19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 ARALIK 2009 CUMARTESİ 5 Hayallerimizi elimizden almayın Dâhiliğe adım atmak için... ? Yeni ve bilmediğiniz bir bilgi sahası seçip, derinlemesine keşfe çıkın. ? Her gün meditasyon yapmaya ya da “yalnızca düşünmeye” biraz zaman ayırın. ? Gözlem yapma ve tanımlama alıştırmaları yapın. ? İmgeleme alıştırmaları yapın. Belki siz de bir ‘deha’sınızdır koşulları anlamanın ve hem çocuklar hem de yetişkinler için yaratıcılığı beslemenin yolları sunuluyor. İlk insanlardan ele alıyor konuyu Andreasen, taştan alet yapan, avcılığı geliştiren, ateşi bulan, tekerleği icat eden “dahi” atalarımızdan. Yaratıcılığa dair çalışmalar yapanların tezlerine de yer veriyor, yaratıcılığı ilk kez modern psikolojinin sistematik araçlarını kullanarak tanımlamaya çalışan Lewis Terman’a, 1950’de Amerikan Psikoloji Derneği başkanı J. P. Guilford’un yaratıcılık araştırmaları tarihinde dönüm noktası olan konuşmasına, “deha”ların yaratım süreçlerine dair anlatılarına, deha ve yaratıcılık üzerine çalışmalar yapan Francis Galton’un keşiflerine... Yaratıcı bireyi tanımlayan kişilik özelliklerine gelince; deneyime ve macaraya açık olma, asilik, bireysellik, duyarlılık, oyunculuk, ısrarcılık, merak ve sadelik... ‘Çocuk Kurultayı’nın sonuç bildirgesinde çocuklar büyüklere seslendiler: Eğitim sistemi, sınavlara değil, yaşamak için öğrenmeye dayalı olmalı. Okullar; sevgi, güven, mutluluk dolu eğitim yuvaları olmalı. Öğrencilerin mutluluğu için her şey yapılsın. İzmir’de “Çocuk Kurultayı” toplandı. Çocuklar, Ekin Koleji’nin önderliğinde yapılan Kurultay sonrasında “sonuç bildirgesi” yayımladılar. Farklı ilköğretim FİGEN okullarından temsilci olarak katılan öğrencilerin ATALAY kurultaya katkılarıyla hazırlanan bildirgede, büyüklere seslenen çocuklar, görüşlerinin dikkate alınmasını ve hayallerinin desteklenmesini istediler. İlköğretim okulları öğrencileri, “Özgür seçimlerimize saygı duyun. Bizler, sizlerin koyduğu çizgiden değil, kendi çizgimizden yürürsek daha büyük işler başarabileceğimize inanıyoruz. Herkes mutlaka farklı bir alanda başarılıdır. Önemli olan farklılıklarımızı kabul edip bizleri ilgi ve becerilerimiz doğrultusunda yönlendirmeniz” dediler. “Çocuk Bildirgesi”nde, çocukların hem annebabalardan hem de eğitimcilerden beklentileri şöyle sıralanıyor: ESRA AÇIKGÖZ Mozart, Shakespeare, Leonardo Da Vinci, Van Gogh, Thomas Edison, Çaykovski... Örnekleri çoğaltmak mümkün, onlar tarihe geçmiş “deha”lar. Peki deha olmak için ne gerekiyor? Bireyin yaratıcı olduğuna ne zaman karar verilir, bir şey yarattığında mı, yoksa yarattığı kabul gördüğünde mi? Arkadaş Yayınevi’nden çıkan, Iowa Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nde yaratıcılık ve beyin konularındaki araştırmalarını sürdüren, tanınmış nörobilimcilerden Nancy C. Andreasen’ın “Yaratıcı Beyin: Dehanın Nörobilimi” bize bunları anlama şansı veriyor. İnsan bedenindeki en ilginç ve karmaşık organ beynin, yaratıcılık yetisini nasıl ürettiğini inceliyor kitap. Yazarın kendi de “ortalamanın” üstünde bir beyne sahip. Daha anaokulundayken IQ testinde “dahi” ilan edilmiş, Harvard mezunu, Oxford’da İngiliz Edebiyatı üzerine doktora yapmış, bu alanda da kitaplar yazmış, Ulusal Bilim Madalyası sahibi. “Yaşamımdaki zıt güçlerce oraya buraya çekiştirilerek yetişirken, bir ‘dahi’ olmanın ne anlama geldiğini hep merak ettim. Bu sıfatı hak etmediğimi de fark etmeye başlamıştım tabii. Shakespeare okuyup Mozart dinlerken ya da Michelangelo’nun eserlerine bakarken, gerçek dehanın ne olduğunu görebiliyordum” diyor, “Zekanın yaratıcılıkla bir şekilde ilişkisi vardı, ama aynı zamanda da farklı bir şeydi”. Bizi susturma hatasından vazgeçin bizi dinleyip anlamaya çalışın. Bizi kardeşlerimizle ya da başarılı olan tanıdık diğer çocukları örnek göstererek karşılaştırmayın. Mukayese edilmek istemiyoruz. Bize büyüyünce ne olacağımızı değil, ne yapmak istediğimizi sorun. Bize evde, okulda her yerde söz ve karar hakkı verin. Sizin olmak isteyip de olamadığınız kişiler olmamızı beklemeyin bizden. Soru sorma hakkımızı engellemeyin. Hayal kurma hakkımızı elimizden almayın. Yeteneklerimiz doğrultusunda gelişmemizi sağlayın. Çocukluğumuzu yaşayabilmemiz için uygun ortamlar sağlayın. Biz çocuklara yüklediğiniz sorumlulukların farkında olun, taşıyamayacağımız sorumluluklar yüklemeyin küçücük omuzlarımıza. Bizleri yarışa hazırlanan maratoncular olarak görmeyin. Hayal kurmamızı engellemez, özgür hedefler belirlememize engel olmazsanız, daha çok çalışıp çabalayacağımızı bilmenizi istiyoruz. Sevgili büyükler: Önerilere kulak verin Deha ile çılgınlık arasındaki bağlantıyı da es geçmiyor Andreason. “Psikolojik rahatsızlığı olan üstün yetenek ve yaratıcılığa sahip insanların uzun bir listesini çıkarmak pek de zor değil” diyor, “Müzik, sanat, dans, şiir, tiyatro, edebiyat, fizik, matematik, biyoloji, felsefe ve siyaset de dahil olmaz üzere, tüm ihtisas alanlarına yayılmışlar. Listede, John Nash, Isaac Newton, Friedrich Nietzche, Leo Tolstoy, Ernest Hemingway, Abraham Lincoln, Theodore Roosevelt, Oliver Cromwell, John Stuart Mill, Robert Schumann, Gaetano Donizetti, Ludwig von Beethoven... gibi ünlülerin yanı sıra toplumda öne çıkmış ve hayranlık duyulan birçokları daha bulunacaktır”. O, yaratıcılıkta çevrenin rolünü önemsiyor, yaratıcı insanların genelde zaman içinde kendiliğinden ortaya çıkmadıklarını anlatıyor. Tarihin belli dönemlerinde, sıradışı yaratıcılığa sahip çalışma ve fikirlerin çok az olduğunu, kimi dönemlerdeyse, “insanın yaratıcı ruhunun dizginlerinden kopmuşcasına koşmaya başladığını” söylüyor. Kitapta bu dönemler arasında da gezdiriyor bizi ve tabii dönemlerin “deha”larıyla. Bütün bunların arasında doğuştan gelen yetenekler ve kalıtımsal özellikleri de göz ardı etmiyor Andreasen. Yine de “Beynin büyümesi ve gelişmesinde çok çeşitli güçlerin etkisi vardır” diyor, “Yapmamız gereken şeylerden biri bu güçleri daha derinden anlayabilmektir ki, sonuçta bu bilgiyi kendimiz için daha yararlı olacak bir şekilde kullanabilelim. Böylece yaratıcı yeteneği olanlara daha parlak fikirler üretme fırsatı yaratabilir, daha sıradan insanların da beyinlerini daha iyi geliştirmelerini sağlayabiliriz. Yani, sonunda konu dönüp dolaşıp bize geliyor”. Hepsi bu da değil, yaratıcı kişiliği ortaya çıkarmak için bazı önerilerde bulunmayı da ihmal etmiyor. Ona kulak vermek de yarar var. Kim bilir belki siz de aslında bir “dahi”siniz! Kayıp dehalara ithaf Onu yola çıkaran o kadar çok soru var ki: Yaratıcı kıvılcım nereden geliyor? İnsanın yaratıcılığının ateşlenmesi beyinde nasıl bir etki yapıyor da rüyalara ve içgörülü aydınlanmalara dönüşen hayallere neden olabiliyor? Beynimiz, dünyada bildiğimiz ve bilmemiz gereken tek şeymiş gibi neden güzellik ve gerçeğe bitmez bir açlık duyuyor? İnsanda doğuştan var olan bu yaratıcılık yeteneğini, kendimizde ve başkalarında artırabilir miyiz? Yıllardır sürdürdüğü yaratıcılık konusundaki bilimsel çalışmalarını bir araya getirdiği kitapla, yaratıcılığın yalnızca yaşamın farklı parçalarının yeni ve beklenmedik şekilde bir araya getirilmesi olduğunu, yani zeka ve yetenekten bağımsız olarak ortaya çıkabileceğini gösteriyor Andreasen. Kitabın amacını girişteki ithaf anlatıyor: “Geçmişteki ‘kayıp dehalara’ ve bu kitabın gelecekte birçoklarının gelişimine yardımcı olması ümidiyle”. Kitapta, Mozart, Poincare ve Coleridge gibi pek çok ismin yaratıcılık, yaratıcı süreç ve özel yeteneklere sahip yaratıcı insanlar hakkında söylediklerine yer verilirken, yaratıcı beyin yaratan Eğitim sistemi, sınavlara değil, yaşamak için öğrenmeye dayalı olmalı. Okullar; sevgi, güven, mutluluk dolu eğitim yuvaları olmalı. Öğrencilerin mutluluğu için her şey yapılsın. Sistemin yapılandırılmasında biz öğrenen tarafın duygu, düşünce ve istekleri de göz önünde tutulsun. Toplumun yaşamı için son derece önemli olan etik değerler hakkında bireyler eğitilerek bilinçlendirilsin. Öğrenmenin ölçütü sınavla belirlenmesin. Sistem değiştirilmeli Biz çocuklar sevgi, güven ortamında çocukluğumuzu mutlulukla yaşamak istiyoruz. Hayallerimizin gösterdiği yolda sizin ellerinizden tutarak yürürsek hedeflerimize daha çabuk ulaşacağız. Bizim mutluluğumuzu önemsediğinizi biliyoruz. Sistemin yaratıcısı yetkililerimizin, ailelerimizin, öğretmenlerimizin ve yöneticilerimizin geleceğimizi yaratmak adına daha duyarlı olmalarını, bizi biz yapan hayallerimizi desteklemelerini istiyoruz. Bilin ki o zaman sizin de hayallerinizdeki yaşanılası dünyayı birlikte kuracağız. Sonuç olarak; Sağlıkta bir yıl 2009 yılı sağlık ve hastalıkların küresel gündemi nasıl değiştirebildiğini kanıtlayan bir yıl olarak tarihe geçti. 9 Ocak’ta Londra’da bir kadın doğum yaptı. Bu bebek doğmadan önce, meme kanseri açısından önemli risk yaratan BRCA1 geni açısından taranmıştı. Dolayısıyla doğan bebek BRCA1 geni taşımıyordu. Nicolas Sarkozy önce konuşması ile öğretim üyelerini kızdırdı. Daha sonra da üniversite rektörlerine öğretim üyelerinin araştırma ve eğitime ayırmaları gereken mesai sürelerinin belirlenmesi konusunda yetki veren bir yasa tasarısını gündeme getirdi. 2 Şubat’ta Fransız akademisyenler greve gitti. 12 Şubat’ta ABD’nin eyaletler Mahkemesi, cıvalı bileşik içeren kızamıkkızamıkçıkkabakulak (MMR) aşısının otizme yol açtığını gösteren hiçbir kanıt olmadığına karar verdi. 13 Şubat’ta ABD’de ekonomiye destek paketinin içinde bilimsel ARGE projelerine 21,5 milyar dolar ayrıldığı açıklandı. 26 Şubat’ta insanlardaki kan pıhtılarının tedavisinde kullanılacak ilaçları geliştirmek üzere, genetik yapısı değiştirilmiş hayvanlardan elde edilen bir ilaca ilk kez kullanım izni verildi. 11 Haziran’da New York’da kök hücresi araştırmalarını yürüten kuruluşların, yumurta bağışı yapan kadınlara kamu kaynaklarından 10.000 dolar ödeme yapabileceği karara bağlandı. 11 Haziran’da Dünya Sağlık Örgütü H1N1 influenza pandemisinin başladığını ilan etti. 25 Temmuz’da ABD Bölgesel Mahkemesi, bir tıbbi iletişim firmasının, bilimsel dergilere gönderilmek üzere hayali yazarlara makaleler yazdırdığını kanıtlayan belgelerin kamuoyuna açıklanmasına karar verdi. 27 Temmuz’da Macar polisi, Budapeşte’deki özel bir klinikten yasadışı şekilde elde edilmiş ve test edilmemiş kök hücreleri ve embriyoları kaçırdıkları iddiasıyla dört kişiyi tutukladı. 20 Temmuz’da bir ilaç firması, 1996’da Nijerya’daki şiddetli menenjit salgını sırasında Trovan adlı antibiyotiği çocuklar üzerinde denediği için 75 milyon dolarlık bir uzlaşma bedeli ödedi. 30 Ekim’de 2006 yılında bilimsel sahtekarlık yaptığı anlaşılan Güney Koreli kök hücre bilimadamı Woo Suk, hem biyoetik açıdan suçlu bulundu, hem de ertelenen bir hapis cezasına çarptırıldı. Nisan başından Ekim ayı ortasına dek ABD’de 22 milyon kişide H1N1 influenza gelişti, 98.000 Amerikalı bu nedenle hastaneye yattı ve 10.000 kişi hayatını kaybetti. 1918 İspanyol gribinde ölüm oranı yüzde 2 iken, H1N1 influenza’nın ölüm oranı CEM SUNGUR yüzde 0,03 olarak tahmin edildi. 200 milyon doz H1N1 aşısı Dünya Sağlık Örgütü tarafından az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere bağışlandı. H1N1 enfeksiyonlarının yüzde 56’sı 1039 yaş arasındaki bireylerde, yüzde 6’sı 6069 yaş arasındaki bireylerde gelişti. Amerikalılar gayrı safi milli hasılanın yüzde 15’ini sağlığa harcadıklarını, sigortası olmayan Amerikalı çocuklarda önlenebilir ölüm riskinin yüzde 38 olduğunu, çocuk ölüm oranı açısından dünyada 37. sırada olduklarını ve hastaneye yatan hastalardaki tıbbi hata oranının yüzde 20 olduğunu fark ettiler. Organ nakillerinde kullanılan Rapamisin adlı ilaçla fare deneyleri yapılırken, bu ilacın beklenmedik bir etkisi saptandı. Erkek farelerin ömrü yüzde 9 dişilerinki ise yüzde 14 uzadı. HİV için geliştirilen bir aşının 16.395 kişide 3 yıl sonunda enfeksiyonu yüzde 30 oranında azalttığı saptandı. Nobel Tıp Ödülü ikisi kadın üç araştırmacıya, yaşlanmanın sırlarını açıklayan ve telomerler üzerinde yaptıkları araştırmalar için verildi. Başkan Obama ABD’de kök hücre araştırmalarına yeşil ışık yaktı ve kapsamlı bir sağlık reformu için düğmeye bastı. 2010’un daha sağlıklı ve sağduyulu bir yıl olması dileklerimle. cem.sungur@anadolusaglik.org C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle