23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 244/6 Mart 2009 Eğitimci Niyazi Altunya, CKM’de ‘Laiklik ve Din Eğitimi’ konulu söyleşiye katıldı ‘Dinderslerinotladeğerlendirilmemeli’ A NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eğitimci Niyazi Altunya, geleneksel “Cumartesi Söyleşileri” kapsamında Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde (CKM) başkentlilerle bir araya geldi. CKM’de, “Laiklik ve Din Eğitimi” adlı bir söyleşi gerçekleştiren Altunya, günümüzde din eğitiminin, fiilen zorunlu ve belli bir mezhebin eğitimine bağlı olduğuna dikkat çekerek, “Din eğitiminin amacı, inanç aşılama ve ibadet öğretme olmamalıdır” dedi. Laikliğin, herkes tarafından çokça kullanılan bir deyim olduğunu söyleyen Altunya, “Ancak laikliğin anlamını bilen insan sayısı gerçekten az. Bundan yıllarca önce, laiklik kavramını ortaya koyan Mustafa Kemal, bu olguyu çok iyi anlamış ve özümsemiştir. Dış güçlerden, ülkeyi kurtarmak amacıyla yola çıkan Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da laikleşme sürecini başlattı. Ülkeyi kurtarmak için eline kılıç alan bir liderdir Atatürk, ama kesinlikle bir diktatör değildir. O, parlemantoda seçilen ilk ve tek Başkomutan’dır. Zamanında, dönemin yöneticileri Mustafa Kemal’e, ‘Hilafeti kaldırmayalım, Halife sen ol’ demişlerdir. Hilafetin bir din makamı olmadığını bilen Mustafa Kemal ise ikinci bir baş olmayı kabul etmemiştir” diye konuştu. Laikleşme süreci Türkiye’deki laikleşme sürecinin üç ana başlıkta açıklanması gerektiğine dikkat çeken Altunya, “Bunlar, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması, Şeriye Vekâletinin ve Hilafetin kaldırılmasıdır” dedi. 1920’lerin başında iki başlılığın olduğunu söyleyen Altunya, şöyle devam etti: “İki yönetim merkezi, iki devlet başkanı, iki başkent vardı. Bu, ciddi problemler oluşturuyordu. Bu nedenle de önceden hazırlanmış halifeliği kaldırma projesi hızlandırıldı. Lozan Antlaşması’nda bu iki başlılığı lehine çevirmek isteyen İngilizler, Şeyh Sait İsyanı’ndan Menemen Olayları’na kadar birçok kışkırtma eylemi gerçekleştirmişlerdir. ‘Din elden gidiyor’ çağrısıyla halkı isyana teşvik etmeyi denemişlerdir. Atatürk ise insan aklına ve aklın özgürlüğüne dayanan bir rejim istemiş ve bu isteğini de gerçekleştirmek için elinden geleni yapmıştır.” Mustafa Kemal’in laik Cumhuriyet konusundaki görüşlerini her fırsatta dile getirdiğini belirten Altunya, şunları söyledi: “Atatürk, Çayeli’nde öğretmenlere, ‘Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister’ demiştir. Samsun’daki bir konuşmasında ise yine öğretmenlere seslenerek, ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ demiştir.” ‘Amaçibadetöğretmeolmamalı’ 1920’li yıllarda İlahiyat Fakültesi’nde hocalık yapan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun üçdört maddelik bir rapor hazırlayarak ibadet dilini Türkçeleştirmeye çalıştığına dikkat çeken Altunya, “Camilerin temizliği, masasandalye düzenlemesi, musiki aletleri gibi düzenlemeleri öngören bu raporun en önemli maddesi, ibadet dilini Türkçeleştirmeye yönelik olanıydı” diye konuştu. Altunay, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Mustafa Kemal, 1932 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda dokuz tane hafızı ağırlıyor. Bu hafızlar, Kuranı Kerim’in Türkçeleştirilmesi üzerine çalışıyorlar. Aynı yıl, Süleymaniye Camisi’nde hafızlardan biri Kuran’ı Türkçe okuyor. Hafız, okurken gelecek tepkilerden çekiniyor. Ancak hiçbir tepki olmuyor, aksine tezahüratlarla karşılanıyor. İşte, Mustafa Kemal’in derin halk bilgisi budur.” Eskiden din ve ahlak eğitiminin şimdi olduğu gibi, zorunlu olmadığına işaret eden Altunya, “Bu, bir kültür dersidir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında din eğitimi zorunlu olmamasına arşın yüzde 90’ın üstünde bir katılım vardı. Günümüz din eğitiminde, fiilen zorunlu ve belli bir mezhebin eğitimine yaklaşma söz konusudur. Bu yaklaşım yanlıştır. İnanç aşılama ve ibadet öğretme bu dersin amacı olmamalıdır” dedi. Altunya, dini eğitim sisteminin değişmesi gerektiğini vurgulayarak çözüm önerilerini şöye sıraladı: “Din dersleri notla değerlendirilmemelidir. Kimse dini inançlarını söylemeye zorlanmamalıdır ki şayet öyle olursa anayasanın 24. maddesini çiğnemiş olursunuz. Milli Güvenlek Bilgisi öğretmenleri gibi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmamalıdır.” Türkçe ezan okunmuştu 1926 yılında Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesiyle ortaya çıkan “Çocuğun din eğitimi ailesine bağlıdır” maddesinin çok önemli bir gelişme olduğunu vurgulayan Altunya, “O yıl büyük bir gelişme daha yaşandı. İstanbul’un bir camisinde İmam Cemalettin Efendi, Türkçe ezan okuyup, Türkçe namaz kıldırdı. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi ise imamı işten çıkarır. Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı, imamı bir liseye öğretmen olarak atar. ‘İslamiyet, sadece Arapların dini olmadığı için duaları Türkçe okumak da makbüldür’ anlayışı ortaya çıkar” dedi. 12
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle