Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
. . u DALGALARIN JAKUZISI Astral ayna Alo, Charb ? Sen misin tovaritch ? Kusura bakma, çarşamba olup bitenlerle şu ara epey yoğunsundur, rahatsız ediyorum… Nasıl hissediyorsun kendini? Fena sayılmam aslında. İlk başta şaşırdım tabii: adımı bağırıp duran, kapkara kılıklı, iri yarı adamlar, sonra mermiler, yere yapışıp kalmak, o anda çok vahim bir şey olduğunu anlıyorsun ama endişe duymuyorsun, çok tuhaf. Sanki çok büyük bir huzur hissediyorsun. Güleceksin ama, ilk aklıma gelen ne oldu biliyor musun: gözlüklerim. Hatta onları yerden almaya bile çalıştım ve hareket edemediğimi fark ettim. Etrafımdaki her şey söndü. Sonra her şey tekrar aydınlandı. Tam olarak neredesin? Anlatması biraz zor esasında, kelimeler yetmiyor. Hem her yerdeyim hem de hiçbir yerde diyelim. Biliyorum, biraz mistik hindi gibi oldu ama, fena bir his değil esasında. Beni görüyor musun? Ondan da öte, seni hissediyorum tovaritch. Şu anda gözyaşları ile öfke arasında, negatif protonların çokça olduğu bir nevi düşünce fırtınasının ortasında kararsız kaldığını biliyorum. Tabi bu durum çükünün kalkmasına mani olmuyor. Ya, pardon, elimde olmadan oluyor. Biliyorum. Gençliğinde fazla Samantha Fox izlemiş olmak silinmez izler bırakabiliyor. Benim tavsiyem: hazır imkânın varken tadını çıkar. Ne yalan söyleyeyim, prostat bakımından tehlikeli bir yaştasın. Fakat öfkelenmeni anlayamıyorum. Seni daha filozof sanıyordum. Bu kadar vasatlığa karşı felsefenin elinden ne gelir ki? Şaklabanlar adresimizi bile bilmiyorlarmış, önce komşulara gitmişler. Hem madem arabada kimliğini bırakacaksın, ne diye yüzünü kar maskesiyle saklarsın ki? Böyle kabiliyetsiz adamlar tarafından vurulmak insanı kudurtuyor. Burukluk hissediyorum. Bu iyi bir şey değil. Unutma ki anlamlı olan, ebedi tek kavga iyi ile kötü arasındaki kavga değil, aptallık ile incelik arasındaki kavgadır. Yani bizler için gün boyu aptallarla alay etmek son derece doğaldır – bu da bizler için Sisyphos’un el arabasıdır, son nefesimize dek. Elbet birilerinin bunu yapması gerekiyor. Bununla gurur duymalısın: bok son derece asil bir malzemedir. Ama fazla da gururlanma ha! Beni bir endişe sardı birden, Charb. Bizlere, hayatta kalanlara, her yerden gelen ve destek olan bu kocaman sevgi dalgası havaya yanlış atılmış bir krep gibi düşüp kalır, yine kayıtsızlığın o tatlı ve yavaş can çekişme haline döneriz diye korkuyorum. Dur bir şu elimdeki astral aynana göz atayım… Haklısın, aynen öyle olacak. Şimdiden “katliam” diyecekleri yerde “saldırı” diyorlar. Hafiflettiriliyor. Sonra da unutuluyor. İlgi çekici sıradan haberler, yakında sohbetlerde Charlie’nin yerini alacak. Nabilla’yı görüyorum, Julie Gayet’yi… Bir finans skandalı. Bir sağlık krizi. Virginie Boxx. Dünya böyle dönüyor: öldürülen cambazın hiçbir ağırlığı kalmıyor. Bir dakika, Charb, yahu endişelendim, kim bu Virginie Boxx?... Seks sembolü mü? Pornocu mu? Hafif meşrep bir filozof mu? Henüz tanınmıyor. İnternet üzerinde bile. Ama birkaç yıl içerisinde… Elveda, seni iştahı kabaran nöronlarına bırakıyorum. Iegor Gran . JAKUZIDE PALOMETALAR PHILIPPE LANÇON ‘A ktüalite’nin birdenbire alışılmamış bir ışık düşürdüğü ve dünyanın öbür ucundaki bir mekânda gezinmek her zaman için önemli bir deneydir: Meydana gelen olay, sizi önemli kılar. Hatta sizin yaşadığınız olay, size anlatılan olayın tam aynısı olmasa da. Öteki olan, uzaktaki bu garip böcekleri ilginç hale getirmek için genellikle onları kahraman yaparız ya da kurban, belki de cellat ya da tanık. Siz, herkesin bir dakika boyunca ya da üç gün boyunca sözünü ettiği bir mekândasınızdır, tesadüfen: İşte, dünya çapındaki tahrif edici büyük aynanın ve evrensel gevezeliğin, siz istemeseniz de, sizi mevcut kategorilerden birine yerleştirdiğini görürsünüz. 26 Aralık günü Arjantin’de Rosario’daydım. O gün, kent merkezinden bir kaç kilometre uzaklıkta bulunan Rambla Catalunya adı verilen plajda, denize girmekte olan 60 kadar insan etçil balıkların saldırısına uğradı. Fransız ya da Amerikan televizyon kanallarında ‘denize giren binlerce insan’dan söz edilmişti. Bir ihtimal, bu yaz mevsiminde gerçekten çok kalabalık olan Atlas Okyanusu kıyısındaki Mar del Plata plajı ile karıştırılmıştı Rambla Catalunya. Oysa ki burada genellikle sadece bir kaç yüz kişi denize girer, onlar da çoğunlukla yoksullardır. Geri kalanlar zaten kenti terk etmişlerdir ya da suyu temizlenmiş havuzlarda yüzerler. Batı gazeteleri, bir ‘Pirana’ saldırısından söz ediyordu, çünkü o gazetelerin okurları ‘Pirana’ balığını bilirdi. Zaten bu piranaların etçilliği, keskin küçük dişleri, Tenten, James Bond ve Kaptan Cousteau’nun Amazon bölgesinde çektiği filmler sayesinde bütün dünyaca bilinir. Ekranlarda küçük bir kız çocuğunun parçalanmış parmak kemiğini, bir başka çocuğun ise yaralarını, çocuksu büyünün yeşil cennetindeki yaraların pansumanlarını da özünde pek hoşnut bir tiksinme duygusu eşliğinde sergiler ekranlar. YENİLEBİLİR PİRANA Ne var ki, Latin Amerika’nın bu yöresinde, Amazonların meşhur balığının yerel çeşidinin adı palometa’dır. Üstelik palometalar piranalara kıyasla çok daha az tehlikelidir ve ayın 26’sında meydana gelen saldırı son derece nadir bir olaydır ve saldırı nedeni de pek kolay açıklanamaz. Palometanın, yeteri kadar büyüyüp, kılçıkları ayıklanabilecek düzeye gelince yenilebilir bir balık olduğunu de belirtelim. Bu durum biraz da insanlarla olan ilişkimize benzer. Bu türle karşılaştığımızda, onları büyütmemiz gerekir, yani olduklarından daha büyük hale getirmek gerekir ki, onların kusur ve günahlarını daha iyi görebilelim. Böylelikle olumsuzluklarından etkilenmeyelim onlar da bizi yiyip yutmasın. Ama yürek öylesine açtır ki, önüne ne çıksa hop diye yer yutar. Parana nehri Brezilya ovalarından aşağıya iner. Amazon ve Mississippi’den sonra dünyanın üçüncü büyük nehir havzasını oluşturur. Nehir, Rosario’ya vardığında genişliği 70 kilometreyi bulur. Nehir öbür yakası sanki bambaşka bir dünyadır. Aslında nehrin öbür tarafından konumlanmış bir yaka sayılmaz, çünkü nehir ile Rosario arasında adalar vardır, yüzlerce ada vardır ki bu nedenle o yörede bir delta oluşmuştur. Gemiyle oralarda dolaştığınızda kaybolursunuz, tıpkı ulaşamadığınız bir kadın ya da bir adamın yüreğinde kaybolduğunuz gibi. Çok güzel bir yerdir burası ve acaip esrarengiz. Nehrin bir kolundan birçok alt kol çıkar, bu alt kollar da salkımsöğütler ve nilüferler arasında incelir ya bir lagünde son bulur ya da çıkmaz sokak gibi biter, tıkanır. Ya da bazen nehrin çok geniş bir başka koluna akar. Yolların kesiştiği bir su bahçesidir. Palometa bu faunanın bir balığı, daha çok da nehrin yukarıdan geliş yönünde kalabalık bir şekilde yaşar. Bu balık uzun süre, iki hayvanın en sevdiği yemdi: Turna kuşları giderek azaldı ve leyacare adı verilen timsah türünün soyu da tamamen tükendi. Turna kuşları adalara ineklerin getirilmesinden pek memnun kalmadılar. Oysaki adalarda bol ot vardı ve masrafsızdı. Ama zaman zaman meydana gelen sel felaketleri inekleri de alıp götürüyordu. Leyacare cinsi timsahların ise koyu renkli derisi vardı, bu deri ve eti de pek değerli idi. Bu timsahları çok fazla, aşırı avladılar. Bu yırtıcılar sahneden çekilince, palometalar da sayıca arttı. Peki, acaba neden Noel sonrasında böyle saldırganlaştılar? Acaba Rosario’daki yapay Noel ağaçları üzerine süs olarak konulmaktan mı korktular? Yoksa acaba yöre ahalisi gibi sıcaklardan ve ikide bir kesilen elektrikten mi bunaldılar? Oysaki ılık bile olsa suyun içinde elektrik cereyanı yok ki... Yoksa belki de acaba sadece acıkmışlar mıydı? Ama neye açtılar? Charlie Hebdo No: 1125, 8 Ocak 2014 u SIGOLENE VINSON KÖPEK ADIMLARIYLA Tiktiktiktik … Charlie’de bir köpeğimiz var bizim, kızıl bir kukır, adı da Lila. Aslında tam anlamıyla bizim sayılmaz, sadece Eric’in köpeği o. Bizim ekipte en sevdiği kişi Cabu’dür. Bu Çarşamba 7 Ocakta yine ona şirinlik yapıyor. Şunu da belirtmek lazım, redaksiyon masasının üzerinde de Coco’nun getirdiği Brötanya galetalarından, bir de Luz’un doğum gününü kutlamak için aldığım mozaik pasta var. Cabu kesin kendi payını ona verecek. Tiktiktiktik... Charlie’de parkeleri çizen kızıl bir kukırımız var bizim. Luce onu koruması altına alsın ve kafasının üstünü okşasın diye bazen Riss ve Charb onunla bilerek dalga geçerler. Honoré daha çok kedileri sever. Tignous veletleri. Wolinski ise Catherine ve Zineb’e düşkündür. Tiktiktiktik… Charlie’de bir köpeğimiz var bizim, tartışmalarımıza katılan kızıl bir kukırımız. “Louis de Funès: Olumlu bakanlar... karşı olanlar?” JeanBaptiste olumlu bakıyor. Tuhaf bir şekilde Philippe de öyle düşünüyor. Fabrice’in umurunda değil, o gezegenimizde her şeyin yolunda gitmesini istiyor. Laurent’ın ise fikir beyan etmeden bir soruşturma yapması lazım. Antonio’nun karşı çıkmasında yarar vardır. Gérard hakemlik yapar. Pelloux “De Funes’ün cep telefonu var bende” der. Tiktiktiktik… Charlie’de bir köpeğimiz var bizim. Mustapha’nın odasına gidip gelen kızıl bir kukır. Bernard onu duymaz, Elsa’nın kocaman el kol hareketleri yaparak Lacan’dan söz etmesi onu eğlendirir (gülüşünden güneydoğulu aksanını anlarsınız. e.. evet, anlaşılır) Charlie’de bizim bir köpeğimiz var, çarşambaları niye bu kadar çok kişi toplandığımıza anlam veremeyen kızıl bir kukırımız. Haftanın geri kalan günlerinde ona sadece Angelique, Simon ve Cecile arkadaşlık ederler. Pazartesileri Martine’e rastlama ihtimali de vardır. Pop pop pop pop... ve bir ölüm sessizliği. Jean Luc ve ben yerde kalıyoruz. Birden: Tiktiktiktik! Charlie’de bir köpeğimiz var bizim, tamam artık kalkabilirsiniz gittiler... diyen kızıl bir kukır. Lila’yı sağ bıraktılar. Belki de dişi olduğu için. Tüm arkadaşlarıma. Ve diğerlerine. u YERKÜREDEN GÖRÜLEN DÜNYA... YERKÜREDEN GÖRÜLEN DÜNYA... DÜNYA... müslüman dünya saldırI dısarıda nasıl görüldü Bloglar, tweet’ler, köse yazıları: Saldırıdan itibaren “Charlie” Internet’te çıg gibi çogalan yorumların kaynagı oldu K aranlık bir 2012 Eylül’ü. “Müslümanların Masumiyeti” filmi’nin ve Charlie Hebdo’nun Peygamber’in karikatürlerini yayınlayacağı haberi Afganistan’ı karıştırır. O sıralar ben de Charlie’nin tüm yazıların şu eğlenceli sloganla başladığı yazlık yazı dizisini bitiriyordum : “Yaz boyunca Charlie sizi Taliban ülkesinde güneşlenmeye götürüyor”. Kabil’de “Charlie Hebdo’cu” olarak damgalandığım için konsolosluk güvenliğimden endişe ediyor. Ben de bir kaç gün Dubai’ye kaçmaya karar veriyorum. Çünkü korkunç bir gösteri öngörülüyor. Yüzlerce gösterici görülmemiş şiddetteki aynı pankartı taşıyor : kırmızı bir kalple çevrilmiş “Allahu Ekber” yazısı. Bir nevi “Allah aşktır”. “Beklenmeyen” demenin hafif kalacağı bir karşı çıkış. Aynı şekilde bugün bize dair tüm dünyada yağan çizimler, tweetler, köşe yazıları ve haberler o kadar olağanüstü yönler aldı ki, bizi şaşırtıyor. Onlar da beklenmedikti, hala da öyleler. Taliban ülkesine dönersek : Charlie’ye des tek tweet’leri yağmuru sarsıcıydı ve saldırının ertesi günü Afgan Hashte Sobh gazetesi harika bir çizim eşliğinde “İfade özgürlüğü yaşayacak” manşetini attı. Gazetecilerin ve “münafık köpeklerin” hala öldürüldüğü bir ülkede. TTP (Pakistan Taliban Hareketi) saldırıyı selamlasa da bu kesimin tamamı için bu geçerli değil. Sakallıların kendi aralarında rekabeti mi söz konusu ? Muhtemelen. . . . ‘ALLAH, GECELERIMIZIN NURU’ Jeostratejik bir yarışma IŞİD’ci twitter kullanıcılarını saldırıyı selamlamaktan alıkoyamadı (organizasyonunu üstlenemeyecek olmalarına rağmen) ve cihatçı şehitlerin kitsch kartpostallarını hatırlatan bir fotomontajı mütemediyen yaydılar : donuk ve patlayan bir ışığın siyah gökyüzünde çevrelediği merhum dört çizerimizin yüzleri. Bu şaşırtıcı barok görsele şu kısa şiir eşlik ediyordu : “Varlığımı, ailemi, paramı Allah’ın peygam berine veriyorum. O gecelerimizin nurudur”. Ama Işid iyi ifadelerin tekeline sahip değil tabii. Oman’da yayınlanan Al Watan gazetesinin “Zehirle pişiren zehri kendisi tadar” atasözünü esas alan başyazısına da bir zaafım var . “Bu tokadı hak ettiniz”den daha şık olduğu kesin. Sakallılar kendilerini şiire adadılarsa da bizi tuhaf ifade biçimleriyle şaşırtan tek onlar değil. Finacial Times köşe yazarı Tony Barber perşembe günü “Charlie Hebdo’da çoğunlukla yayın sorumsuzluğunun hakim olduğunu” ve çizerlerimizin “sadece aptal” olduklarının nazikçe altını çizmiş. Bu koşullarda bu kadar sert sözler, halbuki daha hafif olmak o kadar kolay ki : Facebook’ta onlarca Suudi kullanıcı üzerine küçük bir kalp kondurulmuş şu satırları okuyordu « Keep calm and say Allah Akbar ». 8 Ocak’ta kurulan ve 24 000 “Like” alan “Ben Charlie değilim” Facebook sayfasında da aynı satırlara rastlanıyordu. Müslüman dünyada başka yerlerde bir kaç sevindirici gelişme vardı. Dine hakareti yasaklayan ka nunların basını boğduğu Endonezya’da manşetler saldırıyı çekingen bir şekilde vermişse de, Jakarta Post bu dramın uyandırdığı korkuya işaret ediyordu. Oysa gazetenin genel yayın yönetmeni Aralık ayından beri dine hakaretten (Işid’le ilgili bir çizimden dolayı, daha doğrusu) yargılanıyordu. Bu yayın saldırıdan sonra ortaya çıkan duygu selinin “İslam’la ilgili kötü bir mesaj iletmesi”nden endişe eden Endonezya Ulema Konseyi Başkanı’na iyi bir had bildirme olmuştu. Öte yandan bağımsız Mısır gazetesi AlMasry AlYoum saldırıdan sonra Charlie’nin beş karikatürünü yayınladı. Muhammed, El Bağdadi ya da Ben Ladin’li karikatürleri atlamadan. Bugün hala hedefteler. Arap basını inanılmaz bir cesaret gösterdi, manşetlerimizi fotografın ana nesnesi olmadıkları zaman dahi flulaştırarak basan Associated Press, Guardian ve diğerlerinin çok uzak olduğu gibi bir cesaret. Resmin kalbi çoğunlukla gülümseten bir yüzdü. Ateş Charb’dı. Solène Chalvon C M Y B