Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
C T SPOR ATLETİZM ALTERNATİF / KASIM SALI BARBAROS ÇIDAL F.Bahçe’de Tümer Mutlaka Oynamalı S Yarım asırlık büyük yarış ürk atletizminin gelmiş geçmiş en önemli isimlerinden olan Ömer Besim Koşalay, 51 yıldan bu yana kendi adına düzenlenen kır koşusuyla anılmakta. Bu yıl da 5 kasımda düzenlenecek ve artık uluslararası takvimde yer alan Ömer Besim Koşalay Kır Koşusu’yla yine anılacak. Peki Koşalay kimdir ve bu yarış nedir? Ömer Besim Koşalay, 1899 yılında İstanbul’da doğdu. Atletizme başlamadan önce bir süre güreş yaptı.1917 yılında, 52 kiloda İstanbul şampiyonu oldu. Galatasaray’da futbol oynadı. 23 yaşında atletizme başladı ve aynı yıl 1500 metre Türkiye rekorunu kırdı.13 yıl boyunca 6 ayrı mesafede 29 rekor kıran Koşalay, 1924 ve 1928 Olimpiyatları’na katıldı. Daha sonra gazetecilik ve Galatasaray yöneticiliği yaptı. 1956’da vefat etti. Ömer Besim Koşalay 1928 yılındaki 1:59.6’lık derecesiyle 800 metrede 2 dakikanın altını koşan ilk Türk atleti. Çocuk felci nedeniyle 6 yaşına kadar yürüyemeyen Ömer Besim, güreşle ilgilendiği dönemde 1917 yılında 52 kilo İstanbul şampiyonu oldu. Ardından bir süre futbol oynayan Besim, 1920’de Galatasaray A takımına kadar yükseldi. Ömer Besim, faal atletizm yaşamına başladığı 1922 yılından itibaren 29 Türkiye rekoru kırarken, 1923’te 2:14.4 ile eline geçirdiği 800 metre rekorunu beş yıl içinde 2 dakikanın altına indirdi. Aynı dönemde 400 metre rekorunu 57.8’den 51.6’ya ve 1500 metreyi ise 4:47.4’ten 4:16.0’a geliştirdi. Paris 1924 ve Amsterdam 1928 Olimpiyatlarında ülkemizi temsil etti. Atletizmi bıraktıktan sonra Galatasaray Kulübü’nde idarecilik görevini üstlenen Ömer Besim, 1933’ten ölümüne kadar çeşitli dergi ve gazetelerde spor yazarı olarak çalıştı. İlki 11 Mart 1957’de yapılan ve İlhami Koç’un kazandığı Ömer Besim Kır Koşusu, 1995’e kadar yılın ilk aylarında düzenlendi. 1994 Şubat’ındaki 38. yarışmadan sonra aynı yıl Aralık ayında bir kez daha koşulan yarışmanın yeni tarihi her yıl Kasım veya Aralık ayı olarak belirlendi. 1990’lı yıllara kadar kros sezonunun en önemli ve en saygın organizasyonu olan Ömer Besim Kır Koşusu, Türk mesafe geleneğinin zaman içinde aşınması ve yurt çapında ödüllü yol yarışmalarının yaygınlaştığı dönemde maddi destekten yoksun kalması sonucu popülaritesini kaybetti. Kazananlara verilen “Kırmızı Eşofman” ödülü yarışmanın adından çıkmış olsa da, İstanbul Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile Cumhuriyet Gazetesi tarafından gelenek devam ettirildi. Ömer Besim’in 1924 Olimpiyatları’nda yabancı sporcuların üzerinde görüp kırmızı bir numune aldığı ve “yarıştan önce bunu giyiyorlar” diyerek Türkiye’ye tanıttığı eşofman, halen sembolik yerini koruyor. ezon başından beri oynadığı futbolla kimseyi tatmin etmeyen Fenerbahçe üst üste aldığı galibiyetlerle toparlandı. Bunda Aziz Yıldırım’ın Zico ile yediği yemek ve ardından yaptığı uyarıların etkisi de var mı bilinmez ama Brezilya’lı teknik adamın kendi kendine birden değiştiğini düşünmek çok fazla iyimserlik olur. Zico inadı bırakıp takımı tek fotvete döndürdükten sonra hem savunma hemde forvet daha rahat oynamaya başladı. Önder Turacı’nın sağ kanatta Kerim gibi savunmadan habersiz olmaması Lugano ve Edu’yu rahatlattı ve sol kanada Uğur Boral’ın rekabet getirmesi Ümit Özat’ı canlandırdı. Ama asıl değişen takımın mücadele etmeye başlaması ve savaşması oldu. Appiah hala eskisi gibi cansiperane oynamasa da görevinin hücum değil savunma olduğunu biraz olsun hatırladı.Ön liberoda oynayan Aurelio ise beklemediği bir kesik yedi ve Deniz iyi oynadığı sürece de bu devam edecek gibi gözüküyor. Takımdaki taşlar yerine oturup forma şansı bulan isimler çoğalınca sahada daha derli toplu oynayan bir takım var ama hala koşmadan oynuyorlar ve bazen tempoyu çok fazla düşürüyorlar.Bu anlayışla biraz daha hızlı oynasalar Türkiye’de çok rahat ipi göğüsleyip Avrupa’da da finale kadar gidecekler. Zor da değil aslında , Alex’i bir kenara bırakırsak diğerleri daha hızlı hareket edebilecek oyuncular. Mutlaka rakip savunma yerleşmeden pozisyon bulmak zorundalar ve bunun için hızlı oynamaları şart. Deivid’in bile bu takıma fayda sağlamaya başladığı düşünülürse herşey daha güzel olacak gibi duruyor. Ama bu takımda Tümer’in olması çok önemli. Top becerisi yüksek bir ismin daha sahada olması Alex’i inanılmaz rahatlatıyor. Burada Tuncay’ı da sayarsak ofansif oynayan 3 ismin olması ise savunma açısından sorun yaratacak gibi duruyor ama Appiah eğer gol atma sevdasını ve İngiltere’den gelen teklifi unutup eskisi gibi her yere koşarak ve basarak oynarsa bu sorun doğmadan biter. Tümer’e düşen görev ise asık olan suratını artık düzeltip takımın yıldızlarından en önemlilerinden biri olduğunu hatırlaması ve ligin ilk 2 maçında olduğu gibi yürekten ve hırslı oynamasıdır. Her takım Tümer gibi bir yıldıza sahip olmak ister ama Tümer kendisiyle olan kavgasını aşabilirse başarılı olacaktır. Bu arada Fenerbahçe maçı için stada giderken başıma gelen ilginç bir olayı da anlatmak istiyorum. İstanbul’da havanın herkesi canından bezdirdiği geçen Cuma maça vapurla gitmenin tarfikten kaçmak için en iyi çözüm olacağını düşündüm. Beşiktaş’tan 19.15 vapuruyla maça ucu ucuna yetişmek için iskeleye gittim. Ama ne göreyim saat 19.25 olduğu halde vapur gelmiyordu.Nedenini ise daha sonra anladım, İstanbul’da bulunan bir ABD heyeti Boğaz gezisi yapacakmış ve onları taşıyacak tekne iskeleye yanaşacağı için bizim vapur açıkta bekletiliyormuş. Beyefendiler saat 19.30 gibi ağır hareketlerle teknelerine binip gidince biz 20 dakika rötarla vapura geçebildik.Bu nasıl bir anlayıştır ki kendi vatandaşını orada ayazda 20 dakika bekletip önceliği ABD’li heyete verebiliyorsun. New York’da çalışan feribotlarda bir Türk heyeti aynı iskeleyi kullanacak diye 20 dakika adamları bekletirler mi acaba? Ya da herhangi bir Avrupa ülkesinde bu olur mu? Başka bir yer mi kalmadı teknenin yanaşacağı? Biraz ağır olacak ama en doğru yorumu yanımdaki 6570 yaşlarındaki amca yaptı: “ Efendilerimiz önce binecekti tabii ki, bizi düşünen kim.” Ağızdan Çıkanı Kulağın Duyması Gerek T elevizyonda konuşmak zor iştir. Zor olduğu kadar da sorumluluk ister ve ağzınızdan çıkanı kulağınızın duyması gerekir. Maç anlatımında spikerler kadar yorumcular için de bunu söyleyebiliriz. Ne yazık ki önüne gelenin “yorumcu” olduğu günümüzde sadece ezbere bilgilerle bu işi götürenler revaçta. Üstelik maçlarda gevezelikleri ile kafa şişirmekle kalmayıp saçmalamaya başladılar. İsim vererek söyleyeceğim, geçtiğimiz günlerde NBA TV’de keyifle DallasSan Antonio maçını seyretmek için ekran başına geçtim ama daha maçın başında Kaan Kural’ın söyledikleri ile adeta kanım dondu. İki takım arasındaki rekabeti anlatmak için şu benzetmeyi yaptı: “Bu iki takımın arasında büyük bir rekabet vardır, aynen TürkiyeYunanistan veya FenerbahçeGalatasaray rekabeti gibi.” Vay ki vay, bu durumda hangi takımımız Yunanistan’a benzetildi acaba diye sormadan edemiyor insan. Ağız ve beyin arasındaki kısa mesafede ortada kulağın olması boşuna değildir. EPosta: barbaroscidal@kanalturk.com.tr 19