16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Dickens’ı, Joyce’u okuyan ‘battı’ demez Sosyalizmin iyi yazarları hep oldu Ertuğrul Özkök’ün, belli ki tartışma açılsın diye ortaya attığı iddialarından biri tabii bu. ABD’li yazar Fran Lebowitz’in, “komünizm iyi yazarları olmadığı için batmış” deyişini alıntılayarak aynı kanıda olduğunu belirtmiş köşesinde Özkök. Komünizmin batışından Sovyetler’in çöküşünü kastediyorsa çok erken bir yargıya varmış belli ki. Komünizmin bir düşünce olarak varlığını hem akademik dünyada hem de “deneyimlendiği” ülkelerde hâlâ etkili biçimde sürdürdüğünü Özkök de biliyordur kuşkusuz. Soru şu: Komünizmin “iyi yazarları” yok muydu? Sovyetler ölçü alınarak, Maksim Gorki’yi, Simonov’u ve daha başkalarını sıralamak kolay ama gereksiz. Komünizmin tüm dönemleri aşıp gelen “iyi yazarları” vardı, önemli olan bu. ÖNCESİNDE DE SONRASINDA DA Komünizm düşüncesi hem de hiç umulmadık ülkelerde “harika yazarlar” yarattı. Charles Dickens örneğin. Dickens’ın eserlerinde egemen sınıfın zulümlerini, yoksulların sefil yaşamlarını son derece gerçekçi bir biçimde anlatmasının bir nedeni de sosyalizmden etkilenmesiydi. Dickens, Marx’ın sürgün olarak yaşadığı Londra’da bir sistem çerçevesinde sosyalizme giden yolu bulamadı bildiğimiz anlamda ama Marks’la ortak noktası onun da kapitalizmin çoklu krizlerini ele almasıydı. Ancak eserlerinde işçi sınıfının tüm acılarını ele aldı. Dickens, bir çocuk işçi olarak kendi deneyimiyle proletaryanın içinde bulunduğu kötü durumu Oliver Twist ile Great Expectations gibi kitaplarda örnekledi. Bu yüzden dönemin eleştirmenlerince eserleri “asık suratlı sosyalizm” savunuculuğu olarak değerlendirilmiştir. Bu tür yaklaşımlara yanıtı “yönetenlerden çok, yönetilen halka inancım var” demek olmuştur. Ülkesinde hiç kimse onun kadar, çocuk söBİ DÜNYA İNSAN mürüsünü eserlerinde son derece gerçekçi işleyebilmiş değildir. Büyük Karl Marx’ın Viktorya döneminin büyük romancıları Dickens’ın, Thackeray’ın, Bronte Kardeşlerin “dünyaya, tüm profesyonel politikaMUSTAFA K. ERDEMOL cıların, yayıncıların ve ahlakçıların bir araya getirdiklerinden daha fazla politik ve sosyal gerçekler sunduklarını” söylemesi son derece yerinKomünizm düşüncesi hem de hiç dedir. Gerçekten de Dickens’ın romanları, sınıf bilinci kavramı, sömürü, kapitalizm altında sosyal adaletsizlik gibi Marksist temalarla doluumulmadık ülkelerde “harika yazarlar” yarattı. dur. Marksist izlerin en çok görüldüğü romanı David Cooperfield’dır bana sorarsanız. ETKİSİ O KADAR BÜYÜK Kİ Kendi hayatından izler taşır eserleri. Alacaklılarından sürekli kaçan Charles Dickens bir ailesi vardı. Babasının ödeyemediği borçları yüzünden hapse atıldığı da bilinir. Dickens bir ayakkaörneğin. bı boyama fabrikasında çocuk işçiliği de tatmıştır. Eserlerinde özellikle Scrooge’da burjuvazinin kötü tarafına karşı iyi tarafını anlatma gayreti içinde olduğu görülse de sonrasında ciddi bir toplumsal altüst oluşun yani bir emekçi devriJames Joyce minin gerekliliğini dile getirir romanlarında. İlerleyen yaşında ezilenlerin adına konuşmak yerine ezilenlerin kendilerinin konuşması gerektiğini savunan bir çizgiye gelir. Barnaby Rudge ya da İki Şehrin Hikâyesi’nde, Zor Zamanlar’da bunu görür okuyucu. Kafka ondan “muazzam deha” olarak söz eder, örneğin. Nikolay Gogol, Fyodor Dostoyevski, Leo Tolstoy gibi Rus yazarların üzerinde etkili olmuştur. Büyük Sovyet yönetmen Sergei Eisenstein başta olmak üzere Sovyet sinemasını da etkilemiştir. Bir fabrikada sadece birkaç ay çalışmasına rağmen işçi sınıfını bu kadar mükemmel tanıyabilmek herkes için mümkün değildir. Sovyetler öncesi komünizmin yazarlarından sadece biridir Dickens. JOYCE, MARKSİZMSİZ DÜŞÜNÜLEMEZ Daha yakın zamanın, Sovyetler sırasında (Sovyetler dışı) yazarlardan James Joyce’u atlamak mümkün mü peki? Sosyalizmle flörtü örgütlü olmamakta direttiği için kısa sürdü sayılabilir ama hayatı boyunca sosyalist metinlerden ilham almaya devam ettiğini inkâr edebilir miyiz? Ulysses’i okuyan biri bunu çok net görür. Kardeşi, Joyce’un “sosyalist gruplarla sık sık buluştuğunu” anlatır anılarında. Joyce 1904’te yazdığı bir makalede kendisini sosyalist olarak adlandırdığını ancak sosyalizm okuluna bağlı olmadığını belirtir. Sonradan Marx’tan çok “Sanatçıya en uygun hükümet biçimi hiç hükümet olmamasıdır” diyen Oscar Wilde’a daha yakın düşmüştür ama eserlerinin oluşmasında Marksizmin etkisi inkar edilemez. Özkök elbette devrimden sonra Rusya’da “edebiyatçı” çıkmadı demek istiyor. Sosyalist bir toplumda en erken halinde bile “büyük yazarlar ortaya çıkaran” berbat toplumsal koşulların ortadan kaldırıldığını düşünseydi yeni bir Tolstoy’un, Dostoyevski’nin neden çıkmadığını anlayabilirdi. Yeni bir toplumun yeni yazarları olur. Bu yazarları da oldu Sovyetler’in. Komünizmin yazarları “fabrikada ürettiğini” mi düşünüyor yoksa Özkök. Kadın Yok Savaşın Yüzünde, Svetlana Aleksiyeviç’in, II. Dünya Savaşı’nın kadınlar ‘cephesinde’ nasıl yaşandığını belgeleyen güçlü bir sözlü tarih çalışması. Öncelediği savaş değil, savaştaki insan Aleksiyeviç’in. Savaşın tarihini değil, duyguların tarihini yazıyor, izini sürüyor. GAMZE AKDEMİR Kadınlar ilk ne zaman orduya katıldı? sorusunun yanıtıyla başlıyor. Öğreniyoruz ki; milattan önce IV. yüzyılda Atina ve Sparta’da Yunan ordularında kadınlar da savaşmış, sonra Makedonyalı İskender’in seferlerine katılmışlar. Yeniçağda ilk İngiltere’de (15601650) askerlerin görev yaptığı hastaneler kurulmaya başlanıyor. 24 OCAK 2021 2015 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Aleksiyeviç’ten kadın tarihi ‘Küpelerimi takıp uyurdum’ Svetlana Aleksiyeviç’in ‘Kadın Yok Savaşın Yüzünde’ adlı sözlü tarih çalışmasını, Günay Çetao Kızılırmak dilimize çevirdi, Kafka Kitap yayımladı. Aleksiyeviç kitabını özgün bir dokümanter tarzıyla yazmış. Tarihin gelmiş geçmiş en kanlı savaşını vererek faşizmin yenilgiye uğratılmasında büyük pay sahibi olan ve bu uğurda en az yirmi milyon insanını kaybeden SSCB’de kadınların kadın piyadelerin, sıhhiyecilerin, keskin nişancıların, çamaşırcıların, kadın cerrahların, pilotların, keşif erlerinin, partizanların Nazi işgaline karşı nasıl bir mücadele verdiklerini, böylesi bir savaşta kadın olmanın zorluklarını nasıl deneyimlediklerini Sovyet ülkesinin dört bir yanından bir araya getirdiği tanıklıklarla belgelemiş. BİR SAVAŞ KİTABI DAHA Ne için? Uzun süre bu kitapta tam olarak neyi anlatacağını sıklıkla sorgulamış Aleksiyeviç. Sayısız savaş ve hepsi hakkında sayısız kitap yazılmıştır fakat... Fakat! Yazanlar ve hikâyelere konu olanlar hep erkeklerdir. Bir zamanlar bütünüyle erkeklere ait olan dünyada kendilerine yer edinip bu yeri sahiplenmesini bilen kadınların neden tarihlerine, kendi sözcüklerine, kendi duygularına sahip çıkamadığının, neden kendilerine inanmadıklarının ardını deşiyor. İLK ELBİSE ağlattı Valentina Pavlovna (uçaksavar topçu) “Bugün birçok kişi, özellikle de gençler Zafer Günü’nü Doğu Prusya’da karşıladım. Hitler’i tek başına Amerika’nın yendiğini zannediyor. Sovyet insanlarının zafer için ödediği bedel dört yıl içinde yirmi milBiz on sekizyirmi yaşlarımızda cepheye gittik, döndüğümüzde yirmiyirmi dört arasındaydı. İlyon insan hayatı pek az biliniyor” dikin sevindik, sonra korktuk: Sivil hayor Vasilyeviç. Yüzlerce hikâyeyi not etmiş. Savaşta kadın gibi yaşamanın yatta ne yapacağız? Kız arkadaşlarımız enstitüler bitirmişti, ya biz? Tek imkânsız, neredeyse yasak olduğubildiğimiz savaş. İlk kez elbise giydinu düşündüğünü itiraf ediyor. Çok kığimde gözyaşlarına boğuldum. Yasa bir süre içinde ne kadar yanıldığını anlıyor da anlıyor! Fark ediyor ki savaş ralandığımı, beyin sarsıntısı geçirdiğimi kime söyleyebilirdim? İstersen hakkında bildiğimiz her şeyi “erkek sesöyle, kim seni işe alır, kim seninle sinden” dinlemişiz. Fark ettiği bir şey de evlenir? Sesimizi çıkarmıyorduk. Sonkadınlar neden bahsederlerse etsinler; bu, ölüm bile olsa güzelliği hep hatırlıyorlar. Svetlana Aleksiyeviç radandır, otuz yıl sonradır bizi onurlandırmaya başlamaları... Erkekler; galipler, çirkin olma korkusu u Y. Yermakova, muhabereci: “Madalya alacağım ama sırtımda eski püskü bir asker gömleği... Gazlı bezden bir yaka diktim. Ne de olsa beyaz... O an kendimi öyle güzel zannediyordum ki. Bir aynacık da yoktu ki elimde bakınayım... u Mariya Nikolayevna Şelokova, çavuş, muhabere kahramanlar, eş adayları, savaş onlarındı. Şöyle söyleyeyim: Zaferi bize yâr etmediler. Onu usulca sıradan kadın mutluluğuyla takas ettiler. Zaferi bizimle bölüşmediler. Ve bu inciticiydi... Anlaşılmazdı... Çünkü cephede erkekler bize mükemmel davranıyorlardı, hep koruyup kollayarak; barış zamanında kadınlara böyle davrandıklarını görmedim... İyisi mi susayım.. mangası komutanı: “Toprağın içinde yaşıyorduk...Köstebekler gibi... Yine de mevsim baharsa bir dal getirir koyuverirdik köşeye. Ben küpelerimi bir köşeye saklamıştım, geceleri takıp öyle uyuyordum... Üsteğmen pek yakışıklıydı. Bizim kızların hepsi birazcık âşıktı ona. Savaşta askere, yalnızca askere ihtiyaç olduğunu söylerdi bize. Askere ihtiyaç vardı... Bizlerse güzel olmak istiyorduk hâlâ... u Anastasiya Petrovna Şeleg, onbaşı, balon pilotu: “Güzel kızlarımız çoktu... Bir gün hamama gittik, içinde bir de kuaför var. Eh, birbirimizden göre göre hepimiz kaşlarımızı boyattık. Komutan verdi bize zılgıtı: Savaşmaya mı geldiniz, baloya mı?” u Stanislava Petrovna Volkova, asteğmen, istihkâm takımı komutanı: Çizmelerim ayağıma üç numara büyüktü; yamulmuşlardı, toz içlerine işlemişti. Ev sahibi kadın iki yumurta vermişti bana: ‘Yolluk yaparsın, pek çelimsizsin, kırılıp gideceksin,’ diyerek. Gizlice, ona göstermeden o iki yumurtayı kırdım, çizmelerimi temizledim. Karnım da açtı tabii ama kadınca kaygılar üstün geldi. O kaputlar insanın tenini nasıl keser bilseniz, nasıl ağırdır, nasıl erkek ya yerleştirdiler. Dolaplar tıka basa güzel kıyafetlerle dolu. Kızlar kendilerine birer elbise seçti. Ben de sarı bir tane beğendim, bir de sabahlık ama o kadar güzel bir sabahlık ki anlatamam, uzun, hafif... Hepimiz felaket yorgunuz. Giydik o elbiseleri, yattık. Ben elbisenin üzerine bir de sabahlığı geçirmiştim... Başka bir seferinde terk edilmiş bir şapka atölyesinde kendimize şapkalar seçtik; az da olsa takabilmek için bütün gece oturarak uyuduk. Yanımıza hiçbir şey almazdık. Yolda bir iğne bile ağırlık yapar. Kaşığını koncunun içine geçirir gidersin, o kadar... u Sofya Konstantinovna Dubnyakova, sıhhiyeci: Ladoga Gölü’nün buzları üzerinde koşuyoruz... Hücuma geçmişiz. Birden şiddetli bir ateşe maruz kaldık. Başlarda ölümden korkarsın... Şaşkınlık ve merak iç içedir. Sonra ne biri kalır ne diğeri yorgunluktan. Devamlı gücünün sınırındasındır. Sonuna kadar kalan tek şey ölümden sonra çirkin olma korkusu. Kadınca bir korku... Mermi paramparça etmesin de ne olursa olsun... Bilirim çünkü nasıl olduğunu... Kendim topladım paramparça bedenleri...” işi, kemer filan, her şey. Mahzun olduğumuzu hatırlıyoÖLÜMÜN YANI BAŞINDA SEVMEK! rum. Hep mahzunduk... u Mariya Nikolayevna Stepanova, binbaşı, nişancı kolordusunda muhabere komutanı: Şehrin birinde bizi sıraya sokup hamama götürdüler. Erkekleri erkek bölümüne, bizi kadın bölümüne. İçerideki kadınlar bastılar çığlığı, herkes bir yerini örtüyor: “Askerler geliyor!” diyerek. Kız mıyız erkek miyiz ayırt etmek mümkün değil ki: Başlarımız tıraşlı, üzerimizde askeri üniformalar. Bir seferinde de tuvalete gidelim dedik, kadınlar polis çağırdılar. ‘E, nereye gidelim?’ diye sorduk polise. Bu defa o başladı kadınlara bağırmaya: ‘Kız bunlar yahu!’ ‘Ne kızı be, bildiğin asker işte...’ u Bella İsaakovna Vasilyeviç, cephedeki kadınların sevgiden daha üstü kapalı söz etmelerinin kendisi için sürpriz olduğunu belirtiyor. Sahi, ölümün yanı başında nasıldı sevgi? u Sofya Krigel, uzman çavuş, istihkâmcı: Birinci Beyaz Rusya Cephesi’ne geldik... Yirmi yedi kız. Cepheye gitmeden önce yemin etmiştik: Aşkla meşkle işimiz olmayacak. Savaştan önce kimselerle öpüşmemiştik bile. Cephede aşk yasak gibi bir şeydi, komutanlar öğrenirse âşıklardan birini başka birliğe sevk ediyorlar, basbayağı ayırıyorlardı. Çocukluk yeminlerimizi tutamadık... Sevdik... Sanırım âşık olmasaydım savaştan sağ çıkamazdım. Aşk kurtardı beni... u Anastasiya Leonidovna Jardetskaya, onbaşı, sıhhiyeci: Eşim aşkımızdan söz etmeyi sevdiğimi biliyor... Kendime bir gecede sargı bezinden gelinlik diktiğimi anlatmayı... Kendim diktim. Bir ay boyunca sargı bezi biriktirmiştik kızlarla. Ganimetten... Gerçek bir gelinliğim olmuştu! Kemeri de kendime eski bir kepten çırpıştırmıştım... Şahane olmuştu. u Appolina Nikonovna LitskeviçBayrak, asteğmen, istihkammayın tarama takım komutanı: Savaşta aşkı ve çoEpşteyn, çavuş, keskin nişancı: Bir Alman kasabasında bizi geceyi geçirmemiz için bir şatocukluğumu düşünmemeye çalışırdım. Ölümü de. Hayatta kalmak için çok yasaklar koymuştum kendime. Özellikle de şefkati, ince şeyleri yasaklamıştım. Bunları düşünmeyi, aklıma getirmeyi...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle