Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Haziran 2011 Cuma 362 15 ANKARA AKKARA Talât HALMAN Gölbaşı’ndaki 17 günlük doğa direnişi vadilerde devam edecek Direnişçigitti, direnişbitmedi S larda konaklattırıldılar. Kimileri vazgeçti, 30 kişiyle oturma eylemine başladılar. Ancak beraberlerindeki develerle birlikte Cumhurbaşkanlığı’nı ziyaret edemeyecekleri anlaşıldığında, yürüyüş de zorunlu olarak sona erdi. ateşler... Bundan sonra esas direniş başlayacak” diye konuştu. Kâbus Sona Eriyor mu? ‘Nesillerimiz ahmak olmasın’ Direnişçiler arasında en dikkat çeken isim ise Pervin Ana lakaplı Pervin Çoban Savran’dı. Yağmur ve Bulut adlı develeriyle Doğu Karadeniz’den yola çıkan Pervin Ana, evine dönerken de haksızlığa uğradıklarını anımsattı ve son derece düzgün Türkçesiyle ekledi: “Bir deve 40 gün susuz kalabilir ama insan kalamaz. Develerimi bunu anlatmak için getirdim. Toroslar’da bin yıldır yaşayan, devlet bütçesine elini dokundurmayan, keçilerle geçimini sağlayan insanlar artık her şeyin farkında. Kanlarımızla aldığımız bu Anadolu, para karşılığı satılamaz. Hani Cumhuriyetle yönetiliyorduk? Soruyorum yetkililere ne için yazdınız, neden okunuz bunca yıl? Mürekkep yalayarak geçirdiğiniz ömrünüzde bugün neden sorunlara çözüm bulamıyorsunuz? Biz görevimizi yaptık, devletimize, milletimize, bayrağımıza yan gözlerle bakanların karşısında durduk. Hangi biriniz, o sanal alemdeki dört köşeli cam içinde yaşayacak? Hepinize su, hava, dere, böcek, çiçek lazım. Arılar bal yapacak. Nesillerimiz de ‘ahmak’ olmasın diye doğru beslenecek. Ayrıca yemiş olduğunuz angusların nelerle beslendiğini hiç araştırdınız mı? Almış olduğumuz İsrail tohumlarının topraklarımızı nasıl bozuyor farkında mısınız?” ‘Kadın olmanın zorluğunu yaşadım’ SEVİL ARINAN A NKARA Trabzonlu Murat Sarı da “Anadolu’yu vermeyeceğiz” sloganıyla düzenlenen “Büyük Anadolu Yürüyüşü”ne katıldığında, annesi gitmesini istemediğinden kendisine küstü. Murat Sarı annesini dinlemedi ve diğer doğa direnişçileri gibi vadisini, ovasını, ormanını hidroelektrik, nükleer ve termik santrallerden korumak için yola koyuldu. Yürüyüşleri bekledikleri gibi sonuçlanmadı. Ama tipik bir Karadeniz insanı olan Sarı, ümidini kaybetmediğini “Canum anamun sağluk durumuni bile komşulardan oğrendum. Ankara’da zor bi dönemi noktaladuk. Simdu direnuşuma vadumde devam edeceum. Pizi ciddiye almayan AKP asıl direnuşu şimdu görecek” sözleriyle anlattı. “Yaşam İçin Direniş İnsiyatifi”nin başlattığı “Büyük Anadolu Yürüyüşü”nde yaklaşık 500 kişi memleketinden yola çıkarak 70 günde Ankara’ya ulaştı. Hükümet tarafından Ankara’ya sokulmadılar. Polislerin gözetiminde 17 gün Gölbaşı çıkışındaki benzinlikte, çadır Safiye Yüksek Öcal da Gölbaşı’nda günlerce nöbet tuttu. Anne olmanın verdiği içgüdüyle, yol arkadaşlarına yemekler hazırlayıp, destek oldu. “Psikolojik baskı gördük” diyen Öcal, “Konargöçer durumda yaşamaya çalıştığımız için kadın olarak sıkıntılar yaşadım. İlk günlerde tuvaletimiz olmadığı için kendimi kontrol etmem gerekti. Vücudumu sıktım. Ve bağırsaklarımda üre meydana geldi” dedi. Öcal, “Buraya her şeyi göze alıp, kızlarımı evde bırakıp geldim. Ama bu kadarı fazla geldi. Artık direniş, beldelerimizde devam edecek. Burada yaşadıklarımı da asla unutmayacağım. Gece söylenen türküler, yakılan eçim iki gün sonra bitmiş olacak. Ama, sekiz haftanerdeysealtmışgünTürkhalkı,zavallıseçmenler, bir “kâbus” yaşadı. Meydanlarda saatlerce süren, kulak tırmalayan, tüyler ürperten söylevler... İşittiklerini anlıyor mu, anlamıyor mu, söylenenlere inanıyorlar mı, inanmıyorlar mı, hiç belli olmayan kalabalıklar... Beyinsizce sallandırıldıkları için utanç duyan binlerce bayrak... Çirkin çığlıklar, hakaret haykırışları, yalan şölenleri... Alanlarda değişik isimler işitilince çekilen “yuuuhlar”, herhalde Guinness Rekorlar Kitabı’nda yer alacak. Ülkemiz nicepespayeseçimkampanyasıyaşamıştıama,buseferkihepsinin üstüne tüy dikti. Meydanlarda çınlayan, TV ekranlarını da yankılandıran bed ve berbat sesler, yıllarca kulaklarımızdan gitmeyecek. Kampanyaları milyonlarca eve taşıyan televizyonlar, özgürlüklere ve demokrasiye bazı zararlar veriyor. Aynı meydan nutku aynı anda altı kanalda baştan sona gösterilince, sonra bazı kısımları haber bültenlerinde de tekrarlanınca, izleyicilerin serbest iletişim hakkına müdahale edilmiş oluyor. Şükür Allah’a, 2011 kampanyası iki günden kısa bir süresonrasonaermişolacak.İlk fırsatta RTÜK, gelecek kampanyalarda meydan mitinglerinin altı yedi kanalda birden değil, tek bir kanalda (belki kura çekilerek ya da belirli bir sıraya konularak) kısıtlı gösterilmesini sağlamalı. Bir talihsiz durum da şu: Liderlerin söylevlerinin içeriğinde nice sözler, eleştiriler, rakamlar, öneriler vs. boyuna tekrar ediliyor. Her meydandaki halk için yeni ve taze olan söylemler, televizyonda birbirinin aynı... Ekrandaki bu tekrarlar bıktırıyor TV izleyicisini. Hem, hakaret ve iftiraları defalarca duymak istemiyor insan: “Ahlâksız”, “namert”, “alçak”, “müsvedde”, “terörist”, “bölücü”... Seçimlerden sonra birbirlerinin yüzüne nasıl bakacak bu liderler? Karşılıklı özür dilemeler, barışmalar olabilecek mi, yoksa kıyasıya kavgalar sürüp gidebilir mi? Niçin haftalardır didişme izledik? AKP’nin kazanacağını herkes bilmiyor muydu? Kaybetmesi bir mucize olmaz mıydı? Başbakan neden seçilme şansı tehlikeye düşmüş gibi davrandı? Azami ölçüde oy kazanmak için mi? Özellikle Meclis’teki çoğunluğunu367 milletvekilininüstüneçıkarmakistediğinden mi? 367’nin üstü niçin bu denli önemli? Anayasa değişikliklerinin rahatça yapılması, Başkanlık sisteminin çabuk kabul edilmesi ve RTE’nin böylelikle bir çırpıda “İmparaBaşkan” olabilmesi için mi? Böyle niyetler bir yana, kamuoyunun bazı kesimleri çeşitli endişeler içinde: Hükümete tabasbus etmeyenler cezalandırılacak mı? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzeyi tasfiye mi edilecek? Yargı sistemi bağımlı hale mi getirilecek? Cemaatlerin devletteki nüfuzu arttırılacak mı? Eğitim kurumları dinsel bir doğrultuda yeniden düzenlenecek mi? Partizan kadrolaşmanın kapsamı genişletilecek mi? Laik düzeni sarsmak, hatta değiştirmek yönünde girişimler olacak mı? Yetkililerin kişisel ve resmî sansürleri devam edecek mi? Kemalist ilkelerin yıpratılması çabaları sürecek mi? İktidar ve muhalefet arasındaki çatışmalara son verilmesi uğrunda gayret gösterilecek mi? Seçimkampanyasıdenilenkâbusbelkibittiama,toplumsal kâbus herhalde bitmedi.