17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 264/24 Temmuz 2009 ANKARA ANKARA Talât HALMAN AKKARA Elçilere Zeval RT 2’de pazar günleri nefis bir program yayınlanıyor (bazen pazartesi sabahı tekrar ediliyor): İlginç, sürükleyici, aydınlık, öğretici... Çok akıllı bir hanım, Cansu Çamlıbel hazırlayıp sunuyor. Tadına doyum olmaz bir dizi söyleşi – her hafta başka bir emekli büyükelçi ile. Dizinin başlığı “Elçiye zeval olmaz.” Dilimizde eski bir deyim ve isabetli bir kavramdır bu. Devletler hukukunda da yerleşmiş bir ilkedir – elçi, taşıdığı haber ve yaptığı beyanlardan sorumlu tutulmamalı, resmî haysiyeti ve kişisel güvenliği korunmalıdır. TRT programlarında konuk edilen emekli büyükelçilerimizin hepsi akıllı, bilgili, nazik, zarif, güleryüzlü, anlayışlı, olgun ve iyi niyetli... İftihar ediyor insan bu üstün değerli diplomatlarımızla. Ne güzel konuşuyorlar. Her biri, ikiüç yabancı dilin ustası... Ama Türkçeciler hiç merak etmesin: Başka dilleri iyi öğrenmiş olmak, hiçbirisinin anadilini bozmamış. Türkçeyi rahat, renkli, rasyonel konuşuyorlar. Belli ki devletimizi, milletimizi dört bucak yedi iklimde mü T kemmel temsil etmişler. Hem dünya sorunlarını, hem ülkemizin sıkıntılarını çok berrak görüyorlar. Ben, ne yazık ki, dizideki bazı söyleyişleri kaçırdım, izleyemedim. Gördüklerim arasında; Kaya Toperi, Faruk Loğoğlu, Bilâl Şimşir, Reşat Arın, Sönmez Köksal, eski Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu var. Daha kimbilir kaç emekli büyükelçimizi dinlemek zevki bize kısmet olacak... Çok başarılı bir büyükelçi olduğu kadar önemli bir tarihçi de olan Dr. Bilâl Şimşir, kendi söyleşisinde can alıcı bir eleştiri / öneride bulundu. 1970’li ve 1980’li yıllarda 41 diplomatımız, suikastlara uğrayarak şehit edilmişti. Bunların çoğu seçkin büyükelçilerdi. Yasını tuttuğumuz diplomatlar: Mehmet Baydar, Bahadır Denir, Daniş Tunalıgil, İsmail Erez, Orhan Gündüz, Taha Carım, Beşir Balcıoğlu, Şarık Arıyak, Kemal Arıkan, Galip Balkar ve BM İnsan Hakları Genel Müdürü Evner Ergun... Ayrıca bazı eşler ve kızlar oğullar, ataşeler, idari personel, güvenlik görevlileri... Hepsi gönlümüzde, aklımızda gömülü. Ama, onları anmak için anıt yok, tören yapılmıyor. Birkaçının adı, Dışişleri Bakanlığı’nın salonlarına, odalarına verildi, o kadar. Şehit diplomatlarımızı doğru düzgün anmak uğrunda anlamlı etkinlikler yapamayacak mıyız? Niçin “nisyan ile malul”üz? Böyle ihmale, belleksizliğe isyan ediyor insan. Vatanları için canlarını veren o değerlerin hiç değilse isimlerini yaşatacak bir şeyler yapmaktan niçin âciz kalıyoruz? Sayın Bilâl Şimşir, duyarlıkla anıyor, milletçe anmamızı istiyor, kurban giden diplomatlarımızı unutulmaktan kurtarmamızın zorunlu bir vefa borcu, bir vicdani görev olduğunu hatırlatıyor. Felaket Plaket? Ü Rektörlere Çağrı ence modern Türk mimarisinin şaheserlerinden biri (21. yüzyıl binalarımızın arasında şimdiye kadar birincisi) Konya Adalet Sarayı’dır. Selçuklu sanatlarının günümüze uyarlanmasında olağanüstü bir başarıdır bu. Nerdeyse bir yıl önce ilk zaferlerini kazanmaya başlayan yaratıcı bir türün dört başı mamur bir çağdaş uyarlaması. Mimar Ömer Kuşhan ile mimar Güray Otyam, Ülgen Mimarlık tarafından çizimi gerçekleştirilen bir mükemmel proje yaratmış. Hem geleneksel estetiğe sadık, hem en olumlu anlamda modern. Bir güzellik anıtı. Ülkemiz için düşünülebilecek en göz ve gönül okşayıcı bir cephe. Türkiyemiz için ideal bir sentez. Ne yazık ki, genelde, Selçuklu ve Osmanlı mimarimizin en görkemli yapıtlarından uyarlama yapmakta sönük kalıyoruz. Başarılı estetik uyarlamalarımız tek tük. Avangart çığır açacak binalarımız yok gibi. Üniversiteler, bu bakımdan, varlık gösteremiyor. Oysa, bize benzeyen ve benzemeyen bazı ülkeler, mimaride gerek geleneksel değerlerden yararlanma, gerek en cesur yeni üsluplar denemek bakımından, bizden ileri. ABD’nin Princeton Üniversitesi, 50 yıldan uzun bir süre önce, Japon mimar Yamasaki’ye olağanüstü güzel bir bina yaptırmıştı: Woodrow Wilson School. Yamasaki, klasik Hint mimarisi üslubunda bir eser yarattı. Nefes kesici güzelliktedir. Princeton kampüsünün eski İngiliz üniversitelerindeki binaları andıran üslubu ile de uyum sağlayabilmiş olan enfes bir yapıdır. B Şimdi ülkemizde düzinelerle yeni üniversite, kuruluş veya inşaat aşamasındadır. Gönül ister ki, hiç değilse, bunlardan bazıları, ya geleneksel mimarimizin değerlerini benimsesin ya da en ileri modern mimarlık üsluplarına yönelsin. Her ikisini aynı kampusta bir arada uygulamak bile düşünülebilir. Yeter ki yeni üniversitelerimizin mimari yönünden de ilginç ve yaratıcı bir kişiliği olsun. Yeni kurucu rektörlere bir çağrıdır bu: Alelade yapılar dikmektense fevkalade eserler yaratın. Üniversitenize bir ayrıcalık ve üstünlük sağlayın. Rektör olarak adınız her zaman hayranlıkla ve minnetle anılsın. lkemizin acayip tutkularından biri, plakettir desek yanlış olmaz. Her Allahın günü, her ilde, her törende bol bol plaket veriliyor – ben diyeyim yüzlerce, siz deyin binlerce. Bir rahmetli devlet adamımız vardı, herhangi bir toplantıya katılmak ya da konuşma yapmak için, önceden plaket vaadi alırmış. Bir devlet başkanı, “Bu plaketlerin hepsini saklamak için, ayrı bir evim olmalı” demiş. Şöyle yakınanlar vardır: “Onlara bunca yardımda bulundum, bana bir plaket vermediler!” Fesüphanallah, nedir bu plaket merakı? Birçoklarının evinde kutu kutu birikiyor, yerden tavana kadar yükseliyor. Nice evler, plaketzede oldu bu yüzden. Gösteriş meraklılarının duvarları, resim ve fotoğraflarla değil, plaketlerle kaplı boydan boya. Bilmem, egosunu beslemek isteyenler, plaketleri kutulardan çıkarıp okşuyorlar mı, ya da duvarlarındakileri birer birer gözden geçiriyorlar mı? Ben yıllardır esef ediyorum plaket furyasına. Nahak yere yapılan bir harcama diye düşünüyorum da ondan. Belki yanılıyorum. Plaket endüstrisi mazur görsün beni. İsrafla mücadele dernekleri de plaket veriyor mu acaba? Plaketin kendisi bir israf değil mi? Acayip bir nesne şu plaket. Atamazsın, satamazsın. Bir anlık değeri var, uzun sürede neye yarar? Plaket yapanlar ve satanlar bağışlasınlar beni, ama şöyle bir önerim var “plaket memleket”e: Hizmette bulunarak armağan hak edenlere – plaket verilmese de– onların seçtiği saygın (gerçekten hayırlı) bir hayır derneğine onlar adına, plaket için yapılacak harcamanın karşılığında bağış yapılsa... Kutulara gömülecek ya da duvarlarda asılı ve ölü kalacak plaketler yerine, yararlı çalışmalar desteklense iyi olmaz mı? 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle