Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 ELEŞTİRİ Eren AYSAN 30 Aralık 2011 Cuma 391 Shakespare Terörist miydi? 6. yüzyıl Büyük Britanya için akılla coşku, dinginlikle karışıklık, iktidar baskısıyla boşluk sarkacında gidip gelen, dönem dönem kanlı, dönem dönem de barışçıl bir zaman dilimiydi kuşkusuz. Ama bu aralıkta bile şair, yazar ve ressamlar vasıflı birer “terörist” olarak nitelendirilmemişti. Belki de onların İdris Naim Şahin gibi bir bakanlarının olmayışı bu büyük kaybı yaratıyordu! Benim anlamadığım, koskoca İngilizler nasıl olup da, üstelik deha olarak adlandırdıkları Shakespeare’in “terörist” olduğunun farkına varamadılar. Şu bizim William’ın elinde ne çakı, ne de top tüfek vardı, ama bundan daha zararlısına kağıt ve kaleme sahipti. Mesela Kısasa Kısas’ta kötülüğün ve yalanın kol gezdiği bir dünyayı imlerken, “Bazıları günahla yükselir, bazıları faziletle yere düşer” söylemiyle aslında ağır hakaret ettiği yönetici büyük olasılıkla kendini işaret ettiğini anlamamıştı! Ya da anlamazdan gelmişti. Şu İngilizler biraz alıklar herhalde, Hamlet de iktidarca pek iyi kavranamamıştı! Siyasetle ilgilenen, üniversite öğrenimi görmüş, düşlerden arınmış, alaycı Hamletimizin adını verdiği trajedide insanlar savaşmış, komplo kurmuş, birbirini öldürmüş, aşk için suç işlemiş, hatta aşk için delirmişlerdi. Yaşam ve ölüm hakkında şaşırtıcı sözler söylerken birbirlerine tuzak kurmuş, birbirlerinin tuzağına da düşmüşlerdi. Ama “kokuşmuş bir şeylerin olduğu” Danimarka’da iktidarda herkesin birbirini yediği bir ortamda, memleketi işgal edecek olan güçlü Fortinbras’ın saraya girer girmez, güç kavgası için kendi kendini zehirleyen ahaliye bakıp, “Kaldırın cesetleri, şimdi kralınız ben olacağım” demesini kimse anlayamamıştı. Acaba memlekette iktidar kavgası adına el altından bir tartışma mı vardı? Düzen mi çürümüştü? Ne münasebet! Bütün bunlar Shakespeare’in basit uydurmasıydı yalnızca. “Kılıca merhamet yakışmaz” diyen Macbeth ise zaten yasaklanmalıydı. Hırsı için öldürümlerin gücüne aldanan Kral Macbeth kendi çözümsüzlüğüne doğru ilerlerken, yöneticilerin böylesi saçma heveslere kapılması nasıl da sahnede gösterilebilirdi? Ya kızlarına hâkim olamayan Kral Lear? Sen koca ülkeyi yönet ama üç tane bacaksızın önünde durama! Bu bir yönetici için başlı başına bir rezalet değil miydi? Coriolanus faciasına hiç girmiyorum bile! Şu yazılanlara bakın: “Vatanınız için yaptıklarınızla bunu soylu bir şekilde hak ettiniz; ama pek de soylu bir şekilde hak etmediniz. Düşmanın tepesine kırbaçla, dostunkisine ise sopayla indiniz; doğrusunu isterseniz halkı, sokaktaki insanı pek sevmediniz.” Metafordan arınmış, bu kadar dosdoğru söylenen cümleler halkı tahrik bile edebilir! Hele Fırtına’da iyi yöneticileri büyülü bir adada esir alanlara ne demeli? Yazarın, hiçbir şey cehaletin vesayeti kadar acımasız olamazı Caliban üzerinden göstermesi, başlı başına halkı aşağılama değil midir? Anlaşılan o ki, memlekette edebi metinleri incelemek bir süre daha sakıncalı olacak. En iyisi okumayın bunları… Kafalar karışmasın! 1 ‘12Eylül’ün komikyüzü’ A SELDA GÜNEYSU 12 Eylül askeri darbesini hicveden ‘Bu Son Olsun’ filmi, 6 Ocak’ta sinemalarda... NKARA Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul... Kendilerine Balat semtini mesken tutmuş beş evsiz... Lakin bu evsizleri, diğerlerinden ayıran bir özellik var. Sokaklarda yaşam mücadelesi verirken, hiçbir fırsatı kaçırmamaları gibi... Hatta, karınlarını doyurmak, soğuk havalarda kendilerine bir çatı bulabilmek için dahi dönemin politik atmosferinden bile faydalanmayı biliyorlar. Bu nedenle semtin solcu gençleriyle de sağcı gençleriyle de araları çok iyi. Türk siyasi tarihine damga vuran 12 Eylül’ün silinmeyen izlerini komedi diliyle hicveden “Bu Son Olsun” adlı filmden söz ediyoruz. TBMM’nin lağvedildiği, 1961 Anayasası’nın tamamen rafa kaldırıldığı ve yüzlerce, binlerce kişinin cezaevinde işkenceye uğradığı, idam edildiği 12 Eylül darbesi dönemi, Türk sinema tarihinde de önemli yer tutuyor. Bu dönem “Ses (1986)”, “Sen Türkülerini Söyle (1986)”, “Dikenli Yol (1986)”, “Av Zamanı (1988)”, “Suyun Öte Yanı (1991)”, “Babam Askerde (1994)”, “Gülün Bittiği Yer (1998)”, “Eylül Fırtınası (1999)”, “Gönderilmemiş Mektuplar (2002)” gibi filmlerde, farklı dillerde anlatıldı. Son dönemde ise, 2005 yılında gösterime giren Çağan Irmak imzalı “Babam ve Oğlum”a, 12 Eylül’ün etkilediği bir ailenin hikâyesi konu olmuştu. Şimdi 12 Eylül’ü bu kez komedinin diliyle hicveden bir film 6 Ocak’ta gösterime giriyor. Film, “12 Eylül sabahı ordu yönetime el koyunca neler oldu”yu, evsizlerin gözünden anlatıyor. Tek gayeleri aç kalmamak 6 Ocak’ta vizyona girecek filmin konusu ise şöyle: “Kendilerine Balat semtini mesken tutmuş beş evsiz Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul’un yaşamdaki tek gayeleri karınlarını doyurmak ve en büyük tutkuları olan şaraptan bir gün olsun ayrı kalmamak. Günübirlik yaşayan bu beş kişi, gayelerine ulaşabilmek için zamanın politik atmosferinden dahi yararlanmasını biliyor. Onlarla aynı mahallede yaşayan ve sol gruplardan birine üye olan Sinan ile Lale arasındaki aşk da filmin öyküsünün başka bir parçası. Sokaklarda başlayan öykü, bir dizi yanlışlıklar komedisi sonucu evsiz karakterlerin kendilerini siyasi mahkumlarla birlikte aynı cezaevinde bulmasıyla devam ediyor.” “Birinin cehennemi bir başkasının cenneti olabilir mi?” görüşünden yola çıkarak Orçun Benli’nin Şükrü Üçpınar’la senaryosunu yazdığı filmin müzikleri Moğollar Grubu’nun kurucularından “Selvi Boylum Al Yazmalım” film müziğinin de bestecisi Cahit Berkay’ın imzasını taşıyor. İlkkez dörtduvar arasında Filmin çatışma unsuru ise sözü edilen beş evsizin, bir dizi yanlış anlaşılmalar sonucu kendilerini cezaevinde bulmasıyla örülmüş. Böylece de beş evsiz, yaşamlarında ilk kez kapısı penceresi olan bir yatağa, üç öğün sıcak yemeğe sahip oluyorlar. Ancak cezaevinde evsizleri bekleyen bir sürpriz var: Cezaevi yönetimi arasındaki güç savaşı. Filmin yönetmeni Orçun Benli’ye göre de filmi “komik” yapan usur da tam bu noktada başlıyor. Benli, 12 Eylül döneminin “bir kez de farklı bir dille, komedinin diliyle izlenmesinden yana.” Bu nedenle de film için “12 Eylül hiç bu kadar komik olmamıştı! Lakin bu son olsun” yorumunu yapıyor. Filmin oyuncu kadrosunda da tanıdık isimler yer alıyor. Hazal Kaya, Mustafa Uzunyılmaz, Orhan Ekşin, Volga Sorgu, Ferit Kaya, Ufuk Bayraktar, Engin Altan Düzyatan, Serdar Orçin, Eray Özbal, Ciguli gibi...