çizgi oyunu 23 ve 28 Şubat’ta izlenebilir. SİNEMA SEYİRCİSİ BİLİNÇLENDİ Sinema adına yeni projeleriniz var mı? Önümüzdeki hafta “Gölgesizler” adlı filmi vizyona girecek olan Ümit Ünal’ın benim için yazdığı “Sultan Mutfakta”yı bu yıl çekeceğimizi umuyorum. Genç bir İtalyan kadın yönetmenin bir romandan adapte ettiği ilk filmi, “Victoria Meydanı’nda Bir Asansör İçin Medeniyet Çatışması”nda oynadım. Bu film ya yazın ya da sonbaharda gösterime girecek. Türkiye ve İtalya’da çalıştım artık Fransa’da oyunculuk yapmak istiyorum. Türkiye’deki sinema seyircisinin giderek bilinçlendiğini ve Türk sinemasının bir dönüşüm içerisinde olduğunu söylemeliyim. Bugünlerde !f İstanbul 8. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin Keş!f Jürisi’ne başkanlık yapacağım (jürinin diğer üyeleri ise ünlü İtalyan korku sineması rejisörü Dario Argento, Motosiklet Günlüğü filmiyle Oscar’a adaylığı kazanan senarist Jose Rivera, Amerikan bağımsız sinemasının tanınmış prodüktörlerinden Molly Hassell ve Fransız Le Monde gazetesinin saygın eleştirmeni Thomas Sotinel.) Ünlü konuklarınızı ağırladığınız bir yemek programınız var ve son dönemde “Yemekteyiz” çılgınlığı yaşanıyor. Yemek yapmak size neyi ifade ediyor? TürkMax’da’da yayınlanan “Temel İçgüdü” adlı programım sürüyor. Yemekteyiz’i ise izlemedim çünkü evimde televizyon yok. Aslında mobilyası da var, demek ki yakında bir televizyon almalıyım (gülüyor). Sevdiklerim için yemek yapmayı çok seviyorum. Yemeğin bir çeşit hediye olduğuna inanıyorum. Kalabalık sofralar da güzeldir, Paris’te yaşayan sevgilimle baş başa yemek yemekte... (Serra Yılmaz, yemek yapma yeteneğini saray cariyesi anneannesinden kapmış.) Örneğin siz aynı zamanda bir tercümansınız. Çok eskiden Fransızca öğretmenliği yaptım. O sabit bir işti ve sorumluluğu çok fazlaydı. Düşünün bir okulda öğretmensiniz, film çekmek için iki ay boyunca sınıfınızdan ayrı kalabilir misiniz? Öğretmenliğin ardından biraz da ekonomik nedenlerden dolayı çevirmenlikte karar kıldım. Türkçe ve Fransızca benim ana dillerim, çocukluk arkadaşım İtalyan idi, ben de kendi kendime İtalyanca öğrendim. Tercümanlık, oyunculuğa benziyor, ikisi de konsantrasyona dayalı ve her ikisi de serbest meslekler... Küçük bir performans alanı. Oturuyoruz önlerde bir yerde. Sahneyle iç içeyiz. Salon yarı aydınlık. Sahne arkasında bir hareket başlıyor. Oyunun ZUHAL başrolleri huysuz olduğu tatlı bir diva olan AYTOLUN kadar Atıfet Saygın ve ona 45 yıldır aşık olan bir oyuncu Hilmi Ak görünüyor telaşlı telaşlı. Özgür Emre Yıldırım’ın canlandırdığı Hilmi Bey etrafta koşuştururken bir anda şaşkın bir şekilde bakakalıyor biz izleyicilerine. “Siz neden geldiniz?” diye soruyor. Çıt yok salonda. Anlam veremiyoruz. “Sizi izlemek için geldik” diyor aramızdan biri. Saati soruyor sonra gerçeği duymak istemez bir ifadeyle: “20.30”. Hilmi Bey koşarak sahne arkasına gidiyor, Atıfet Hanım’a anlatmaya çalışıyor durumu. Diğer yandan Atıfet Hanım’ın kapısına henüz bebekken bırakılan ve yıllardır onunla yaşayan Muhsin geliyor. Yanında bir izleyiciyle. İstanbul trafiğinden dolayı geç kalan bir seyirci. Herkes yerini buluyor. Anlaşılıyor ki oynanması gereken oyun için geç kalmış bir ekip, belli etmeden sahneyi hazırlayıp oyunu sunacaklar seyirciye: Romeo ve Juliet… Sahnede bu hareketlilik yaşanırken, biz izleyiciler de bir şaşkınlık rüzgarına takılıyoruz. Bazen oyuncu, bazen izleyiciyiz. Biraz sahnedeyiz, biraz da koltuklarımızda. Tiyatroda alışılageldik kalıplar yok. Sınırlar ya da izleyiciyle sahne arasına çizilmiş bir çizgi yok. Süzer Plaza’da yer alan Tiyatro Maan’ın yeni oyunu Çizgi’den söz ediyoruz. Tiyatro Maan yeni fikirlere açık bir oluşum. Çizgi’nin yönetmeni ve Muhsin’i Murat Aygen ve hem yazarı hem de Atıfet Hanım’ı Dilruba Saatçi ile konuştuk. Masa başı fikirler üretmektense bunları hayata geçirme taraftarı ikisi de. “Burası mış’lar ülkesi. Biz mış gibi yapmıyoruz. Ne düşünüyorsak onu hayata geçirmek istiyoruz” diyorlar. İTALYA’DA ‘MEYDAN OKUMA’ Yönetmen Ferzan Özpetek’in fetiş oyuncususunuz, nerede ve nasıl başladı bu birliktelik? Ferzan ile 1997 yılının Ekim ayında Strasbourg’da düzenlenen Türk filmleri festivalinde tanıştık ve dost olduk. Ferzan ile çalışmanın hem avantajları hem de dezavantajları var. Onun filmleriyle İtalya’da, Türkiye’den bile daha tanınır hale geldim. Ama İtalya’da bir yönetmen, beni yalnızca Ferzan’ın oyuncusu olduğum gerekçesiyle oynatmayabilir. Şehir Tiyatroları’ndan atıldınız... Memur anlayışıyla yönetilen ve vasatı aşamayan Şehir Tiyatroları’nın davranış kurallarına uymadım ve oraya ait olarak algılanmadım. Sonuçta kovulmama, küçük adamların iktidarı ve arkadaşlarımın küçük kıskançlıkları yol açtı. İtalya’da tiyatro yapmak nasıl bir duygu? Bu benim açımdan başlı başına bir meydan okuma... İtalyanca benim ana dilim değil ki... Floransa’da küçük bir tiyatroda sahneye koyduğumuz “L’ultimo Harem” (Son Harem), çok beğenildi. Beş yıldır kapalı gişe oynuyoruz. Yakın tarihte de Paris’te Sedef Ecer’in “Sur Le Seuil” adlı tiyatro oyununda, Tilbe Saran ile birlikte oynayacağız. Sahnede olmak müthiş bir keyif ancak film seti daha da muhteşem... Oyuncu ve örgütlülük... Türkiye’de oyuncular daha fazla örgütlenmeli... Aslında sadece oyuncular da değil, tüm film ekibinin sosyal haklar ve çalışma koşulları konusunda seslerini yükseltmesi gerekiyor. ALTERNATİF SANAT ÜRETİMİ Tiyatro Maan, aslında geçen yıl Dilruba Saatçi’nin sahnelediği Fikriye ve Latife’nin biraz daha farklı bir uyarlamasıyla izleyiciyle buluştu. İlk başlarda ismini bilmiyor, yeni bir oluşumun sinyallerini alıyorduk. Murat Aygen, oyunun içinden bir markanın çıkmasını savunduğu için tiyatronun adı daha sonra gelmiş: Maan. “Hep beraber, bir arada” anlamına geliyor. Bağımsız bir tavrı, duruşu var Tiyatro Maan’ın. Türkiye’de pek de alışılmadık bir tarz. Son zamanlarda Dot ve Garaj İstanbul’un düzeninde gördüğümüz “black box” denilen demonte bir düzen. Bu düzene göre seyirci ile tiyatro sahnesi iç içe. Yukarıya kurulan yapıyla her şey tavana asılabiliyor, hoparlör ve kablolar yukarıdan dönüyor. Salonda ise sandalyeler sabit değil. Yani seyirci kimi zaman karşısında oturuyor sahnenin. Ya da kimi zaman ortada etrafına dizili bir şekilde izlenebiliyor oyun. Sahne kurulup konser verilebiliyor. Ya da her şey çıkarılıp parti ortamı yaratılabiliyor. Bunlar sistem sayesinde çok hızlı ve pratik bir şekilde yapılabiliyor. Alanı ve mekanı daha yaratıcı kullanabilmek üzere tasarlanan bir salon tipi. Kalıp yok, sınır yok. Aygen, “alternatif sanat üreten, kafalarını sınırlandırmayan insanların yan yana geldiği C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle