Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
17 AĞUSTOS 2013 CUMARTESİ PARASIZ ÖZEL EK İMO İzmir Şubesi Başkanı Ayhan Emekli: Korkumuz deprem, bilim, mühendisler değil, depreme dayanıksız binalar olmalı Deprem afete dönüşmeden AYHAN EMEKLİ TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Deprem’i yer kabuğunun fay olarak adlandırılan kırıklar üzerinde biriken biçim değiştirme enerjisinin sonucunda ortaya çıkan ani ve karmaşık yerdeğiştirme hareketi olarak tanımlayabiliriz. Kocaeli Gölcük’te 17 Ağustos 1999 tarihindeki depremin 14 yılını geride bıraktığımız bugün; bilimsel araştırmalarla, teknolojik gelişmeler; günümüzde depreme dayanıklı binalar yapmayı mümkün kılmakta ise de birçok farklı nedenden dolayı ülkemizde ve tüm dünyada deprem, bir felaket olarak en acı boyutuyla yaşanmış, binlerce insanın kaybının önüne geçilememiştir. Deprem ve depremin sonuçları, kontrol edilemezliği sebebiyle günümüzde en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Akıl ve bilim dışı söylemlerin aksine; depremin ne zaman gerçekleşeceği, büyüklüğünün ne olacağı önceden kestirilemez. Depremin bu belirsizliği kimi zaman insanların hurafelere, çarpıtmalara, gerçek dışı iddialara ve şarlatanlara inanmasına yol açmakta; bilimsel açıklamaların, çözüm yöntemlerinin göz ardı edilmesine sebep olmaktadır. Türkiye’de kaydedilen en büyük deprem, 26 Aralık 1939 tarihinde Erzincan’da olmuş, yaklaşık 33 bin kişi ölmüştür. Sonrasında 17 Ağustos 1999 Gölcük depremine kadar Niksar, Tosya, Bolu, Varto, Gediz, Lice, Çaldıran, Erzurum, Erzincan, Dinar, Ceyhan depremlerinde binlerce insanımız yıkımlar sonucu yaşamlarını yitirmiştir. Ülkemizde son yıllarda büyüklüğü 4,0’ı geçen yani hissedilir ölçüde olarak tanımlayacağımız yılda ortalama 100’ü aşan sayıda deprem meydana gelmektedir. Depreme öncesi alınması gereken önlemler, uyulması zorunlu kurallar ve standartlar olmasına rağmen; depremden korunmak adına yapılabilecek bir şey olmadığı ve depremi “doğanın bir cezası” olarak görme yaklaşımı afet bilincinin ve depreme dayanıklı binaların yaygınlaşmasına zarar vermekte, ülkemizin çözüm üretemediğimiz mevcut deprem riskini katlaya 1939 ERZİNCAN... rak arttırmaktadır. Bu kadercilik ve takdiri ilahi anlayışı toplumun bazı kesimlerinde olduğu kadar en sorumlu konumda bulunan yetkili kişilerin söylemlerinde sıklıkla karşılaştığımız bir ülke gerçeğimizdir. Sonuçta bilimsel ve teknolojik çalışmaların getirdiği yenilikler göz önüne alınmamakta, yapılmasına titizlikle uyulması gereken uygulamalar ve zorunlu denetimler önemsiz görülmekte, kaldırılmakta, zaman kaybı ve iş hızını kesen engelleyici olarak görülmekte ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak can kayıpları engellenememektedir. Akla, Bilime ve gereklerine sırt çevirerek, batıl inançlarla sorunlara çözüm bulanamayacağı ne yazık ki her deprem sonrasında yaşadığımız bariz bir gerçektir. Evlerimizi, işyerlerimizi, hastanelerimizi, okullarımızı, kamu yapılarımızı, karayolu ve demiryollarımızı, havalimanlarımızı köprülerimizi, tünellerimizi, enerji ve iletişim tesislerimizi, içmesuyu ve pissu tesis ve şebekelerimizi daha fazla zaman kaybetmeden depreme dayanıklı hale getirmemiz gereklidir. Halka mahallelerde ve işyerlerinde temel afet bilinci, afet öncesinde, afet sırasında ve sonrasında toplumsal olarak yapıl ması gerekenler konusunda ve depreme dayanıklı yapılar hakkında özel ve sürekli eğitimler düzenlenmelidir. İzmir’e yönelik 19981999 yıllarında yapılan Radius projesi ve 2009 yılında Valilik, Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümü ve İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi birlikteliğiyle 3 pilot bölgede gerçekleştirilen afet riski araştırması deprem açısından kentimiz için önemli bir çalışmadır. Son olarak 2012 yılında Büyükşehir Belediyesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümü ve İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubemizin yaptığı Balçova ve Seferihisar İlçeleri Yapı stoğu envanterinin çıkarılması sözkonusu ilçelerinin toplamda 10.600’ü aşan tüm binanın deprem risk önceliklerinin belirlenmesi adına önemli belge niteliğindedir. Kentimiz genelinde mevcut yapı stoğumuzun deprem risk öncelikleri elde edilerek, daha öncelikli risklerin bir ileri kademe ile saptanması tamamlanmalıdır. Bu veriler ışığında yöntemleri belirlenecek ? Devamı 4. sayfada RADİUS PROJESİ PROF. DR. ALKU Stoğun kısa bir hikayesi... Prof. Dr. ÖMER ZAFER ALKU TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Onur Kurulu Üyesi 9 19 9 A MAR R A M DEPREM TEHDİDİ Binalar, mesleğimiz ve odamız HÜLYA ALTUN TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Türkiye’de bina hesap ve yapım kurallarına ait ilk yönetmelik 1953 te yayınlandı. Bu yönetmelik o zamanki Bayındırlık Bakanlığı’nın yayınlandığı bir yönetmelik değildi. Türkiye İnşaat ve Köprü Cemiyeti Almanya’da uygulanan şartnameyi tercüme edip aynen yayınlamıştı. Burada Almanya’nın deprem bölgesi olmadığını unutmamak gerekir. Bayındırlık Bakanlığı’nın yayınladığı betonarme binalarla ilgili ilk deprem yönetmeliği 1968 yılında yürürlüğe girdi. Bu yönetmeliğin getirdiği hesap ve yapım koşulları binalarımızın depreme karşı güvenli olması için çok yetersizdi. Örneğin bu yönetmeliğe göre dikdörtgen taban alanlı binanın deprem hesabı binanın dar yönünde bulunan elemanları için yapılırdı. Binanın uzun yönü için deprem hesabı yapılmazdı. Demek ki bu yönetmeliği yazanlar doğa ile pazarlık yapmıştı. Deprem kuvvetine binaya sadece dar yönünde etkimesini söylemişlerdi. Böyle bir kabul ve yönetmeliğin Türkiye için yetersizliği kısa zamanda ortaya çıktı. Bu nedenle 56 sene içinde yeni bir yönetmelik hazırlandı ve 1 Ocak 1975 yılında yürürlüğe girdi. Bu yönetmelik hesap ve uygulama açısından basit fakat binaların deprem kuvvetine karşı davranışı ve güvenliği açısından etkin bir yönetmelikti. Bu yönetmelik Körfez depreminden önce 01.01.1998 tarihinde yayınlanan yönetmeliğe kadar yürürlükte kaldı. Bina üretiminin proje ve yapı üretimi olmak üzere iki safhası bulunmaktadır. Şimdi bu iki aşamayı kısaca özetleyelim. 1975 yönetmeliğinin betonarme bina projesi yapım esaslarını inşaat mühendisleri proje üretiminde hemen hayata geçirdiler. Yani depreme dayanıklı bina hesabı ve projesi ürettiler. Ama bu üretim kâğıt üzerinde kaldı. Ne yazık ki üretilen projeler inşaat yapımı safhasında uygulanmadı. Neden bu betonarme projeler yerinde uygulanamadı? Müteahhitler uygulamanın başında bulunduğundan inşaat mühendisinin inşaatı denetlemesini yani işlerine karışmasını istemiyorlardı. İnşaatı mal sahibi kendisi yapıyorsa nasıl olsa ustası, kalfası olacaktı, onların mesleki görgüsünü, bilgisini, yapacağı işleri yeterli görüyordu. Asıl sebep ne müteahhit nede mal sahibi denetleme işi için ceplerinden para çıksın istemiyordu. İnşaat mühendisleri veya mimarlar binanın yapımında teknik uygulama sorumluluğunu üstlendikleri ? Devamı 3. sayfada 3 200 L Ö BİNG Ülkemizde mevcut yapı stokunun durumu, can ve mal güvenliğini ciddi oranda tehdit etmektedir. Bu gerçek, ülke topraklarımızın % 96'sının deprem bölgelerinde yer alması, nüfusumuzun % 98'inin de bu bölgelerde yaşaması, yaşanan hasar ve can kayıplarının, halkımızın kaderi olduğu anlamını taşımamaktadır. Nitekim aynı oranda deprem tehlikesi altında olan diğer ülkelerde yaşanan depremlerin oluşturduğu hasar ve can kayıplarının oranını bizimkiyle karşılaştırdığımızda, ülkemizin imar faaliyetlerinin ne denli yetersiz ve denetimsiz olduğunu gözler önüne sermektedir. Özellikle son elli yılda, bilim ve teknolojide yaşanan gelişmelere rağmen, kentlerimiz mühendislik ve imar planlama alanlarındaki gelişigüzel uygulamalara sahne olmuştur. Bu sistemsizlik ve kuralsızlık, deprem ülkesinde yer alan kentlerimizi afetler karşısında aciz bırakmıştır. Son kırk yılda, İmar yasa yönetmeliklerinde, özellikle Deprem Yönetmeliğimizde yapılan değişikliklere, bilim ve teknoloji alanında kaydedilen ilerlemelere rağmen, depremlerde yaşanan hasar türleri, can ve mal kayıplarının fazlalığı gerçeği değişmedi. Birçok yapı, adeta iskambil kağıdı gibi yerle bir oldu. Yandaki farklı yıllarda yaşanmış deprem hasarlarına ait fotoğraflar konuyu en iyi şekilde özetlemektedir. Uzmanlarca yapılan incelemede, son kırk yılda, depremlerde en fazla hasar ve can kaybına yol açan binaların, 28 katlı konut/işyeri türü binalar olduğu tespit edilmiştir. Bu yapılarda en sık rastlanan hatalar ise; “mimari ve taşıyıcı sistem tasarımından kaynaklanan hatalar, donatı detaylandırmasından kaynaklanan hatalar, yapım/denetim aşamasından kaynaklanan hatalar, zeminden kaynaklanan hatalar” olarak özetlenebilir. Bu bağlamda, İnşaat Mühendisliği mesleğinin temel tasarım ve yapım ilkelerinin, basit kurallar ve detaylara bağlı olduğu, güvenli yapı tasarımı ve güvenli yapı üretilmesinin ön koşulunun ise, bu ilkelerin öğrenilmesi ve sahip olunan önsezi ve deneyim ile birleştirilerek ehil ellerce, yetkin teknik elemanlarca uygulanması olduğu unutulmamalıdır. ? Devamı 2. sayfada 40 YIL... YAPIM ESASLARI 2 0 11 VAN C MY B