Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADNAN DİNÇER’LE F U T B O L eposta:adnandincer@hotmail.com N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN Kendi kalene gol atmak! A rtık bilişim çağının olanaklarıyla insan yaratıcılığının kapışmasını izliyoruz sayılır. Tuhaf olan insanların kendi icadıyla kapışması. Hani yarattığı ‘Frankeştayn canavarı’nı alt etmek için verilen mücadele örneği gibi. Geçmişte bir insanın kendi beyinsel gücü ve icadını ya da başarısını dünyaya kabul ettirmesi kolay değildi. Dünyanın yuvarlak olduğunu, kendi ekseni etrafında döndüğünü ve güneş sistemini ispata çalışan Galileo bu gerçeği kabul ettiremeden ömür boyu hapsedilerek canını verdi. Engizisyon sanki insanlığı kurtardığını sandı. Oysa artık dünya yuvarlak bir top avucumuzun içinde sanki... Çocukluğumuzda Mars’ta hayat olduğunu büyüklerimiz söyler dururdu. Bilim adamları hâlâ gönderdikleri ‘Anka Kuşu’ yla bunu araştırıyorlar. Hayatın bulunmasıyla insanlık yeni taşınacağı bir gezegen arıyor. Çünkü kendi eliyle mavi gezegeni bitiriyor. O zaman sığınacak yer belki gelecek nesiller için Roma’nın savaş tanrısı (MARS) olabilir. İstanbul’da bir karış denize girecek sahil kalmadı. Yeşillik cenneti sevenlerce katledilip duruyor. Dozerler, testereler yüzyılların ormanlarını acımasızca kesip yıkarken; insanoğlu doğayı sanki kıskanır gibi yakıyor acımasızca... Geçmişte atalarımız “Yaş kesen baş keser” derlerdi. Şimdi teknik direktör futbolcuyu takımdan dahi kesemez oldu. Esir pazarında gibi bir yaşam hızla dünyanın üstüne çöküyor farkında değiliz. Amerika’da iki banka daha batsa kriz dünya ekonomisini bitirecek. Üstün ırk olma meraklıları geçmişte dünyayı kana bulayıp milyonlarca can aldı. Ancak yine de insanoğlu ders almadı. Barış, aşk, sevgi, çalışmak, yeni ufuklara açılıp insan yaratıcılığına huzurlu sonlar getirmek varken para uğruna nedir bu delilik? Akıl hastanesindeki hasta sormuş ziyarete gelene, “Siz dışarıda kaç delisiniz” diye… Maça el sıkmayla başlayan sonra da birbirlerine tekme atan futbolcuların ölümcül mücadelesinden ‘Kral’ ve ‘İmparatorlar’ çıkartan medeniyetler yarattık. Oysa geçmişte Cumhuriyetimizi koskoca imparatorluğun bitimiyle şehit kanları üstüne kuran Atatürk 10 yıl sonra “10 yılda 15 milyon genç yarattık” derken ulusuna ve dünyaya önemli bir mesaj vermişti. İstanbul merkezli bir hayatın Anadolu topraklarına kayan yeni açılımıyla ürken dış dünyaya gerekli güç olduk ama farkında olamadık sanki... Çünkü bütün düşünmek yerine bencil ve acımasız kimliklerin ihtiraslarına takıldık. İstanbul üç büyüklerinin Anadolu futbolunun kendisine kafa tutmasına izin vermeyen en önemli gücü sosyolojik anlamdaki varlığındandır. Bunu hiç çözemedik. Yani Antalyalı, İzmirli, Ankaralı, Diyarbakırlı, Ağrılı, Mersinli, Elazığlı, Trabzonlu üç büyüklerin aşığı taraftarların sosyolojik takıntıları kendi takımlarını ikinci plana attı… Hiç tam anlamıyla kendileri olamadılar. Tabii onları yönetenler de... Sonuçta futbol hep batıda bulundu. Bir ara gayretlerimiz sonucu gelişme olsa da son zamanlarda iyice belli kulüplerin tekeline sıkışmakta. Bunu görmeden ülke futbolunu temsil edemeyiz. Sınır ötesi bir futbolcunun olanaklarına ulaşamayan bizim gencimiz ayağına ayakkabı bulamıyor hâlâ... Tıpkı kendi ormanını yakanların eğitimdeki dışa vurumu gibi... Bu nedenle bayrağımın dalgalandığı tüm yurdumun hiçbir kulübünü ayırt etmeden eğitim götürmeye, başarılı olmaya verdim ömrümü... Ancak bazı futbol hırsızları çaldı eserlerimi ve şimdi de endüstriyel futbolu farklı boyutta kazanç TED Bir İlki Başlattı ED (Tenis Eskrim, Dağcılık Kulübü) Türk spor tarihinde bir ‘ilk’ e imza attı. Wimbledon, Davis Cup, Roland Garros, Grand Slam ve ABD, Avustralya Açık turnuvalarında şampiyon olmuş raketleri İstanbul’a getirdi. İstanbullu tenis seveler 4 gün boyunca TED Kulübü’nün merkez kortunda birbirleriyle kıyasıya mücadele eden şampiyonları keyifle izlediler. ATP’nin dünya sıralamasında 1 numara olmuş sadece şampiyonlara açık bu turnuvaya katılmanın ikinci koşulu 2 yıldır bu saydığım büyük turnuvalarda bulunmamış olmak. Bu şampiyonları İstanbul’a toplayarak bir ilki başaran TED Kulübü’ne maddi destek veren Turkcell’i de kutluyorum. Astronomik bir maddi destekle (yaklaşık 500 bin dolar) dünyanın profesyonellerini getiren bu iki kurum sadece tenis sporuna değil, Türkiye’nin dünyadaki tanıtımına da büyük hızmet verdi. Dünya Tenis Birliği ATP, ‘tenisin ustaları’ turnuvalarını 92’den bu yana organize ediyor ve bu turnuvalara bugüne dek Jimmy Connors, Bjorn Borg, Noah ve Vilas gibi şampiyonlar da katılmış. Bu yıl ‘Turkcell Legends Cup’ yani ‘Efsaneler Kupası’ na 16 ülke talip olmuş, elene elene kalan iki kentten İstanbul TED’in isteği kabul edilmiş. Bu turnuvaya Goran Ivanisevic, Pat Cash, Thomas Muster, Michael Stich, Fernando Meligeni, Sergi Bruguera, Cedric Pioline, Andrei Chesnokov ve Wild Cart’la ev sahibi kontenjanından Alaaddin Karagöz katıldı. Tenisin ustaları İstanbul’dan sonra ATP’nin programına göre Avusturya, Portekiz, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, Macaristan, Almanya, Belçika ve İngiltere’de karşılaşacaklar. Bazı olaylar vardır ki uluslararası platformda sosyal, siyasi, sportif ve turistik anlam taşırlar. Bu gibi olayları dünya medyası dikkatle izler. Ancak bu gibi organizasyonlar büyük parasal destekle olur. Turkcell’le TED’in buluşması İstanbul’a bir ilk kazandırırken olayı çeşitli yönleriyle değerlendirirsek dört dörtlük bir Türkiye tanıtımından söz etmiş oluruz. ‘Efsaneler Kupası’ ile tenisin ustalarını İstanbul’a getiren getirenTED Kulübü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Tınaz ile Yönetim Kurulu arkadaşlarını ayrıca Turkcell Yönetim Kurulu’nu kutluyorum. kapısı gibi kullanarak ticari amaçla kullananlara teslim oldular. Kulüp borçları sürekli ertelenen tek ülke biziz. Sorumsuzca harcanan paraların ‘sorumluları’ artık kulüpleri batırıp gitmekte sorun yaşamıyorlar. Derneklerin kulüp olduğu ve bu kadar paraları kullanma yetkisi taşıyan tek ülke biziz. Bunu önlemedik. Bilerek ve isteyerek buna boyun eğdik. Futbolu bir güç olarak ele aldık. Bizde futbolu oynayan geçmişteki yıldızlar unutulmazların arasına girmeleri gerekirken unutulmuşluğun acısına mâhkum edildiler. Pek azı kısa bir denemeden sonra koptu ve unutuldular. Çünkü onları kullanmak isteyen ve önlerine geçip prim yapan futbol dışı kişi ve ilişki lobilerinin gücü altında vefasızlığa mâhkum oldular. Ülkemiz sokak çocukları, gençleri ve hastaların çaresizliğine ilgisiz kalan bir sürü uyanığın para kazanmak için sorumsuzca ele geçirdiği ‘naylon futbol simsarları’ yla işgal altında... Okumayan ve sadece ekranda söylenen yanlı magazinsel oluşumların kurbanı olan ilgisiz ve boş kişilerin topu dürten çocuklarını futbolcu olacak sanısıyla ilgisiz yerlere göndermeleriyle oluşan para sömürüsü ve eğitimsiz oyalanmaya dikkat etmeliyiz. Eğitimde önemli olan çağdaşlık ve geleceğin planlanmasıdır. Bizim kendimiz olmamızı engelleyen tüm yanlışlara bilimsel yoldan demokrasi içinde çalışarak mücadele vermeliyiz. Kapalı kapılar ardında ‘Bizans oyunlarından’ sıkıntı geldi. Bu gidişle futbolun izleyicisi olur ve yıldız yaratamayız. Bu da kendi kalemize gol atmak demektir... T Emre Unutuldu mu, Yoksa... F .Bahçe’nin ‘Yıldırım’ hızıyla transfer ettiği eski G.Saraylı Emre’nin Sarı Lacivertlilere transferi ilk anda büyük tepki toplamıştı. Araya Avrupa Futbol Şampiyonası ve transferler girince o tepkiler gerilerde kaldı. Ama acaba buz dolabına mı kondu yoksa unutuldu mu?.. F.Bahçe yandaşları Emre’ye tepkilerini göstermek için yoksa ligi ya da Şampiyonlar Ligi’ni mi bekliyor? Arada bir gelen epostalara bakılırsa Emre olayı unutulmamış beklemeye alınmış.... Ama dikkatimi çeken şu oldu. F.Bahçe’nin ideal kadrosunu yapan ve Emre’yi unutan Sarı Lacivertli yazarlar çoğunlukta. Emre’nin sakatlığının asla geçmeyeceğini mi düşünüyorlar, yoksa yazarların da tepkileri sessiz ve derinden devam mı ediyor?.. ‘Yıldırım’ transferle hem de büyük paralarla alınan eski G.Saraylı yeni F.Bahçeli Emre bence bu sezon en çok konuşulacak futbolcular arasında. Spor medyası belki de gelecekteki yazıları için kalemlerini yontmakla meşgul. Beşiktaş’ın Sıkıntıları eşiktaşlı İbrahim’lerin kavgası her gün yine gazetelerin sayfalarını dolduruyor. Bence Beşiktaş yönetimi transferdeki durumu medyaya unutturmak için İbo’ların kavgasını bitirmiyor. Ama Beşiktaşlı yandaşların sabrı taşmak üzere. Ya “Affedin gitsin”, ya da “İkisini de atın, Beşiktaş’a yakışmıyor” diyenler de var. Menajer Sinan ise her gün konuşuyor. Kavganın ertesi günü iki İbo’nun da kulüpten atılması gerektiğini söyleyen Sinan, sonraları ikisinin de affedilmesini söylemişti. Medyanın yazdıkları doğruysa Beşiktaşlı yandaşlar “Sinan’ı da atın” diyorlarmış. Bitsin artık bu sıkıntı. Çünkü Beşiktaş’ı başka sıkıntılar bekliyor. B 15