Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 299/26 Mart 2010 ANKARA ANKARA Talât HALMAN nkaramız futbol özürlü bir kent... Yarım yüzyıllık bir sürede, tek bir şampiyonluk kazanamamış olmasını akıl almıyor. Nüfusta ikinci en büyük şehrimiz olan başkent, nasıl olur da Trabzon’dan, İzmir’den, Bursa’dan, Kayseri’den, Eskişehir’den, Antalya’dan, Gaziantep’ten geri kalır? Şu anda Gençlerbirliği ile Ankaragücü “Süperlig”de bunların ya altında ya yakınında. Ankaraspor’un hâlini ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Niçin Ankara takımları böyle bocalıyor? Nüfusu beş milyona tırmanmakta olan bir başkent, seksen yıldan uzun futbol geleneğine rağmen, niye bu kadar âciz? Ankara’nın “futbol ruhu” zayıf, “futbol şevki cılız”. Üstelik, başkenti yönetenlerin “futbol sevgisi” yok gibi. İhmal ve umursamazlığın pençesindeler. Bunun bir kanıtı, Ankaraspor’u göz göre göre hırpalamış olmalarıdır. Belki de en acı kanıtı, 19 Mayıs Stadı’nın perişan durumu. Bayındırlık ve İskân İl Müdürlüğü’nün yaptığı resmî saptamalara göre, gerekli bakım ve onarım gerçekleşmeden maç oynanmamalı orada. Hazırlanan rapor, yapısal AKKARA Ankara Futbolu çürük ve kırıklara, çatlaklara, çökme tehlikelerine dikkat çekiyor. Anlaşılan, bütün bunlar Futbol Federasyonu’nun da pek umurunda değil. Maçlar, kelle koltukta devam ediyor. Gençlik ve Spor Genel Müdürü’nün Ocak 2010’da verdiği bir müjde var: 19 Mayıs Stadı tümüyle yıkılarak, yerine tam teçhizatlı, modern, her bakımdan elverişli büyük bir stadyum yapılacakmış. Umarız, doğru çıkar. 50 bin kişilik olacakmış bu stadyum. İnşaat bu yıl başlayabilirmiş. Gelgelelim, 19 Mayıs yıkılacağına göre, demek ki birkaç yıl Ankara, futbolda yersizlik çekecek. Yeni stad, başka bir yerde inşa edilse, 19 Mayıs da süratle onarılsa daha iyi olmaz mı? Bir de, Ankara’da futbolun güçlendirilmesi için önemli iki çare düşünülmeli. Bazı büyük ülkelerde önemsenen sporlarda eleman yetiştirme işlevini liseler, kolejler, üniversiteler üstlenir. Örneğin, ABD’de basketbol ve futbolu highschool’lar ve kolejler besler. Ankara, böyle bir modeli uygulamak için ideal bir kenttir. Birkaç yüz lisesi ve A koleji vardır, 10 tane üniversitesi. Ve bunların hepsi derli toplu bir alan içerisindedir. Spor karşılaşmalarını, uzun yollar gitmeksizin yapabilirler. Maçlarını izlemek taraftarları için de kolay olacaktır. İki kuruluş, verimli bir futbol ortamı yaratabilecektir: 1 Liselerarası Lig (LAL) 2 Yükseköğretim Ligi (YÖL) Ben bu iki ligin başkent futbolunu güçlendireceğine inanıyorum. Liselerimizden ve üniversitelerimizden sağlam oyuncular çıkacağını, bazılarının profesyonel takımlara katılacağını, kimisinin millî takıma gireceğini bekleyebiliriz. Meram edersek Ankara futbolunu güçlendirebileceğimize iyimser gözle bakabiliriz. Sıkıntıdan Ölmek eçim sıkıntısı, toplumumuzun yaman baş belâlarından biri. Milyonlarca insanımızı öldüresiye sarsıyor, canından bezdiriyor. Ama, geçim sıkıntısından ölen vatandaşlarımızın sayısı, neyse ki, yüksek değil. Biz tahammüllü, tevekküllü bir ulusuz. Katlanmayı iyi biliyoruz, mükemmel beceriyoruz. Aile dayanışmamız sayesinde, komşunun komşuya yardımıyla, mahalleler ve köyler içindeki tesanütle. Başka toplumların çoğundan üstünüz bu bakımdan. Gelgelelim, can sıkıntısından can verenlerimiz kalabalık bir kitle olsa gerek. “Offf, canım sıkılıyor!” diye patlamak üzere olan insanlarımızın sayısını düşünmek bile yüreğe korku veriyor. Herhalde daha önceki dönemlerde, can sıkıntısından ölmek, çok daha vahim ve yaygın bir sorundu. Televizyon, CD, Video, DVD gibi kolay, ucuz, bol “eviçi” eğlence, dinleti, izlence malzemesi, bazı canları sıkıntıdan kurtarmayı sağlıyor artık. Bunların kimisi belki zevksiz, çirkin, ruh ve akıl sağlığına zararlı ama, hiç değilse, müşkülpesent olmayanların can sıkıntısından patla G T masını engelliyor. Londra Üniversitesi’nde ilginç bir araştırma yapılmış. 25 yıllık bir süre boyunca, 7 binden fazla devlet memuru izlemeye alınmış. 35 ile 55 yaş arasındaki bu insanlardan “can sıkıntısı” çektiğini söyleyenlerin erken ölme riskinin yüzde 40’tan daha fazla olduğu saptanmış. Yaşamdan zevk alanlara kıyasla “sıkılanlar”da kalp krizinden ya da felçten ölme ihtimali daha yüksekmiş. 55 yaşını geçmiş olanlarda, emeklilerde, çalışmayanlarda bu olumsuz orantılar, kimbilir, ne kadar yüksektir? Erken emeklilik, belki de, erken ölüme giden kestirme bir yol. Âtıl kalanlar, işsiz güçsüz oturanlar, kendilerini can sıkıntısına mahkum edenler, ecele davet çıkarıyor. Bence can sıkıntısından, amaçsızlık ve beyhudelikten ölmemenin çaresi, en ileri yaşlarda bile başka insanlara, topluma, doğaya, insanlığa yararlı olacak çalışmalar yapmaktır. “Hayır işi” denilen çabalardır bunlar, toplum hizmetleri, yardımseverlik... Pineklemek, can sıkıntısı yaratır; can sıkıntısı erken ölüme götürür. Hayır işleri, insanı dinç tutar, uzun yaşatır. Sergiler/Fuarlar Albümü ÜYAP ile Tarih Vakfı olağanüstü ilginç ve güzel bir kitap yayımladı: Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi. Enfes resimler, fotoğraflar, afişler ve türlü çeşit görsel malzemeyle canlandıran bu kültür tarihi eserini Gökhan Akçura, alkışlanacak bir özen ve yetkinlikle hazırlamış. Hem yurtiçindeki sergilerimizin, hem yurtdışında katıldıklarımızın tarihi bu: 1851 Londra, 1855 Paris, 1862 İkinci Londra, 1873 Viyana, 1889 Paris, 1893 Şikago, 1900 Paris, 1939 New York sergileri... Cumhuriyet döneminin yerli mallar sergileri, İzmir Enternasyonal Fuarı, Ankara Sergievi, İstanbul Sergisi, Anadolu Fuarları da çok güzel anlatılıyor. En göz alıcı bir bölümde, vapur sergileri var: Cumhuriyetin ruhunu, sanatlarını, ürünlerini, ilerici insanlarını Avrupa limanlarına tanıtmak için, üç aya yakın süren bir gezici sergi. “Karadeniz” Gemisi’yle. Ne kadar ilginçtir ki seyyar sergide, 47 kişilik Riyaseti Cumhur Orkestrası da görev almıştı, uğranılan limanlarda konserler sunuyordu. 1953’te Akdeniz gezisi yapan “Tarsus” Gemisi, 1954 yazında Amerika’ya seyyar sergi götürdü. Sergilerle fuarlar, Türkiye’nin tanıtılmasında çok yararlı bir rol oynadığı kadar, Anadolu şehirlerindeki etkinliklerle sanayi ve ticarete hizmetleriyle ülke kalkınmasına da büyük katkılarda bulundu. Bu önemli tarihin özenli panoraması, TÜYAPTarih Vakfı’nın yayımladığı Gökhan Akçura eseriyle yaşatılıyor. TALÂT HALMAN YURTDIŞI YOLCULUĞU DOLAYISIYLA YAZILARINA ÜÇ HAFTA ARA VERECEKTİR. 19