28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 284/11 Aralık 2009 Bursa’nın düşman işgalinden kurtuluşu DT sahnelerinde K ? Prof. Dr. Necdet ADABAĞ KARA ÖRTÜ rer ve Bursa özgürlüğüne kavuşur. Meclis kürsüsündeki kara örtü kaldırılır. Bursalılar yazgılarına üstün gelmişlerdir. ara, yası çağrıştırır. Ak, şenlik, şölendir. Gelinlikler beyazdır. Genç ve güzel kızlar baba evinden ayrılırken içleri buruktur ama, yeni bir yaşama adım atmanın vermiş olduğu mutlulukla beyaz giyerler. Hem de çok şatafatlı süslerle bezenmiş gelinliklerdir giydikleri. Oysa kara serildiği yerde ya da giyildiğinde çok alçak gönüllü ve iddiasız bir görüntüsü vardır. Çünkü karadır, kara günü simgelemektedir. Beyazla çatışma içindedir sürekli. Doğaları gereği böyle olmak düşer kendilerine. Yoksa eşyanın doğasına terstir. Batı’da yaslı erkekler, siyah kravat takarlar boyunlarına. Kadınlar siyah başörtüsü örterler başlarına. Ya da yakalarına siyah bir rozet. Bizde de siyah, yası ve kara yazgıyı gösterir. Boşuna değildi kadınımızın kafasından kara çarşafı kaldırıp atmak. Ulu Önder, bunu yaparken salt kadınımızın özgürlüğünü vurgulamak için yapmadı, ancak içinde yoğrulduğu kara bahtının duvarlarını yıkmak ve onu gün ışığına kavuşturmak, yazgısında söz sahibi olması gerektiğini anımsatmak için de yaptı. Kendisine mutlu bir geleceğin kapılarını açmak ve tarihsel süreçte bir kez daha insan ile yazgısını karşı karşıya getirmenin gereğine inandığı için yaptı. İnsanının yazgıya körü körüne boyun eğmemesi ve gerekli savaşımı vermesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamak için yaptı. Bireyini kurtardığı gibi toplumunu da karalardan kurtardı. Cumhuriyet Türkiyesi genç kuşaklara anlatılmıyor Gerçekte tarih kitaplarından bildiğimiz ve Kurtuluş Savaşımızın birçok karesinden bir karedir bu yazdıklarım. Ne ki Zerrin Tığlıoğlu bu olayı oyunlaştırıp Bursa Devlet Tiyatrosu’nun sahnesine taşımıştır. İyi de yapmıştır, çünkü artık Türk ulusunun yeniden dünya sahnesine çıkışı ve uygar ülkeler arasına girişini sağlayan Kurtuluş Savaşı ve ardından Cumhuriyet Türkiyesi gerektiği biçimde genç kuşaklara anlatılmamaktadır, ya da anlatılmak istenmemektedir. Türkiye’de geriye dönüşün işaretleri çoktan verilmiştir. Türkiye’yi restorasyonun eşiğine getirmek isteyenlere bu ulusun yüreğinde kurtuluş ruhunun ölmediğini göstermek gerekir. Bunu sezinlemiştir Tığlıoğlu. Türkiye’nin yeniden doğmasına ve aydınlanmacı, çağdaş, insancı yaşam biçimine dönük olarak 1920’lerde atılan adımın geri çekilmesinin olanaklı olmadığını göstermek gerek. Tiyatro salonlarını bu ruh ve bilinçle dolduran izleyicilerin, sanatçıları dakikalarca ayakta alkışlamaları ve döktükleri gözyaşları bugün yaşanmakta olan ancak gelecekte yaşanmayacak olan bir dramın işareti olarak algılanmalıdır. Yedisekiz yıldır Kurtuluş Savaşımıza, Cumhuriyet Türkiyesi’ne ilişkin yazılar, kitaplar, tiyatro oyunları yoğunlaştı. Belki on yıl önce bu denli yoğunluk yaşanmıyordu. “Şu Çılgın Türkler”le başlayan bir görev sorumluluğu söz konusu, kanımca. On yıl önce buna gerek duyulmuyordu. Çünkü kimse Cumhuriyet Türkiyesi’nin temel taşlarını yerinden oynatmak yürekliliğini gösteremiyordu. Aslına bakarsanız bu geriye gidişin, çoğu zaman vurguladığımız gibi en az elli yıl öncesine dayandığını söylemek gerek. Ne ki olayın su yüzüne çıkmış olması ve artık kuşku götürmez biçimde Cumhuriyet Türkiyesi’ni ve Atatürk ilke ve devrimlerini hedef alan bir anlayışın yaygınlık kazanması ve laik demokrat bir siyasal dizgeyle sağlanan kazanımları yadsımaya kalkanların sayısının giderek artmış olduğu bir gerçektir. Oysa Atatürk ilke ve devrimlerini yüce bir yere koyup, onları izlemek ve hiçbir zaman ama hiçbir zaman tartışmaya açmamak gerektiğini bir televizyon kanalında izlemiş olduğum, Afganistan’da geçen “Osama” adlı filmi gördükten sonra bir kez daha anımsatmak gereği duydum. Ne ki üzülerek belirtmek gerekir Cumhuriyetçiler de 1950’li yıllardan bu yana, deyim yerindeyse, aymazlık içine girmişler ve görev sorumluluklarından uzaklaştıkları gibi yükümlülüklerini de yerine getirmemişlerdir. Bir misyon adamı olarak ortaya çıkmamışlardır. En etkili yol tiyatro Bu nedenle “Kara Örtü” oyununun yazılması ve sahnelenmesi önem taşımaktadır. Ayrıca az okuyan bir toplum olduğumuz göz önünde tutulacak olursa toplumumuza görsellikle seslenmenin gereği kendiliğinden anlaşılacaktır. Oyunu izlerken tüm bunları ve bu oyunun ya da benzerlerinin tüm Anadolu’ya götürülmeleri gerektiğini düşündüm. 1920’lerde Türkiye üzerine oynanan oyunların bugün de şekil değiştirerek gene oynanmakta olduğunu ve emperyalist güçlerin yeniden Sevr’i dayatmak gibi bir heves içine girdiklerini göstermenin en etkili yollarından biri mutlaka tiyatrodur. Oyunun içeriği gereği kalabalık bir oyuncu kadrosuyla sahnelenmiş olan bu oyun, oyuncuların benimseyerek ortaya koydukları rolleriyle çok daha gerçeklik kazanma fırsatını yakalamıştır. Günceldeki yaşanmışlıklarımız içinde Kara Örtü’nün vermiş olduğu ileti, kanımca, çok önemlidir. Annenin oğlunu öldürmesine getirilecek yorum iki yönlü olabilir. Duygusal bir yaklaşımın sonucu olduğu kadar, belki de daha çok bir toplum bilincinin ürünüdür. O da, Anadolu’nun, işbirlikçi olan oğlu da olsa, gözünü kırpmadan onu öldürebilecek anaların yurdu olduğunu göstermektir. Böylesine yürekli, böylesine kararlı Türk kadınlarının, Kurtuluş Savaşı’nda bomba taşıyan anaların, ninelerin torunları olduklarını bilmeleri önem taşımaktadır. Yazar Zerrin Tığlıoğlu; yönetmen Betül F. Gökçer; koreograf Deniz Çığ ve tüm oyuncuları üstlendikleri görev sorumluluklarını gerektiği biçimde yerine getirmiş olmalarından ve aydınlanmacı, ulusalcı bilinci genç kuşaklara taşımış olmaktan duydukları coşku ve heyecandan ötürü kutluyorum. Ayrıca 60. yılına ulaşan Devlet Tiyatroları’na (DT) daha üstün başarılar diliyorum. Ülkemizde Devlet Tiyatroları’nın kırk beş sahnesinde aynı günlerde 60 tane yerli oyunun sahnelenmesi birçok yazarımıza izleyiciyle buluşmak olanağı sağladığı gibi, tiyatro oyun yazarlığı tarihimizle ilgili bizlere çok önemli ipuçları sunmaktadır. Ülkesini aydınlığa çıkarmanın sevdası vardı Meclis’teki kürsünün üzerine serili “kara örtü”yü kaldırıp atarken de bunu düşündü. Ülkesini aydınlıklara çıkarmak sevdasını taşıyordu yüreğinde. O kara örtü bir kara günün simgesi olarak taşınmıştı Meclis kürsüsüne. 8 Temmuz 1920’de Bursa, Yunanlılar tarafından işgal edilmişti. 10 Temmuz 1920’de, iki gün sonra, Büyük Millet Meclisi kürsüsüne kara bir örtü örtülür. Kara günlerin habercisidir ve insanlar yas içindedirler. O zaman kavga başlar, çatışma başlar. Bursalılar yabancı egemenliğine son verebilmek için yeraltına inerler, örgütlenirler ve dayanışmaya girişirler. Bursa’yı düşman işgalinden kurtarıncaya dek bu savaşım sü 2
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle