22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C M A H M U T SPOR FUTBOL KASIM SALI OYUN TARAFTARIN (MI)? S E R T utbolda yandaşların yaptığı taşkınlıklar, şiddet içeren davranışlar, eleştirmenler tarafından “Bu savaş değil, bir oyun; keyfini çıkartmaya çalışın” uyarılarıyla karşılanır. Futbolun dinamiklerinin makine düzeni içinde uygulanması ise futbolcuların “oyundan zevk almadan işlerini yapıyorlar” eleştirisine uğrar. Gündelik yaşamda her ne kadar “yaşam bir oyundur” açılımlı felsefi yaklaşımlar söz konusuysa da, genellikle oyun kavramı bir rahatlama, gevşeme, eğlenme durumu vb. gibi algılanır ve ciddiyetin karşıtı gibi değerlendirilir. 20. yüzyılın en büyük tarihçi ve düşünürlerinden Hollandalı Johan Huizinga Homo Ludens* oyun oynayan insan adlı eserinde oyunu insanın temel özelliklerinden biri olarak ortaya koyarken, oyunciddiyet karşıtlığına karşı çıkar; çünkü oyun da çok ciddi bir şeydir. Oyun kavramını biyolojik işleviyle değil de kültürel bir olgu olarak ele alıp, kültür morfolojisine uygulanan bilimsel düşünce araçlarıyla didik didik eden Huizinga, insanın tüm yapıpetmelerinin bir anlamda uygarlığın oyunun içinden nasıl çıktığını ve geliştiğini irdelerken bu kavramın eğlendirici, rahatlatıcı vb. niteliklerine farklı bakış açısıyla derinlik kazandırıyor. Huizinga “...Oyunun zevkli yanı nedir? Bebek neden zevkten bağırır? Oyuncunun neden hırstan gözü döner, neden binlerce kişi futbol maçında çılgınlığa varan bir heyecan yaşar?” sorularını ortaya atarken, doğanın bize oyunu heyecan, sevinç ve matraklıkla verdiğine dikkati çeker. Ona göre oyunun ‘zevkli yanı’ tüm çözümlemelere veya mantıksal yorumlamalara karşı çıkar. “...Oyun hem hayvanlar alemini, hem de insanlar alemini kapsamaktadır. Bunun sonucu olarak, hiçbir rasyonel ilişki üzerinde temellendirilemez; çünkü akla dayandırılması onu insanlar alemiyle sınırlandıracaktır... Oyunun varlığı inkâr edilemez niteliktedir. Hemen hemen bütün soyut bizatihilikleri – adalet, güzellik, hakikat, zihin, tanrı inkâr etmek mümkündür. Ciddiyet de inkâr edilebilir, ama oyun asla... Oyunu kabul etmek, istense de istenmese de zihni kabul etmek demektir. Çünkü özü ne olursa olsun, oyun maddi bir şey değildir.” Huizinga’nın oyungündelik yaşam bağıntısı üzerine düşünceleri, kitlelerin futbolun peşinde koşma nedenlerine farklı bir pencere açıyor: “Oyun ‘asıl’ hayat değildir. Oyun, bu hayattan kaçarak, kendine özgü eğilimleri olan geçici bir faaliyet alanına girme bahanesi sunmaktadır... Oyun gündelik hayattan, bu hayatın işgal ettiği yer ve süreyle ayrılır... Zaman ve mekan içinde ‘sonuna kadar oynanmakta’dır... Oyun sürerken hareket, gidişgelişler, kader değişiklikleri, birbiri yerine geçmeler, bağlanmalar ve ayrılmalar görülür.” Bu saptamalar günümüz Türkiye’sinde stadyumların, daha doğrusu futbol maçı izlemenin küfür ederek boşalmaya yol açtığı görüşünün ne denli sığı olduğunun da göstergesi. Futbol oyunun belirsizliğinin yarattığı gerilimin bu şekilde –küfür ederek aşılmaya çalışılması, bizim oyun kavramına ve bunun gerilim etmenine yüklediğimiz anlamın yanlışlığının göstergesidir. Huizinga’nın da dikkati çektiği gibi gerilim oyuna belli bir etik kapsam vermektedir. Böylesi gerilimde esas olan oyuncunun fiziksel ve zihinsel gücüdür. Oyuncu bu niteliklerini beceriyle ama kurallara bağlı kalarak en üst düzeyde sergilemek zorundadır. Kısaca “Dürüstçe” oynamak gerekir ve bu çok önemlidir. F AYRI BİR DÜNYA ürüstçe oynamak ya da futbolun etik tarafı yandaşlar için acaba ne kadar önemli? Günümüzde ne yazık ki özellikle taraftarların oyunun etik yönüyle, yani kurallara bağlı kalmak, rakibe saygı duymak gibi etmenlerle ilgilendiği söylenemez. Tersine; “Vurkır parçala, bu maçı kazan” haykırışlarıyla taraftarın böyle bir kaygısı olmadığı, hemen her maçta açıkça gösterilir. Tam bu noktada “taraftarlık” kavramına yüklenen anlam önem kazanıyor. Çünkü oyunun bir özelliği de birlikte bir şeyi yaşama, önemli bir şeyi paylaşmanın getirdiği farklı olma duygusunun, oyunun sınırlı zamanının dışına taşan bir çekicilik oluşturmasıdır. Huizinga’nın benzetmesiyle “Nasıl ki şapka başa aitse, kulüp de oyuna aittir.” D Ülkemizdeki bakış açısı çerçevesinde bu benzetme; “oyun taraftarındır” biçiminde okunabilir. Gündelik yaşamın kural ve normları futbol evreninde stadyumlarda, hatta televizyon yayını yapan kahvehanelerde anlamını yitirir. Taraftar; Biz başkayız, başka türlü hareket ederiz anlayışıyla “bildik dünya”yı bir anlamda geçici olarak yok sayar. Huizinga, oyunda öteki olmanın kolaylığını maskeli baloda kılık değiştirerek, başka bir kişinin oynanmasıyla bağıntılandırır. Bu yaklaşım çerçevesinde günlük yaşamda sessiz, sakin olan bir kişinin, taraftar kimliğinde azgınlaşması belki daha anlaşılır olabilir. Ancak elbette şiddet düzeyine dek çıkan taraftar tutum ve davranışlarını tek başına oyunun kendi dinamikleriyle açıklamak çok sağlıklı olmayabilir. Çünkü toplumsal yapı içindeki farklı –ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel dinamiklerin birey ve topluluklar üzerindeki etkisinin payı azımsanmayacak önemde etkisini sürdürüyor. *Johan Huizinga, Homo Ludens, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1995. 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle