17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Çarşamba 9 Eylül 2015 EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 8 9 Eylül 1919 İzmir’in işgali. Kışlada kamp yapan askerler. İşgal kuvvetlerinin İzmir’i tahliyesi. Izmirliler meydanlarda Binlerce süvari, kılıç çekmiş olarak, İngiliz, Fransız ve İtalyan subay ve askerleri ile bağıran, dua eden, ağlayan Türklerin arasından, nallarından kıvılcımlar saçarak, heybet ve haşmetle geçtiler anisa Milletvekili Süreyya Yiğit ile Mediha Hanım’ın düğünleri de 8 Eylül akşamı, Dikmen’de yapıldı. Ankara’da 200 davetliyi alacak bir yer yoktu. Süreyya Bey’in evinin büyükçe bahçesine çadırlar, çardaklar kuruldu. Bir saz takımı tutuldu. Gündüz nikâh kıyıldı. Akşam Başbakan Rauf Bey, bakanlar, birçok milletvekili ile yakın komşular gelmeye başladılar. Ailesi Ankara’da olanlar aileleriyle geliyorlardı. Çok güzel bir yaz gecesiydi. Zübeyde Hanım da Fikriye ile geldi. Hanımlar ve erkekler karşılıklı oturdular. Haremlik selamlık, kaçgöç gibi adetler bitiyordu. Düğün başladı, sofralar kuruldu. Zafer haberleri dolayısıyla herkes neşeliydi. Düğün neşe içinde sürerken bir süvari geldi. Başbakana bir telgraf getirmişti. Başbakan telgrafı okudu. M. Müfit Bey’e uzattı, o da gülerek okuyup Yunus Nadi Bey’e uzattı. Kalabalık çok meraklanmıştı: “Ne oluyor?” Telgraf Türk süvarilerinin İzmir yakınında olduklarını, sabah İzmir’e gire M ceklerini bildiriyordu. Topluluk sevinçten çılgına döndü. Erkekler bellerindeki tabancaları çekip havaya ateş etmeye başladılar. Dikmen’den ve şehirden de cevaplar geldi. Saz takımı İzmir marşını çalmaya başladı. Haber şaşırtıcı bir hızla yayıldı. Çevredeki halk düğün evine koştu. Bunları, “Dikmen’de millet düğünü olduğunu duyan” şehirliler izleyekti. Kimse uyumadı, silah sesleri, sevinç naraları, davul zurna sesleri susmadı. Davetli sayısı saban binleri aşmış, bahçeye sığmamış, Dikmen’e yayılmıştı. Kimi getirdiği koyunu kesiyor, kimi ateş yakıyor, kimi evinde ikram edilecek ne varsa alıp getiriyor, ortaya saçıyordu. Süreyya Bey’in “acaba güzel bir düğün olur mu” diye kaygılandığı düğün, unutulmaz bir millet düğünü olmuştu. Direnen küçük birlikleri kılıçtan geçirerek İzmir’e girdiler. Önce 2. Tümen’den 4. Alay’ın Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şeref İzmirli ve birliği vardı. Kader bu yüzbaşıyı da, o kadar istediği ‘İzmir’e ilk giren süvari’ olmak mutluluğunu nasip etmişti. Her yer bayraktı Kimse dağılmadı İzmir’den haber beklediler. Süvari Kolordusu 9 Eylül Cumartesi sabahı iki kol halinde marşlar söyleyerek İzmir’e yürümeye başladı. 1. ve 2. Süvari Tümenleri Bornova – İzmir yolunda ilerliyorlardı. Hava mis gibi İzmir kokuyordu. Öncüyü, tümenin öbür alayları izledi. Binlerce süvari, kılıç çekmiş olarak, Kordonboyunu doldurmuş vatandaşlarını korumak için karaya çıkmış olan İngiliz Fransız ve İtalyan subay ve askerleri ile bağıran, dua eden, ağlayan Türklerin arasından, minarelerden yağan sala sesleri altında, dörtnala, nallarından kıvılcımlar saçarak, heybet ve haşmetle geçtiler. Kendinden geçmiş İzmirliler Konak Meydanı’nı doldurmaya başladı. Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Paşa, karargahı ve 14. Süvari Tümeni ise, Menemen yolundan geldiler. Karşıyaka’nın yalı boyuna çıkmak için denize inen sokaklardan girdiler. İzmirliler bugün için sakladıkları bayrakları çıkarmışlardı. Her yer bayrak tı. Genç kızlar pencerelerden süvarilerin başına çiçek, konfeti, gülsuyu serpiyor, gelin telleri atıyorlardı. Kaldırımları dolduran halk ağlıyor, alkışlıyor, çılgınca bağırıyor, bazıları komutanların, süvarilerin çizmelerini, özengilerini öpmeye çalışıyordu. Sokağın yalı boyuna açılan ağzında uzun boylu bir gölge belirdi. Fahrettin Paşa’nın gözleri doldu. Annesiydi bu. Atından atlayıp koştu. Kucaklaştılar: “Fahrim!” “Anam!” Karşıyaka iskelesinin yanına bir dağ topunu yerleştirdiler. 21 pare atışla güzel İzmir’i selamladılar. Büyük komutanlar Belkahve’den dürbünle güzel İzmir’e bakıyorlardı bu sırada. Mustafa Kemal Paşa nice sonra dürbünü indirdi. Yüzüne akşam güneşinin altın ışığı vuruyordu. İsmet Paşa’ya “Bilir musun, bir rüya görmüş gibiyim” dedi. “Haklısın. Bu kadar mucize, olağanüstülük, harikalık ancak bir rüyada yaşanabilir.” Hava kararana kadar Belkahve’de kal dılar. Nif’e (yeni adı Kemal Paşa) döndüler. Tek katlı bir ev Mustafa Kemal Paşa için hazırlanmıştı. Paşa’yı girişteki sofada beyaz başörtülü kadınlar karşıladı. Hayal gibiydiler. Diz çöktüler, sarılıp dizlerinden öptüler. Başörtülerinin ucuyla çizmelerinin tozunu alıp sürme gibi gözlerine sürdüler. Gözlerinden minnet yaşları akarak kalktılar, el bağladılar. Büyük gaz lambalarının aydınlattığı bir odanın kapısı açık duruyordu. Gazi Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Mahmut Soydan, Halide Edip Hanım, Ruşen Eşref ve Salih Beyler odaya girdiler. Halı kaplı alçak sedirlere oturdular. Hayal kadınlar tepsilerle yemek taşıdılar. Mustafa Kemal Paşa’ya bir küçük tepsi içinde içki de getirdiler. Teşekkür edip geri gönderdi. Daha içilecek zaman değildi. Bir sevinç yorgunluğu çökmüştü üzerine. Paşa, “Yahu..” dedi, “İzmir’e girdiğimiz akşamdır bu. Bu kadar sessiz oturulur mu? Bari şarkı söyleyelim.” Kendi bir şarkıya başladı: “Yine bir gülnihal...” Bilenler neşeyle katıldılar... Mustafa Kemal Paşa İzmirlilerin kendisine hediye ettiği otomobille şehre girdi. Kaldır çocuk bayrağı ustafa Kemal Paşa İzmirlilerin armağanı olan çiçeklerle süslü otomobille Karşıyaka’ya hareket etti. Bir gecelik olsun dinlenmeyi hak etmişti. Otomobilin önünde ve arkasında mızraklı süvariler vardı. Kordonboyu’nda, eşyalarının başında bekleyen Rum göçmenlerle doluydu. Önlerinden bir zafer meşalesi gibi geçen Mustafa Kemal Paşa’ya öfke ve hayranlıkla bakıyorlardı. O efsane insan şu sarışın, yakışıklı, genç adam mıydı? Ah Hriste ke Panaya! Karşıyakalıların Mustafa Kemal Paşa için hazırladığı evin önü, bahçesi, beyaz başörtülü, her yaştan kadınlar ve fesi atıp kalpak giymiş erkeklerle doluydu. Paşa’yı görenler ağlamaya başladılar. Birkaç basamakla çıkılan mermer girişin üzerine bir Yunan bayrağı serilmişti. Paşa sordu: “Bu niçin?” Heyecan içinde açıkladılar: “Kral kalacağı eve, bizim bayrağımızı çiğneyerek girmişti.” “Ne olur Paşam, siz de onun gibi yapın!” “Öcümüzü alın!” Bir kadın gözlerinden yaş inerek, “lütfen” diye yalvardı. Kral’ın kaba davranışı kadınları çok kırmış olmalıydı.. Mustafa Kemal Paşa, “Sizi anlıyorum” dedi, “... ama o bir milletin timsalini çiğnemekle hata etmiş. Ben o hatayı tekrar edemem.” Muzaffer’e döndü “Kaldır çocuk.” Muzaffer bayrağı topladı. Bu görgü farkı zarif Karşıyaka hanımlarını büsbütün ağlattı. M C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle