Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 HAZÎRAN 2003. SAYI898 bu ilişkinin içinde, bir anlamda kaçamayacağımız bir ilişkinin içinde tuzağa diişmiiş olduğumuzu söylemekten başka bir çözütne nasıl varabiliriz? Ashnda, "tuzağa düşmüş" sözcüğünün doğru sözcük olduğunu düşünmüyorum. Söz konusu olan bir mücadeledir, fakat iktidar ilişkilerinden söz ettiğimde benim demek istediğim şey, birbirimiz karşısında stratejikbir durumda bulunduğumuzdur. Çünkü homoseksüeliz, örneğin, yönetimle mücadele ediyoruz ve yönetim debizimle mücadele ediyor. Yönetimle uğraştığımızda, mücadele, elbette simetrik değildir, iktidar durumu aynı değildir, ama hep birlikte bu mücadeleye katılırız. Birimiz diğeri üzerinde üstünlük sağlanz ve bu durumun uzantısı alınacak tavn belirleyebilir, ötekinin tavrını ya da tavırsızlığını etkileyebilir. Demek ki, tuzağa düşmüş değiliz. Oysa, her zaman bu tür bir durumdayız. Bu demektir ki, durum değiştirme imkânına her zaman sahibiz, bu imkân her zaman mevcuttur. Kendimizi durumun dışına yerleştiremeyiz, hiçbir yerde tüm iktidar ilişkilerinden bağımsız olamayız. Fakat, durumu her zaman dönüştürebiliriz. Dolayısıyla, her zaman tuzakta olduğumuzu söylemek istemedim, tersine, her zaman özgür olduğumuzu söyledim. Kısacası, olayları dönüştürme olanağı her zaman vardır, demek istedim. Demek ki direnişi bu dinamiğin içinden çekip alabiliriz? '. I Evet. Bakuı, eğer direniş olmasaydı, iktidar ilişkileri olmazdı. Çünkü her şey basitçe bir itaat sorunu olurdu. Birey istediği şeyi yapamaz durumda olduğu andan itibaren iktidar ilişkilerini kullanmak zorun dadır. Demek ki, öncelikle direniş gelir ve süreçteki tüm güçlerin üstünde kalır; onun etkisi altında, iktidar ilişkileri değişmek zorunda kalır. Dolayısıyla," direniş" teriminin en önemli sözcük olduğunu, bu dinamiğin anahtar sözcüğü olduğunu düşünüyorum. Bir ya da iki yıl önce, bir söyleşide, insanları homoseksüel ilişkide en çok rahatsız eden şeyin, cinsel edimin kendisinden çok, normatif çerçevelere uymayan duygusal ilişkilerin gelişmekte olduğunu görme perspektifi olduğunu söylemiştiniz. Bağlar ve dostluklar öngörülmeden kurulur. tnsanları korkutan şeyin, homoseksüel ilişkilerin taşıdıkları meçhul potansiyel olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bugün beni ilgilendiren bir şey varsa, bu da dostluktur. Antikçağın ardından gelen çağlar boyunca dostluk çok önemli bir toplumsal ilişki meydanagetirdi:Bireylerin bellibirözgürlükten, bir tür tercihten (elbette sınırlı) yararlandıkları ve onlara çok yoğun duygusal ilişkiler yaşama imkânıda sağlayan toplumsal bir ilişki. Dostluğun ekonomik ve toplumsal içerimleri de vardır: Birey dostlarına yardım etmeyi öğrenmiştirvs...Ordu,bürokrasi,idare, üniversiteler, okullar vs. bu sözcüklerin günümüzde sahip oldukları anlamla bu kadar yoğun dostluklarla birlikte işleyemez. Tüm bu kurumlarda, duygusal ilişkileri azaltmak ya da asgariye indirmek için önemli bir çabanın gösterildiğinin göriilebileceği kanısındayım. Ozellikle okulların durumu böyledir. Yüzlerceküçükçocuğu kabul eden ortaokullar açıldığında sorunlarından biri, bu çocukların yalnızca cinsel ilişki içinde olmalarının değil, aynı zamanda dostluklar kurmalarının da nasıl engellenebileceğini bilmekti. Benim varsayımlarımdan biri bu işe girişirsek doğrulanacağınaeminim homoseksüelliğin on sekizinci yüzyıldan itibaren bir sorun olmaya başlamış olmasıdır. Polisle, hukuk sistemiyle sorun haline geldiğini görüyoruz. Ve eğer bu dönemde bir sorun haline, toplumsal bir sorun haline gelmişse, bunun nedeni dostluğun kaybolmuş olmasıdır. Dostluk önemli bir şeyi temsil ettiği sürece, toplumsal olarak kabul gördüğü sürece kimse erkeklerin kendi aralarında cinsel ilişkilerinin olduğunu farketmedi. Olmadığı da söylenemezdi ama, bunun önemi yoktu yalnızca. Bunun hiçbir toplumsal içerimi yoktu, bu durum kültürel olarak kabul edilmişti. Sevişmelerinin ya da sarılmalarının hiçbir önemi yoktu. Kesinlikle yoktu. Dostluk, kültürel olarak kabul edilmiş ilişki olarak bir kez ortadan kalktığında, soru soruldu: "Erkekler bir arada ne yapıyorlar?" Sorun bu anda ortaya çıktı. Günümüzde, erkekler seviştiklerinde ya da cinsel ilişkiye girdiklerindebu bir sorun olarak kavranıyor. Ashnda, haklıolduğuma eminim: Toplumsal ilişki olarak dostluğun ortadan kalkması ve homoseksüelliğin toplumsal, siyasi ve tıbbi sorun olarak ilan edilmesi aynı sürecin parçasıdır* Çeviren: IŞIK ERGÜDEN Güzel karşılaşmalar MÜŞERREF HEKİMOĞLU lginç olaylar yaşıyoruz, kimi mutsuz.kimi çokmutlu. Örneğin Sertab Erener'in başarısı. Toplumu güzel dalgalandırdı, coşkusu sona ermedi. Mutlu dalgalanmalarla kutlandı Beşiktaş'ın şampiyonluğu. Milyonlarca insan siyahbeyaz renklerde buluştu, coştu. Meydanlardalgalandı.yeşilalanlarsiyahbeyazaboyandı. Başka olaylar da var. Olümünden elli yü sonra saygıyla andığımız yazarlar, bilün adamları. Profesör Orhan Burian ölümünün 50. yılında saygıyla onurlandı kürsülerde. Elli yıl geçmiş aradan, ancak kimi olaylann güncelliği yok. Orhan Burian da kürsüsünün hakkını, ödülünü veren bir kişi! Birbilim adamı yıllar boyunca. Onu tanıyanların sayısı giderek azahyor ama kalplerde, kürsülerde bıraktığı izlem silinmiyor, dahası giderekderinleşiyor. "Yücel" Dergisidegüzel bir belge. Öyle bir belgenin boşluğu hâlâ hissediliyor. rıyla hissedince sevinç de soluyor özlem de. Kimi zaman güzel olayları değişik pencerelerde seyrediyor, geçmişe yolculuk yaparak, onyıllara, yüzyıllara dönüyorum. Ne güzel karşılaşmalar oluyor. Yaşamın vazgeçilmez güzelliğini yeniden hissediyorum bu yolculuklarda. Yenisapaklaroluşuyoryolumda.Birbiriyle zincirlenerek yaşamın gizemini yansıtıyor düşüncemde. Anılarımıbugünden yarına, önümüzdeki günlere, aylara, yıllara taşıyarak gülümsüyorum. Üzüntü, düş kırıklığı, dahası hastalık, ölüm yok artık. Insan olmanın mutluluğuyla doğruluyor, yürüyorum. Dağları aşacağıma inanıyorum. Sevgili okurlarım, size de teşekkür ediyorum. Bu son dönemde mektuplarınız,emailleriniz, telefonlarınızla beni çok mutlandırdıruz. Mesleğlmizin itici gücü burdan kaynaklanıyor bence. îlginç bir olay, kimi dosdarım Polyan Başkentin özelliği bu. Belli çevreler, belli olayları güzel yaşar. Bir ölüm, bir doğum, bir düğün, bir nişan ortak duygularla yaşanır. Daha doğrusu paylaşmanın mutluluğunu da duyar. O da bir özlem değil mi? Bu gerçeğe varınca olayların yorumu da belli bir çizgide gelişiyor. Gündemdeki sorular da olağan sayılıyor. Son günlerde sanat ve kültür dalında yaşanan olaylar ilginç şaşırtmacalara yol açtı. Bir toplum böylesine çelişkilibir yaşamı nasıl taşıyabilir diye düşünüyor, yanıtını bulamıyorum. Bir yanda vurarak, öldürerek yaşamı çarpıtanlar. Bir yanda, çarpık olayları, çizgileri görmeden doğru yolda yürüyenler. Ben de dengemi, ruh sağhğımı yitiriyorum giderek. Bir başarı, bir ödül, bir sanat olayı, bir sergi, bir konser güzel çarpıntılar duyursa da ötesi de var, arkası da var. Belki de mesleğimin özelliği bu. Olayları yalın düşünemiyor, değişik boyutla na'ya benzetir beni, beısi de benziyorum. Yaşamımın yol haritası, karanlığı geride bırakıp aydınlığa yol almak. Beni Polyanna'ya benzetenler haksız değil. Polyanna da bize benziyor belki. Yağmurdan sonra gök aydınlanıyor, yıldızlar parlıyor değil mi? Biri ötekine uçuyor, yaşamın gizemi oluşuyor o şimşekte, yeni yüdızlar geliyor dünyamıza. *** Bir telefon yeni haberler verdi şimdi. Biri de sordu. Nuri Bilge Ceylan'dan hiç söz etmedim diye uyarıyor beni. Işte yeni bir sapak. Nuri Bilge Ceylan ile karşılaşsak, konuşsak bu sayfalara neler yansır kimbilir. Ancak, belli olaylar, toplumdaki sancılar dinmeden özgürlüğü yaşamak kolay değil. Dost çevresinde bile dar açıya dönmek zorunluğu var. Bir gün her şeyi aşarız belki. Bence o günler yaklaşıyor giderek. Bir gün, bir gün daha derken ortalık güneşler içinde olacak.#