Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 257/5 Haziran 2009 GazetemiztarafındanÇocukveGençlikGünleri kapsamındadüzenlenenyarışmadaikinciolanşiir GaripKuşlar “MAvİş Kız hiç konuşmaz mısın sen? Neden böyle oturup duruyorsun söylesene bir şeyler. Dilsiz mi kaldın yoksa? Cevap versene kaç para bu ekmekler” dedi genç, kavruk tenli, siyah kocaman gözlü bir delikanlı. “Delikanlı konuşmaz bu kız, dilsizdir. Ne istemiştin söyle ben yardım edeyim sana” dedi saçı sakalı ağarmış bir ihtiyar adam. “Ekmek aldım amca iki tane. Kaç para bunlar” dedi delikanlı, buğulanmıştı gözleri. Canı sıkılmıştı, söylediği sözlere. Daha neler söyleyecekti? Nasıl devam edecekti kim bilir... Bu yaşlı adam da gelmese büsbütün kıracaktı zavallı kızı... “İki lira yeter oğlum” dedi yaşlı adam babacan bir tavırla. Sanki pişmanlığını anlamış, teselli ediyordu bakışlarıyla. Yüreği burkulan delikanlı, gazeteye sarılı ekmekleri aldı ve yürümeye başladı. Aklı orada kalmıştı, pazar yerinde. Uzaklaşırken kulaklarında uğuldadı yaşlı adamın soğuk sesi: “Allah yüzüne baktı yine gördün mü? Eee bilmeyince insan, yabancı olunca kasabaya alışveriş ediyor senden. Oysa bilse senin nasıl bir şeytan olduğunu alır mıydı o ekmekleri? Hadi git artık kümesine. Bak kalmadı satacak bir şeyin. Daha fazla kaçırma bereketini pazarın.” Delikanlı uzaklaştıkça azalıyordu kulaklarında uğuldayan ses. Ama bu kadarcık konuşmadan bile anlamıştı ihtiyarın Maviş Kız’ı sevmediğini. Kaldığı kulübeye vardığında uyur buldu arkadaşı Ahmet’i. Ses etmeden küçük mutfağa geçti. Aldıklarını yere koydu. Akşam yemeğini hazırlamaya koyuldu. İçini garip bir duygu sarmıştı. Bir parça da hüzün. Söyledikleri hâlâ aklındaydı ve oturmuştu yüreğine bir taş misali. Nasıl da üzmüştü kızı. Ama bilmiyordu ki dilsiz olduğunu. Bilse söyler miydi öyle? Üzer miydi onu. Derin düşüncelere dalmış, yargılarken kendini Ahmet uyanmış onu seyrediyordu. Bir tokat patlattı ensesine. Sinan sıçrayınca o da korktu... “Ne seni böyle düşündüren? Ölüm korkusu mu düştü yoksa yüreğine?” “Ölüm korkusu mu? Ölmekten korksaydım burada olmazdım. Kanlımı çoktan öldürmüş vicdan azabı ile kıvranıyor olurdum hapishanede” dedi. Alınmıştı. Belki de arkadaşının onu bir korkak olarak görmesine üzülmüştü. “Bilirim Sinan korkmazsın hiçbir şeyden sen. Şaka yapmak istemiştim sadece. Nedir seni böyle düşündüren, canın neye sıkıldı senin?” dedi Ahmet. Mahcup olmuştu söylediklerine. Yaptığı şakanın Sinan’ı üzeceğini hiç düşünmemişti. “Pazarda bir kızla karşılaştım. Ekmek aldım ondan. Konuşamıyormuş meğer. Soruma cevap vermeyince ‘Dilsiz mi kaldın neden susuyorsun?’ dedim. İçimde büyüdü söylediklerim. Üzüldüm garibin haline. Neden öyle dedim ki ben?” kendini alışkındır o hakarete, itilip kakılmaya. Üzülmemiştir senin sözlerine. Takma kafana”. Arkadaşına üzüntüsünün anlamsızlığını anlatmaya çalışıyordu Ahmet.. “Neden? Nasıl alışkındır itilip kakılmaya?” Pazardaki ihtiyarın sözleri de takılmıştı akılna: “Git artık daha fazla kaçırma pazarın bereketini...” “Maviş’i kimse sevmez köyde. Hiç kimse konuşmaz onunla. Yokmuş gibi davranır insanlar. Ben, annem, ninemin dışında kimsesi yok onun.” “Neden peki? Anlatsana...” “İstenmeyen bir evlilikten doğduğu için. Bundan yıllar önce, çok güzel bir kız yaşarmış köyde; Emine. Maviş’in annesi. Köyde ondan güzel kız yokmuş. Ben hatırlamıyorum olanları. Küçükmüşüm o zaman ikiüç yaşlarında, hatırlamıyorum Emine’yi. Annemin, ninemin anlattığına göre köyün en zengini Arif istemiş Emine’yi. Hasta annesi, amcaları da vermişler Emine’ye hiç sormadan. Düğün dernek kurulmuş, yemekler pişmiş. Öylesine bir eğlence ki herkes köy meydanında. Çoluk çocuk, yaşlı genç hepsi yiyip içiyor, halaylar çekiyor durmadan eğleniyormuş. Yalnız bir kişi bakıp bakıp meydana ağlıyormuş. İçin için ağlıyormuş. En sevdiğini toprağa vermiş gibi. Meğer Emine’nin sevdiği başka biri varmış. Kimsesiz bir balıkçı. Karşı kıyıdan gelmiş bir Rum balıkçı. Bu yüzden evlenmek istemezmiş Arif’le. Arif köyün en zengini. Herkes onun sözünü dinler, O ne isterse yaparmış. Ne de olsa en zengin, köyün en varlıklısı. Kim paraya sıkışsa hemen onun kapısına gidermiş. Balıkçı Vasili düğünden iki gün önce Emine’yi görmüş: ‘Seni bekliyorum deniz kıyısında, gelirsen birlikte geçeriz karşı kıyıya benim memleketime, gelmezsen ben giderim tek başıma atlarım derin sulara’ demiş. Emine bilememiş ne yapacağını. Gitse Vasili ile birlikte, kaçsalar uzaklara yaşlı, hasta annesi ne yapar ondan uzakta? Kalsalar evlense Arif ile nasıl geçer ki bir ömür sevmediğin biriyle. İki arada bir derede kalmış Emine. Düğün gecesi herkes eğlenirken O ağlamış ağlamış. Sonra vermiş kararını. Her şeyi göze alıp kaçmış Vasili’ye. Buluşmuşlar deniz kıyısında gece vakti. Vasili’nin minik sandalıyla geçmişler karşı kıyıya. Kaçmışlar uzaklara. Gökyüzünden EliniUzatBana Gökyüzünden elini uzat bana, Açayım yüreğimi sana. Kalbinin içi gökyüzüyle dolsun, Her şey çok daha güzel olsun. Belki böylece sen de, şairin yüreği olursun. Hiçbir zaman pes etme, Gökyüzünden de elini çekme, Çünkü sen Şahinsin, hiçbir yere gitme. Annem saklamış yıllarca... Gittikten sonra mektup yazmış Emine anneme. Devam etmişler böyle bir süre anlatırmış yeni yaşamını. Hep özlemini çekmiş memleketinin. Annesini sorarmış her defasında mahçup ona karşı. ‘Bir mavi kızım oldu’ demiş bir mektubunda, ‘Çok üzülüyorum, konuşamıyor. Yaptığımın, günahımın cezasını verdi belki Allah. Annemi gözü yaşlı eli koynunda bırakıp kaçmamın cezasını mı çekiyorum’ demiş anneme. Annem de teselli edermiş onu, ‘Seni affetti annen her defasında selam gönderiyor sana hep seni soruyor. Arkada kalmasın gözün, iyi annen’ dermiş her defasında. Halbuki Emine’nin annesi o gittiği gece dayanamayıp acısına ölmüş. Annem saklamış bunu. Çünkü bili Utanıyordu... Elif Gaye ÜNAL Sedat Celasun İlköğretim Okulu 3/A No: 19 Söylediklerinden, yaptığı hatadan utanıyordu, kaldıramıyordu kafasını yerden. “Anladım sen Maviş’i diyorsun. Mavi gözlü sarı, uzun saçlı kız değil mi? Üzme 11