Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö NCE S AĞLIK Dr. Cem SUNGUR İç Hastalıkları Profesörü Nefrolog 27 HAZİRAN 2008 CUMA B ir masanın çevresinde toplanmış olan pratisyen hekimler günün bilançosunu yapıyorlardı. Henüz öğle olmamıştı. Kimi daha şimdiden elli hasta bakmıştı. Hava o kadar nemli ve sıcaktı ki kuşlar uçarken gökyüzünden yere düşüyor, yumuşayan asfaltta insanın ayak izi kalıyordu. Havaya rağmen, dispanser hastalarla dolup taşmıştı. Her gün mozaik taşlar üzerinde plastik terliklerini şıpırdatarak, en az iki çocukla birlikte yürüyen şalvarlı kadınlar dertlerine bir çare arıyorlardı. Çoğu, ellerindeki sıra fişinin üzerindeki sayıları okuyamıyordu. Her bir poliklinik odasının önünde her gün 80 – 100 kişi sabırsızlıkla bekleşiyordu. Saatlerce bekledikten sonra bir hekimin karşısına çıkabilirlerse 3 – 4 dakikalık bir süre içinde dertlerini anlatmaya, muayene olmaya ve çoğu kez sadece hastalığı iyileştirmek yerine, yakınmaları yatıştıracak şekilde reçete edilen ilaçlarını nasıl kullanacaklarını öğrenmeye çalışıyorlardı. İnsanlar yoksul, çaresiz ve eğitimsizdi. Bu süreç haftanın beş günü biteviye ve çoğu kez verimsiz biçimde tekrarlanıyordu. Röntgen makinesi bazen çalışıyor, çalıştığı zaman da yetersiz filmler çekiyordu. Çok az sayıda tetkik yapılabiliyordu. Cam enjektörler vardı, maske veya eldiven yoktu. İster her hastaya gerçekten zaman ayırmaya çalışsın, isterse hastanın yüzüne doğru dürüst bakmasın, bütün hekimlere aynı maaş veriliyordu. Hekimler öğle tatilinde sistemin aksaklıklarına ek olarak hastalarını konuşuyorlardı. Arada önemli bir hastalık yakalamışlarsa o gün kendilerini çok mutlu hissediyorlardı. Aynı pratisyen hekimler, ayda 34 kez merkezdeki büyük bölge hastanesinin acil servisinde nöbet tutuyorlardı. Akşam 18.00, sabah 08.00 arasında, bir hekim, bir hemşire ve bir de görevliden oluşan sağlık ekibi 200 – 300 hastaya hizmet sunuyordu. Bu üçlü ekip, kazalar, kalp krizleri, felçler, sıtma, menenjitler, kırıklar, ölümler ve doğumlarla, elli metrekarelik alan içinde baş etmeye çalışıyordu. Gerektiğinde icapçı uzmanlar evden çağrılıyordu ama sadece gerektiğinde! Karşılaştırma EKSİKSİZ VE ZAMANINDA BELGELEME Bir şehirlerarası yol tarafından, adeta bıçakla kesilmiş gibi iki farklı sosyoekonomik bölgeye ayrılan şehirde, şiddete bağlı yaralanmalar ve darplar da çoktu. Ayrıca aşırı sıcak nedeniyle damlarda uyuyan şehir halkı geceleri damdan düşerek sık sık yaralanıyor, hatta hayatını kaybediyordu. Kısacası havalandırması bile olmayan bu dar alanda on dört saat süreyle bir can pazarı yaşanıyordu. Sağlık çalışanları bir can kurtarmışlarsa, doğru teşhisler koymuşlarsa o eşsiz tatmini hissediyor ve yorgunluklarını unutuyorlardı. Çeyrek yüzyıl sonra, havalandırmanın henüz devreye girmemesi nedeniyle boğucu bir sıcağın hakim olduğu odada, masanın çevresinde bir grup insan toplanıp sunulacak sağlık hizmetlerinin belirli bir yönünü tartıştılar. Masanın çevresinde oturan on dört kişiden sadece üçü sağlık çalışanıydı, üstelik bilfiil sağlık alanında çalışan iki kişi kalmıştı. Konunun ele alınışı sırasında bu ikiliye ayrılan söz hakkı oranı yüzde 20’yi aşmadı. Hekimlerden hekimlik fonksiyonları dışında bir dizi karmaşık teknik altyapıyı doğru bir şekilde kullanmaları, “üretim” aşamasında mümkün olduğu kadar fazla hasta hizmeti sunmaları ve en önemlisi de yaptıklarını eksiksiz ve zamanında belgelemeleri isteniyordu. Son derece gelişmiş araçlar ve yöntemler aracılığıyla bu belgelerden veri tabanları oluşturulup, istatistikler grafiklere dönüştürülüyordu. Bu analizlerin hemen hepsi niceliksel nitelikteydi ve yüzde 90’ından fazlası yönetim için hazırlanan finansal ve yönetimsel “özet” bilgilerden oluşuyordu. Sağlık kuruluşunun kapasitesi hatırı sayılır derecede fazlaydı; her türlü modern teknik donanıma sahipti ve mimari tasarımı son derece şıktı. Hastalar artık alacakları sağlık hizmetinin niteliğinden çok, otoparkın yeterliliğine, randevu saatlerinin dakikliğine, kendilerine hizmet edenlerin yüz ifadeleri ve vücut dillerine, telefonların zamanında yanıtlanıp yanıtlanmadığına odaklanıyorlardı. Kimi asansörlerin darlığından, kimi duvardaki resimlerden, kimi de fonda çalan müzikten yakınıyordu. Ama en önemli memnuniyetsizlikler faturalardaki rakamlarla ilgili oluyordu. SAĞLIK ÇALIŞANLARI KAYGILI Sağlık çalışanları daha uzun saatler çalışıp, çok daha fazla iş stresi ile baş etmek zorunda kalıyorlardı. Mesleki bilgi ve beceriler açısından güncel kalmaları eskisine oranla daha zorlaşmıştı. Çoğu çalışanın sorumlulukları ve yetkileri arasında uçurumlar oluşmuştu. Bazı hekimler hastalara “Sizi muayene etmemi ister misiniz yoksa sadece istediğiniz tetkikleri mi yaptıralım” diye sormaya başlamıştı. Kimi hekimler meslek başarılarını, büyük ölçüde, vücut dillerini olumlu bir şekilde kullanmaya veya sosyal ilişkilerini ön plana çıkarmaya bağlamışlardı. Diğerleri ise sabah hastaneye geldiklerinde önce hastalarının durumlarını değil, o ayki “performans hak edişlerini” merak ediyorlardı. Yirmi beş yıl gerçekten çok uzun bir süre. Bu süre zarfında sağlık hizmetlerinin sunumunda çok önemli gelişmeler kaydedildiği de yadsınamaz bir gerçek. Sağlık hizmeti sunan kurumlarda giderek karmaşıklaşan işletme modelleri, sağlık çalışanlarının sayısından daha fazla sayıda idari ve teknik görevlinin istihdam edilmesini sağlıyor. Bu kurumların işletmesi ile ilgili binlerce analiz ve rapor oluşturuluyor. Ama bu hızlı dönüşümün sağlık sorunları açısından sağladığı somut sonuçlar, ödenen bedeller ve yol açtıkları aşınmalar nedense herkes tarafından aynı ölçüde merak edilmiyor. Oysa sağlık çalışanlarının önemli bir bölümü, günün muhasebesini yaptıklarında geçmişi anımsıyor, ister istemez mukayese ediyor ve kaygılanıyorlar. 20