Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN ADNAN DİNÇER’LE FUTBOL ÖĞRENİYORUM Eposta:adnandincer?hotmail.com Atletizmin Güldüğü Gece “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” demiş şair. Sporların anası da ağlarmış ama bazen de gülermiş. Atletizmin güldüğü ender gecelerden biriydi. Atletizm camiası Ortaköy’de Radisson Oteli’ndeki moral yemeğinde bir araya geldi. 2003’ten beri önce Süreyya Ayhan’la ‘’sporların anası’’na destek veren Vestel, bu kez ‘’Dünya Şampiyonası’na doğru koşuyoruz” sloganıyla geldi. Atletizme gönül vermiş eski ve yeni yöneticiler, ulusal takımın atletleri ve atletizm yazarları o gecede geçmişten çok atletizmin bugününü ve yarınını konuştu. Konuşmaların odak noktasında 2008 Pekin Olimpiyatları vardı ve atletizmsever sponsorların amacı da bu olimpiyatlarda atletleri madalya alabilecek performansa ulaştırmaktı. Vestel, ENKA ve GSGM’nin kesenin ağzını açmasıyla bu amaca ulaşabilir miydik? Neden olmasın diyeceğim ama sadece dünya devleriyle bir yarı finalde bile buluşmamızın ne denli önemli olduğunu belirtmekle yetineceğim. Yemekte atletlerimiz de konuştu, onları gelecekten umutlu ve inançlı gördüm. Gerçi inançlı olmak en büyük dopingtir ama kürsüden söz etmenin şu an için bir anlamı yok. Atletizm saniyelerle, saliselerle ölçülür, 2 saniyenin arasına 99 atlet girer ama o 2 saniyenin arasına girebilmek o kadar basit ve kolay değil. Giren giriyor denilebilir elbette ki ama onun koşulları vardır. Biz ise devlet politikasından yoksun, Meclis’i dolduran polikacılarla kardeş kardeş yaşıyoruz. Kimi zaman onlar sporun içine girer kimi zaman da biz politikacılarla haşır neşir oluruz. Az gider uz gideriz, bakarız arpa boyu gitmişiz. Gece yarısına yaklaştık, konuşmaların sonu gelmedi, gelmezdi de... Çünkü sorun sporun politikasızlığıdır. Atletlerimizin spor akademilerinden başka bir yerde okuma şansı yok. Sonuçta gidecekleri nokta beden eğitimi öğretmenliği. Yeterli mi? Değil... Başka branşlara gitmek istiyorlar ama yollar kapalı. Tek yol ya eğitim ya da spor. Hem koş hem oku ama tabii ki okuyabilirsen. Atletizmin derdi çok, yazmakla bitmez. En iyisi atletleri fazla meşgul etmeyelim, bırakalım da hedefe koşsunlar... Vestel gibi büyük bir sponsor varken. Futbol adamı olmak için ömür yetmez B u hafta içinde şu anda önemli bir kulüpte çalışan ve eğitiminde çok çabamın olduğu eski öğrencim ve yardımcımın açıklaması beni oldukça şaşırttı. Uzun zamandır futbol teknik direktörlüğündeki değer yargısı adına hatırlatmalar yapmak durumunda kaldım . Ünlü teknik adam olan öğrencim diyor ki... “Eğer bir futbolcu futbolu bırakmışsa ve karakteri teknik adamlığa yatkınsa korkma, 5 gün sonra ver takımı...” Bu düşünülmeden söylenen bir cümle olarak aklımızda kalmalıdır. Oysa futbol teknik direktörlüğünün yaşı olmadığı gibi kendini sürekli yenilemek ve araştırmak gibi bir çağdaşlığa ihtiyacı vardır. Bu bir ömür devam eder ve ölene dek de sürer gider. Oturtamadığımız endüstriyel futbol içinde sömürü, reklam ve çevreye dayalı yanlışlarımız futbolumuza büyük zararlar verirken, idealist futbol adamı gerçeğine de en büyük darbeyi vurmuştur. Milyon dolarlar peşinde koşan gençlerimiz geride bıraktıkları eserleriyle övünemezlerse suçu kendilerinde aramalıdır. Gözünü sürekli dış piyasaya dikmiş hazırcı zihniyet, onları saha dışında farklı kimliklere zorlamaktadır. Oysa bizler onları çok zor şartlarda ortaya çıkardık. Futbol devrimi kendi evlatlarını yemektedir. Bu gerçeği görmeliyiz her alanda olduğu gibi. Futbol adamı olarak da başarı için bir ömür yetmez. Durmak yoktur futbol adamı için. Günün mali olanaklarıyla iletişim alanındaki kolaylıkların kendileri için az zahmet kolay bilgi getirisi herkesi futbol adamı yapmıştır adeta... Acaba bazı hastalıkların ilaçlarını bilen eczacı, tedavisi zor ve ağır hastaya yeterli olabilir mi iyi düşünmeliyiz .Sonuçta kaliteli doktora ihtiyaç vardır. İşte bugüne gelirken bizlerin yaşadıklarını öğrenme, çalışma, kabul ettirme ve başarma zorunlulukları içinde tüm yetkileri alabilirsiniz. Başarılar ve ürünleri olan sizler futbolu bırakınca 5 gün sonra futbolcu olmayı hedeflediyseniz futbolumuz bitmiştir. Zaten öyle değil mi? Yatırımlarla sonuçları gözden geçirmek en doğrusu olur. Birkaç resim ve örnek kanaatimce bilginin kazanımındaki zorluğun sonucu topluma aktarımı açısından örnektir. Bunu yeni jenerasyon bilmelidir. Benim örneğim kendime değil, elimdeki kanıtların idealist hocalar adına sizlere hatırlatmasıdır. Bizler Baba Gündüz’lere özendik. Sonra Sir Bobby Robson’lara ve Detmar Cramer’lere uzandık. Devamlı bilgilerimizi yağmur çamur, sıcak soğuk, toz toprak, yaz kış demeden binlerce gence yani sizlere fedakârca eğiterek aktardık. Hepiniz elimizden bir bir geçerken akademik, bilimsel eğitimin de öncüsü olduk. Hatta eğitime karşı gelenlere yumruğumuzu sıktık. Ve sizler varsınız, bizler de bilgilerimizle hapsedildik sanki... Çünkü meslek ayağa düştü bazı ayakçılar nedeniyle. Anlayabiliyorsanız o bile yeter bana!.. 1984 F.BAHÇE SEÇMELERİ Gerçek ve Yalan 8 0’li yıllarda önce Başbakan, sonra da Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal, küreselleşmenin ilk denemelerini ülkemizde uygulamaya koymuş... Toplumun azınlığınca alkışlanırken büyük kesimin tepkisine uğrayınca elindeki kalemi ekran başındaki izleyenlerin gözüne soka soka şunları söylemişti... ‘’Bugün tepki gösteriyorsunuz ama bu sıkıntılar size yol su elektrik olarak dönecek.’’ Daha sonra da ekliyordu... “Alışacaksınız, alışacaksınız...’’ Rahmetli haklı çıktı; vallahi de billahi de alıştık, her şeye alıştık. Susuz ve elektriksiz yaşamaya da alışacağız. Alışmak ne kelime, neredeyse göbek atacağız. Geçenlerde epostadan gelen hilesiz ,saf ve temiz ticaret yapan bir sütçü esnafının hikâyesi, toplumumuzun aynasıydı sanki... Sütçü Ahmet sabahın erken saatlerinde köyden gelen sütü güyümüne koyar; sokak sokak, ev ev dolaşırmış. Gel zaman, git zaman süt alanlar mırıldanmaya başlamış... ‘’Sütlere bir hal oldu, rengi sarımtıraklaştı. ‘’Bir süre sonra ‘’Ahmet efendi sütler koyulaştı, içine bir şeyler katıyorsun galiba’’ sesleri yükselmeye başlamış. Uzatmayalım... Sütçü Ahmet mis gibi sütünü satamaz olmuş, iflas etmiş. Bir arkadaşı Ahmet’i yanına çekmiş... “Bu millet su katılmış sütlere alışmış, gerçek sütün tadını da rengini de unutmuş. Artık inandıramazsın.’’ Toplum o hale geldi ki gerçeği yalan, yanlışı doğru sanıyor. Doğruya değil, yalana inanıyor. Peki ama bu nereye dek gidecek? Hani ‘’Yalancının mumu yatsıya kadar yanar’’ demişti eskiler. Demişlerdi ama eskiler “Minareyi çalan kılıfını da hazırlar” da demişti. Geçenlerde bir gazete, “Ananı al da git lafı AKP’nin oylarını arttırmış’’ diye başlık attı. Bu bir tespit mi yoksa varsayım mı? Gazete dediğin kamunun sesidir, gazeteci ise kendisinin bile inanmadığı bir şeyi okuruna yutturmaya kalkmayan kişidir. Bu haberde sadece AKP’nin oylarını arttırdığı doğrudur ama oyların artmasının ardındaki gerçek nedenleri sıralamak gazetecinin güneşi balçıkla sıvamaya kalkışmasına benzemiyor mu? BOBY ROBSON VE DİNÇER. İNGİLTERE FEDERASYONU DETMAR CRAMER’LE KÖLN FUTBOL AKADEMİSİNDE SPORUN VE SPORCUNUN YANINDA 15