Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Alvin and the Chipmunks 2) Betty Thomas’ın yönettiği filmde Zachary Levi, David Cross ile Jason Lee rol alıyor. Yeni maceralarla karşımıza çıkacak olan müzik yıldızı sincaplar Alvin, Simon ve Theodore Dave Seville’in yeğeni Toby ile yaşamaktadır. Okullarına devam etmek için süperstar’lıktan vazgeçen sincaplar okulun müzik programını 25 bin dolar ödül verilen yarışmayı kazanarak kurtarmakla görevlendirilirler. Fakat bu sefer yalnız değillerdir ve rakipleri kız sincaplardan oluşan bir müzik grubu olan The Chipettes’ler; Britany, Eleanor ve Jeanette’dır. Aralarında hem romantizm hem de tatlı bir rekabet gelişen bu iki gruptan hangisi kazanacaktır. ? Alvin ve Sincaplar 2 Yönetmenliğini Peter Billingsley’in yaptığı filmin başrollerini Vince Vaughn, Jason Bateman, Jon Favreau ile Faizon Love paylaşıyor. Arızalı Çiftler’de orta batılı dört çift, lüks bir cennet adaya hayatlarının gezisine çıkar. Çiftlerden biri evliliklerini kurtarmak için oraya giderken, diğer üç çift jet ski yapmak, spa’nın keyfini çıkarmak ve güneşte eğlenmek için yola çıkar. Ancak kısa sürede fark ederler ki, tatil köyünün sıradışı çiftler terapisine katılmak mecburidir. Ya herkes katılacaktır ya hiç kimse kalmayacaktır. Ve eğer hiç kimse durumu olursa, hepsi eve geri gönderilecektir. Çiftler kısa sürede hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğrenir, özellikle de kendi ilişkilerinde. (Dabbe 2) Sefa Zengin, İncinur Daşdemir ile Deniz Olgaç’ın oynadığı Dabbe serisinin ikinci filminde yönetmeni Hasan Karacadağ, kıyametin internetten yayılan bir virüsle başlayacağını anlatan d@bbe ve gerçek bir öyküden uyarlanan Semum farklı olarak d@bbe 2’de de yerel unsurlar içeren bir korku filmine imza atıyor. d@bbe 2’nin konusu ise şöyle: İnternet yoluyla tüm dünyaya hızla yayılan ve her eve giren Dabbe, ona eşlik eden Cinler ve bilinmeyen gölge varlıklar dünyadaki tüm elektromanyetik sistemleri ve interneti ele geçirerek son saldırı için göklerden gelecek bir işareti beklemektedir. Huzursuz ve tedirgin edici bir İstanbul şafağında göklerde beliren garip ve siyah bulut kümeleri ağır ağır açılırken arkalarına saklanmış olan “Duhan” az sonra başlayacak kara istilanın ilk işaretidir. ? Arızalı Çiftler (Couples Retreat) ? d@bbe 2 Jeremy Thomas Goran Paskaljevic Yaşayan ölülerin bitmeyen senfonisi “Zombieland”, artık baygınlık veren yaşayan ölüler içerikli bir uydurmacadan yola çıksa dahi keyifle izlenebilen bir film. Müstehzi, zeki ve hayli geyikçi... Gülmek ve eğlenebilmek adına kaçırılmamalı... “Orada” ise tüm ALPER iyi niyetine karşın yer yer tekliyor ve finali kâfi ölçüde TURGUT bağlayamıyor. Çekilmese de olurmuş gibi bir izlenim bırakması da, filmin öyküsünün, inandırıcılık ve etkileyicilik ekseninden hayli uzakta duruşundan kaynaklanıyor. Zombieland, korku unsurlarını, bilerek ve isteyerek hasıraltı eden, aksiyonu ve abartısı bol bir komedi. Üstelik bu bir yol filmi... Tuhaf, kanlı ve alışılmadık... Kuşkusuz romantizm de stepnesinde... Filmin yönetmeni Ruben Fleischer, henüz ilk uzun metrajlısıyla turnayı gözünden vurabilmiş. Mizahi bir dil takınarak makul ölçüde bir işlerlik ve sadelikle beslenerek de akıcılık kazanan senaryoyu, Rhett Reese ve Paul Wernick kaleme aldı. Zombieland’ın başrollerinde ise yetenekli ve kurt aktörler Woody Harrelson ve Bill Murray ile Hollywood’un yıldız adayı oyuncularından Jesse Eisenberg, Zombieland Emma Stone ve Abigail Breslin var. Zombilerin egemenliğindeki bir dünyada, sürüye katılmamak için haliyle uymak zorunda kalacağınız katı kurallarınız olmalı... Ve kaçış ve saldırı planlarınız. Çünkü çirkin ve iğrenç gibi sıfatları esirgeyemeyeceğiniz yaşayan ölüler tayfası, tam tekmil kana susamışlar. Ve haklarından gelebilmek, öyle sanıldığı kadar kolay değil. Kahramanlarımız tam da bu yüzden zombi yerine Rambo’ya dönüşmek mecburiyetindedirler. Ananız, babanız, eşiniz, dostunuz bile olsa, zombilere asla acımayacaksınız. Diri kalabilmek uğruna vicdanınızı terk edip kelle avcılığına geçiş yapacaksınız. Böylelikle tüm insanlık yok olurken sizler hayatta kalabileceksiniz. Anlaşılacağı üzere yaşayan ölüleri defetmenin biricik formülü budur. Vampirler, kurt adamlar, acımasız uzaylılar, çeşit çeşit vahşi yaratık ve cehennem kaçkınları... Sevenleri için hepsinin yeri elbette ayrıdır ancak şu ucube zombiler, doğruyu söylemek gerekirse pek zavallı duruyorlar. Artık inin şu gariplerin sırtından, bırakın yalpalaya yalpalaya yürüsünler ve istedikleri şeyi yiyebilsinler. Biliniz ki; modern dünya ve kapitalizm, onlardan kat be kat vahşi, sevimsiz ve saldırgan. beraberinde dostluğu getirir. Kaotik bir atmosferde yapılan tekinsiz yolculuk, bizim kafadarların karşısına güzeller güzeli Wichita ve çocuk yaştaki Little Rock’ı çıkartır. Kız kardeşlerin zararsız olduğuna inanan Columbus ve Tallahassee, çok geçmeden aldatıldıklarını anlarlar. Karşılıklı ayak oyunları, çözüm getirmez ve dörtlü güçlerini birleştirme kararı alırlar. Eski halinden sıyrılmasına ramak kalan bizim Columbus ve tutuğunu kopartan dişi savaşçı Wichita, dalgacı bir curcunanın tam ortasında, aşka yelken açarlar. Ancak güven problemini de aşmak zorundadırlar. Ve onlar, zombilerin dünyasında yeni bir hayat düşü kurmadan önce delidolu bir serüvene atılmalıdırlar. Hedef, okyanus kıyısındaki eğlence parkıdır. Yaratıcılığın ve özgünlüğün peşinde 50. Uluslararası Selanik Film Festivali’nin konukları olan, toplu gösterimleri yapılan, Altın İskender ödülleri ASLI verilen ünlü Oscar’lı SELÇUK İngiliz yapımcı Jeremy Thomas’la Sırp yönetmen Goran Paskaljevic izleyiciyle paylaştıkları ustalar sınıflarında sinemayla olan ilişkilerinden, film yapımının gizemlerinden, günümüzde özgün senaryoların eksikliğinden, bütçe bulmanın ve büyük stüdyolarla çalışmanın zorluğundan, yaratım özgürlüğünden söz ettiler. Yüksek sermayeli filmler yapıp Oscarlar kazanan yapımcılarla yaratıcı sinemayı seçip tecimsellikten uzak yapımcılar arasında bir yerde duran Thomas, yaratıcı olanla tecimsel olanı aynı potada eritebilen ender sinemacılardan biri. “İnternetin yıkıcı etkisi büyük. Bu herkesin herşeye ücretsiz ulaşabileceği izlenimini yaratıyor. Oysa ne filmleri ne de müziği bir şey ödemeden edinebilirsiniz. Yapımcılar filmlere çuval dolusu paralar döküyor.” Bertolucci’yi film yapımının maestrosu diye niteleyen Thomas: “Çekime giriştiğimizde kendimizi adeta bir savaş alanının ortasında buluyorduk. O yaşamını değiştirmeyi başardı. Epik öykülerden vazgeçti, gündelik yaşama yöneldi. Bertolucci gerçek bir sanatçıdır” diyerek yapımcılığın çok zorlu bir uğraş olduğunu yineleyen Thomas yaratıcılığın iyimserlikle eş anlamlı olduğunu vurguladı. Günümüzde bağımsız yapımcıların işlerini sürdürebilmesinin çok güç olduğunu belirten Thomas “Deneyim, bilgi ve içgüdüyle ancak ayakta kalabiliyoruz” diyor. The Last Emperor’la (Son İmparator/1987) en iyi film Oscar’ını alan, babası Ralph Thomas gibi yönetmen olmayı isteyen ama yapımcı olan Jeremy Thomas, ilk filmi All the Little Animals’ı (1998) elli yaşında yönetmiş. Onyedi yaşında okulu bırakarak kurguya yönelen Thomas ilk yapımcılık deneyimini büyük stüdyolar sisteminden uzak duran Avustralya’da yaşamış. “Para kazanmam on yılımı aldı. Başlangıçta yerlerde uyuyordum. Herşey Merry Christmas, Mr Lawrence’le (İyi Yıllar, Bay Lawrence/1982) başladı” diyen Thomas, Son İmparator’un büyük başarısının ardından bile bağımsızlığından ödün vermemiş: “Hollywood’un önerilerini reddettim, ideallerime sadık kaldım. Bir Amerikan stüdyosuyla çalışmak demek onların emirlerine uymak demektir. Benim görüşlerim bana yeter de artar”. Sürekli dünyayı dolaşan, ilginç öyküler, mekanlar arayan Thomas amacının bu mekanları harmanlayarak altyazılı roman tadında bir film çekmek olduğunu açıklıyor: “Günümüzde özgünlük krizi yaşıyoruz. 2000’den beri gişe filmlerinin % 90’ı uyarlamalar ya da devam filmleri, özgün çalışmalar değil”. Bernardo Bertolucci (Son İmparator), Nagisa Oshima (İyi Yıllar Bay Lawrence), David Cronenberg (Crash), Wim Wenders (Don’t Come Knocking) gibi yetkin yönetmenlerle çalışmanın ona çok şey öğrettiğine değinen Thomas yeni teknolojilerin sinema endüstrisine getirdiği bazı olumsuzlukları vurguladı: Roman tadında filmler Goran Paskaljevic’se kafasında çok sayıda öyküsü olduğunu, öykü bulmakta sorun yaşamadığını, en büyük sorunun sermaye olduğunu irdeledi. “Gerçek karakterlerin bulunduğu gerçek öykülerim var. Bazende yüksek bütçeler yönetmeni kısıtlayabiliyorlar” diyen sinemacı büyük bir Amerikan stüdyosunun ona istediği parayı vermesine karşın sanatsal yaratıcılığını kısıtladığına değindi: “Kırk milyon dolar bütçeli Tristan ve Isolde’yi hazırlıyorduk. Ön çalışma bir buçuk yılda bitmesine karşın film aniden ertelendi. Çünkü aynı anda Kenneth Branagh’ın oynadığı aynı tür bir film gişede başarısız olmuştu. Stüdyo 40 milyon dolar yitirmektense 1,5 milyon dolar yitirmeyi yeğledi”. ABD deneyiminden sonra sinemanın muhasebecilerin defterlerinin elinde olduğunu, yüksek bütçeli girişimlerin değişik zorunluluklar içeren alanlar olduğunu anlayan Paskaljevic tüm bunlardan ötürü dijital çağa inandığını belirtiyor: “SırpArnavut ortak yapım son çalışmam Honeymoons, İspanya’da 35mm formatında iki kopyayla gösterime girdi. Öteki küçük kentlere 6 dijital kopya dağıtıldı”. Film yapımını canlı bir yaratım sürecine benzeten yönetmen Amerikalılarla bir kez daha çalışmayacağını vurguladı: “Herşeyin planlandığı gibi yapılmasını istiyorlar. Senaryoda yazılanları harfi harfine çekeceksiniz. Bense doğaçlama çalışırım, metodik çalışırsam ruhumu yitiririm”. Gündelik yaşamın zorluklarını, sıradan insanların trajikomik öykülerini tarihi olayların içine serpiştiren Paskaljevic’in filmleri İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının etkilerini taşıyan çalışmalar. İlk SırpArnavut ortak yapımı Honeymoons’ta Almanya’ya göçeden, aynı zorluklardan geçen, yaşamda kalma savaşımları veren Arnavut ve Sırp ailelerin karşılaşmasını Paskaljevic yine Balkanlara özgü mizahla karışık hüzün dolu bir anlatımla yansıtıyor. Yüksek bütçe kıskacı Columbus, oldukça ürkek bir tiptir, hayatı boyunca her şeyden çekinen bu arkadaş, zombi istilasının ardından korkudan tir tir titremeye başlamıştır. Tallahassee ise bir nevi cesaret timsalidir. Bana mısın demez, panik nedir bilmez. İçi yumuşacık, dışı kaya gibi serttir. O, unutamadığı bir kaybın acısıyla tüm zombileri avlamak için harekete geçmiş ve resmen savaş makinesine dönüşmüştür. Columbus ve Tallahassee’nin kaderleri nihayet kesişir. İki zıt karakterin kıyasıya çekişmesidir bu ve bir süre sonra Zombiler, aşk ve yeni bir hayat Orada’yı, genç yönetmenler Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu, birlikte yazıp çektiler. Filmin görüntü yönetmeni Eyüp Boz... Kurgu, Çiçek Kahraman’a, müzikler ise Alper Maral’a ait. Orada’nın başrollerini Dolunay Soysert, Sinan Tuzcu (karı koca olan Soysert ve Tuzcu, filmde abla kardeşi canlandırıyorlar) Erol Günaydın, Füsun Erbulak ve Bahtiyar Engin sırtlıyorlar. Filmin geneline sirayet eden ağır havayı, en çok uzun uzadıya çekilen gasilhane, cami ve mezarlık sahneleri besliyor. Orada’nın imamı dururken, yaklaşık 10 dakikalık papaz sahnesi, gösterim öncesinde filmden çıkartılmış. Dili daha da ağdalı bir hale getirmemek için yerinde bir karar... Festival festival dünyayı gezen Orada, 2001 ekonomik krizi ve17 Ağustos Büyük Marmara Depremi gibi hepimizi yakından etkileyen olaylara da değiniyor. Ama asıl anlatılmak istenen, parçalanmış bir ailenin hesaplaşması özelinde, yabancılaşma, sevgisizlik ve iletişimsizlik olsa gerek. Peki, başardığı söylenebilir mi? Yanıtım; denemiş ancak ve bizleri filmin içine katamamış olacaktır. Her şey, psikolojik sorunları olan bir annenin, huzurevinden kaçıp intihar etmesiyle başlar. Anne Hümeyra Gümüş’ün beklenmedik ölümü, herkesin eteklerindeki taşları dökeceği 24 saatlik bir zaman dilimine sürükler. Bir sigorta şirketinin insan kaynakları bölümünde çalışan Neslihan, 10 yıl önce okumak için gittiği Fransa’da tutunmaya çabalayan erkek kardeşi Mazhar’ı, annelerinin ölümü üzerine İstanbul’a çağırır. İki kardeş, annelerini sadece huzurevindeki arkadaşlarının katıldığı sade bir uğurlamayla toprağa verirler. Ancak tüm gözler, baba Erol Gümüş’ü arar. Yıllardır annesinin yükünü çeken ve üzüm üzüme baka baka kararır misali kendisi de deliliğe meyleden Neslihan ile şımarık ve egoist Mazhar, uzun bir süredir içedönük yaşayan babalarına, annelerinin ölüm haberini vermek için Büyükada’ya giderler. Aman aman diyemeyeceğimiz öykünün kilidi ise Hümeyra’nın veda mektubunun içerisinde saklıdır. alperturgut@cumhuriyet.com.tr Parçalanmış ailelere dair Orada KÖPRÜDE BULUŞMALAR ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Uzun Metrajlı Film Projesi Geliştirme Atölyesi, kapsamında 2008 yılında Belma Baş’ın “Zefir”, 2009 yılında Hüseyin Karabey’in “Sesime Gel!” isimli projeleri birinci seçilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 10 bin dolar para ödülüne layık görülmüştü. Seçilen projelerin yönetmen ve yapımcıları Arte, Eurimages, Fortissimo Films, Binger Lab gibi uluslararası film kuruluşlarının temsilcileri ile görüşme fırsatı bulacak. Böylece Türk sinemasının projelerine ve ortak yapımlara uluslararası finansman sağlanması için ilk adımlar atılmış olacak. Başvuru için gereken belgelere dair ayrıntılı bilgiyi içeren yönetmeliğe ve başvuru formuna www.iksv.org/film adresinden ulaşılabilir. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin “Köprüde Buluşmalar” seminerleri kapsamında 2008 yılında başlattığı ve 14–15 Nisan 2010 tarihlerinde üçüncüsü düzenlenecek olan “Köprüde Buluşmalar Uzun Metrajlı Film Projesi Geliştirme Atölyesi” proje başvurularını bekliyor. Atölyesi’ye katılmak isteyen yönetmen ya da yapımcıların, başvurularını en geç 29 Ocak 2010 tarihine kadar onthebridge@iksv.org adresinden veya postayla Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne göndermeleri gerekiyor. Sinemacıların projelerini uluslararası bir platformda sunmalarını sağlamayı ve yapım sürecini başlatmaları için gerekli desteği bulmalarına olanak vermeyi amaçlayan Köprüde Buluşmalar C MY B C MY B