Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 257/5 Haziran 2009 bamı kan davalımız. Yetim büyüdüm ben. Annem babamın ölüşünü anlattı masal diye. Kulağıma babamın ağıdını fısıldadı ninni diye. Hep intikam yeminleri ettirdi. Babamın tek oğlu olduğum için bana düşermiş intikamını almak. Her gün tekrarlanırdı intikam yemini... Askere gittim sonra. İçime bir korku düşmüştü. Cana kıymak başkasını da yetim bırakmak acılarımı onlara da yaşatmak. Döndüm sonra askerden. Her gün dua ederdim çıkmasın o adam hapisten. Ben ikna edene kadar anamı, dedemi, amcalarımı çıkmasın uzak dursun köyden... Döndüğümde öğrendim ben gider gitmez gelmiş köye. Evlenmiş. Bir de oğlu olmuş. Adımımı atar atmaz köye anam verdi babamın silahını belime. ‘Öldür onu’ dedi. ‘Yaşatma’ ‘Babanın katilini yaşatma’ Anlatamadım derdimi. Nasıl kıyardım bir cana? Nasıl yetim bırakırdım bir bebeği hiçbir suçu yokken? Ben kötü bir insan mıydım? Dayanamadım anamın laflarına, söylediklerine, hakaretlerine. Aldım babamın silahını girdim evine kanlımın. Dayadım silahımı alnına. Tetiği çekmek üzereyim. Bir bebek ağlaması başladı o anda. Allak bullak oldu beynim. Karısı geldi içeriye. ‘Tek bir şey söyleyeceğim sana. Babanı öldürdü yetim bıraktı seni. Ama çekti cezasını. Onca yıl hapiste. Tamam öldür onu, peki bu masumun suçu ne? Sen yetimsin. Babasız büyümüşsün. Kim baktı sana baban öldüğünde? Dayıların mı amcaların mı? Az mı dayak yedin onlardan? Az mı çalıştırdılar seni dinlendirmeden? Sen bilirsin babasızlık nedir. Yetimlik nedir. Nasıl kıyarsın bu masum yavruya?’ Kadın haklıydı. Baba hasreti çektim yıllarca. Amcamın dayımın sürüsünü otlattım. Onlara çalıştım yıllarca. Yetimliğin acısı hep boynumdaydı. Nereye gitsem bırakmadı beni. Öyle konuşunca çaresiz kadın, indirdim silahımı vazgeçtim. Döndüm evime. Annem gurur duymuş benimle. Anlatmış durmuş, övünmüş. Oğlum aldı intikamımızı diye. Anlayınca öldürmediğimi geldi yüzüme tükürdü. Bir daha konuştu ikna etmeye çalıştı. Nasıl öldürebilirim ben bir insanı? Yetim biri nasıl izin verir bir bebeğin yetim kalmasına? Kaçtım köyden. Amcam dayım öldürmek istiyorlar beni. Yüzünü yere düşürmüşüm ailenin. Adına kara sürmüşüm. Köyde kimse yüzüme bakmaz olmuştu. Herkes sırt çevirmişti bana. Kaçtım köyümden. Geldim buralara. Hâlâ iz sürmekte amcam, dayım. Yaşamayı hak etmiyormuşum. Ölsem de değişen bir şey olmazmış...” sözlerle. Maviş onun için bir eğlence değlidi ki. Seviyordu onu. Dünyadaki her şeyden, kendi canından bile çok seviyordu onu. Maviş’i yavaşça çimenlere yatırdı ve geri döndü. “Hadi vurun bana da. Canımı yakın, dövün beni de. Ancak o zavallıya yeter gücünüz. Neden durdunuz, vursanıza?” Gençlerden biri davranmıştı. Tam indirecekken havada yakaladı sopayı ve aldı elinden. Onlar nasıl vurduysa Maviş’e, Sinan da öyle vurdu. Acımadı. Yaşlı adam bayıldı ve gençler onu da alıp kaçtılar. Yaşamasını bile istemiyorlar Hemen Maviş’in yanına koştu. Kucağına alıp kulübesine götürdü onu. Yaralarını sardı. Uyanmasını bekledi. Ahmet ve annesi de oradaydı. Ağlıyordu annesi durmadan. “Ne istediler şu garipten? Yaşamasını bile istemiyorlar. Annesinin babasının yaptığını bu garip çekiyor. Hiç suçu yokken itilip kakılıyor. İyi kalpli oğlum benim. Sen olmasaydın öldürürlerdi bu garibi.” “Ne kadar da kolay. Bir suçlu bulmak ve onu durmadan itip kakmak. Yaşamın sıkıntısını çıkarıyorlar bu kızdan. Dilsiz konuşamaz, anlatamaz derdini, kimse de anlamaya çalışmaz zaten. Annesi Emine babası da Vasili çünkü. Günahkâr bu yüzden. Yaşamayı bile hak etmiyor.” Maviş uyanmıyordu. Adeta uyumak ve uyanmamak istiyordu. Sabah Sinan girince içeri sessiz sessiz ağladığını gördü. Elinden tutup kaldırdı. Dışarıya çıkardı. Kumların üzerine oturttu. “Buradan bir yere ayrılma sen. Hemen geliyorum. Bak Ahmet burada, annesi yanında. Tamam mı?” Maviş bırakmadı ellerini. Adeta “Beni bırakma” diyordu. Sen yokken kırarlar beni incitirler. Sinan ellerini çekti yavaşça ve hızla uzaklaştı. Döndüğünde elleri paketlerle doluydu. Bir sürü yiyecek satın almıştı. Sandala yükledi onu. Emine ile Vasili’nin kaçtığı sandala... “Gidiyoruz biz. Her şey için sağ ol arkadaş. Hakkını helal et ana” dedi Sinan. Elleri kenetlenmişti Ahmet’le. “İyi bak Maviş kızıma. Gitme demek isterdim. Ama yaşatamazlar sizi burada. Rahat yüzü göstermezler şu el kadar toprakta. Gidin mutlu olun...” Sandala bindiler. Güneş batmak üzereydi. Deniz yine bir yuva veriyordu güneşe. Güneş de ona muhteşem kızıllığını. Bu iki yuvasız kuş da sığındılar denizin koynuna. Ahmet, annesi bir de martılar gelmişti onları uğurlamaya. El sallayıp onlara, sığındılar denizin enginliğine... Sığındılar birbirlerinin sıcak nefesine... uzakta bir yaşam düşünemiyordu. Maviş de seviyordu. Gözlerinden anlaşılıyordu her şey. Sinan’ı görünce bir ışıltı gelip oturuyordu gözbebeklerine. O da seviyordu. Yine pazar kurulmuş, insanların sesi yankılanıyordu boşlukta. Onları dinleyerek yürüdü Sinan. Mutluydu. Sevdiği onu bekliyordu. Heyecanlı adımları hızlanmıştı. Düşünürken beyni ayakları istemsiz olarak yürüyor, onu cennetine götürüyordu. Pazar yerinde bir kalabalık vardı. Anlayamadı neler olduğunu. “Herhalde kavga ediyorlar. İnsan neden kavga eder ki? Böylesine güzel bir günde.” Kavga edenleri ayırmak için karıştı kalabalığa. Dört tane genç, bir de ak sakallı ihtiyar. Bir çember oluşturmuşlar, ortada ise garip bir kuş. Vuruyorlar durmadan. Küfrediyorlar... Sabahtan beri damarlarına sığamayan kanı dondu kaldı. Her indirişlerinde soparalır canı acıyordu Sinan’ın. Aralarına girdi. Gövdesini siper etti Maviş’in vücuduna. Eli yüzü kan içinde ağlıyordu Maviş. Bağırmaya başladı Sinan: “Ne istiyorsunuz bu garipten? Ne yaptı size? Acımasız mısınız siz? Yeter artık gidin!” Bir an durdular. Bu yabancıdan çekiniyorlardı. İhtiyar başladı konuşmaya: “Uğursuzun tekidir O. Annesi gibi. Git diyoruz gitmiyor. Kovuyoruz geri geliyor. Belki anlar bu dayaktan sonra gitmesi gerektiğini.” İçi nefret doldu Tekrar baktı kalabalığa. Nefret dolmuştu içi. Yanında ağlıyordu Maviş. Kanıyordu yüzü, elleri. Üstü başı yırtılmıştı. Titriyordu. Sıkı sıkı sarılmıştı Sinan’ın kollarına. “Koru beni. İzin verme onlara. Canım acıyor” der gibiydi. Daha fazla dayanamadı titreyen bacakları. Bayıldı, yığılıverdi olduğu yere. Minik bir yaralı kuş misali serildi toprağın üstüne. Sinan kucağına aldı bir çırpıda, yürümeye başladı. “O iki günahkârın kızı. Babası Rum, anası O......... teki. Neden savunuyorsun onu? Kaybetmekten mi korkuyorsun eğlenceni?” Sinirlenmiş olan Sinan çileden çıktı bu Sessizce veda etti Gece kavuşmuştu Sinan anlatırken. Sessizce veda etti Maviş’e gözleri ile. İyi geceler diledi ve döndü kulübeye. Bahçedeki tahta sandalyeye oturdu, ellerini dayadı masaya. Düşündü sabaha kadar. Uyumak istemiyordu. Düşünmek istiyordu. Sadece o mavi gök gözleri... Aradan günler geçmişti. Artık iyice bağlanmıştı Sinan. Yeni bir nefesti o hayatında. Ilık bir rüzgârdı yangının ortasında esen. Öylesine bağlanmıştı ki ona, ondan Melisa ÜNALAN Gazetemiz tarafından Çocuk ve Gençlik Günleri kapsamında düzenlenen yarışmada ikinci olan öykü 13