Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 AĞUSTOS 2020 7 OKUDUKLARIM İZLEDİKLERİM En çok Mirabeau Köprüsü ile tanınıyor Duygulu, şakacı, DÜŞÜNDÜKLERİM hüzünlü, âşık Apollinaire ATAOL BEHRAMOĞLU Guillaume Apollinaire (Giyom Appolliner) bizde, belki dünyada da en çok “Mirabeau Köprüsü” adlı şiiriyle tanınır. Paris’te Seine Irmağı üzerindeki bu köprü Apollinaire’in şiirinden sonra, aşkın (onunla birlikte de zamanın ve bütün bir yaşamın) geçiciliğinin simgesi olmuştur. Bu satırları yazarken, yirminci yüz yılın bu büyük Fransız şairinin bu şiirinin, ondan yüzyıl öncenin yine büyük bir Fransız şairi olan Lamartin’in “Göl”üyle benzerliğini düşündüm. “Göl” yazıldığı 19. yüzyılda dilimize defalarca çevrilmiş. Yaşar Nabi Nayır’ın 1944’te Tercüme dergisinde yayımlanan çevirisi ise eşsiz güzelliktedir. Şiir çevrilebilir mi sorusuna “Hem de nasıl!”lı bir somut yanıt olarak. “Mirabeau Köprüsü”nün de birkaç çevirisi var. İlk okuduğum acaba hangisi olabilir? Kitaplığımın her zaman başucu kitaplarından Hüseyin Karakan’ın Dünya Şiiri Antolojilerinin Fransız şiiri bölümüne baktım ve orada bu şiiri bulamayınca şaşırdım doğrusu. Bu antolojinin yayımlandığı 1963’te Mirabeau Köprüsü dilimize çevrilmemiş olabilir mi? Şaşırdım, fakat araştırmaya değer. “Kırmızı” yayınları arasında çıkan “Apollinai Guillaume Apollinaire re, Aşk Şiirleri”nde bu şiirin S.Karakoç, T.Saraç, C.Süreya, N.Cumalı çevirileri var. Buna orada olmayan A.Necdet çevirisini de ekleyelim. Şiirin iki dizelik ünlü nakarat bölümünün Fransızcası şöyledir: “Vienne la nuit sonne l’heure/Les jours s’en vont je demeure.” İlk dizedeki “venir” (gelmek) ve “sonner”(çalmak, saatin vb. çalması) fiileri, gelçal emir –dilek kipi ya da gelirçalar şimdiki zaman kipi olarak yorumlanabilir... Nitekim: “Çal sevgili saat gel sevgili gece” (S.Karakoç)/ “Gel ey gece çal saat sen” (T.Saraç)/ “Çalsana saat insene ey gece”(C.Süreya)/ “Gece gelir saat çalar” (N.Cumalı)/”Çal ey saat gel ey gece” (A. Necdet) Şiirin İngilizce çevirilerinde de her iki yorumla karşılaştım. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yazıya başlarken düşündüğüm, benim sevgili şairlerimden olan Apollinaire’den genel olarak söz etmek ve yazıyla birlikte de ondan yıllar önce çevirdiğim tek şiiri, Dünyagülü”nü yayınlamaktı... Mirabeau Köprüsü’nü çevirmek gibi bir amacım hiç yoktu... Fakat yazı beni bir başka hedefe yöneltti ve Mirabeau Köprüsü çevirilerine bir tane de ben ekleyeyim istedim... İlişikteki çeviri bu satırları yazma sürecinde yapıldı... Meraklılar, Fransızca’ya aşina olanlar , şiir çevirisi üzerine düşünenler, benimki de içinde olmak üzere bütün çevirileri karşılaştırıp ilginç sonuçlara varabilirler... Bu yazıyı burada sonlandırıyorum... Bir sonraki yazım yine Apollinaire üzerine olacak... MİRABEAU KÖPRÜSÜ Akar Seine Irmağı Mirebeau Köprüsü’nün altından Ve aşklarımız Anımsamak neye yarar sevincin geldiğini hep Acının ardından Gece gelip saat çaldığında Geçer günler bense hep burada El ele yüz yüze kalalım böylece Geçiyorken Kollarımızın köprüsünün altından Sonsuz bakışların dalgası yorgun öylesine Gece gelip saat çaldığında Geçer günler bense hep burada Aşk çekip gider bu akan su gibi Aşk çekip gider Yaşam gibi yavaş Umut gibi şiddetli Gece gelip saat çaldığında Geçer günler bense hep burada Günler geçer haftalar geçer Ne geçen zamanın Ne aşkların geri geleceği var Mirabeau Köprüsü altından Seine Irmağı akar Gece gelip saat çaldığında Geçer günler bense hep burada Türkçesi: A.Behramoğlu Çağdaş Çin edebiyatının başarılı isimlerinden Fang Fang, 1955 Nanjing doğumlu. Ailesinin, o iki yaşındayken Wuhan’a taşınmasının ardından hayatının çoğunu orada geçirmiş. Mao Çin’inden Kültür Devrimi’ne kadar pek çok siyasi olaya tanık olmuş. Wuhan Üniversitesi’nin Çin Edebiyatı Bölümü mezunu Fang Fang, roman ve kısa hikâyeleri ile pek çok ödülün sahibi. Wuhan Günlüğü – Karantinadaki Bir Şehirden Mektuplar, Wuhan’da yaşayan yazarın Türkçeye kazandırılan ilk kitabı. Bilgi Yayınevi, Wuhan Günlüğü’nü yayımlamaya karar verdiğinde Fang Fang, günlüğü yazmayı sürdürüyordu. Yazarın onayıyla günlüğün 25 Ocak’tan 5 Mart’a kadar olan bölümü yayımlandı... KORKU ZİRVEYE ULAŞMIŞTI Geçen ocak ayının ortasından itibaren Çin’de baş gösteren salgının başlangıç noktası olan Huanan Deniz Ürünleri Pazarı’nın, sokak ortasında aniden yere yığılan insanların, hastalığı bulaştırmamaları için kapıları ve pencereleri mühürlenerek evlerinde kendi kaderlerine terk edilen enfekte olmuş insanların videoları, tüm dünyada infial yarattı. Ezberler bozuluyordu. Hem de ne bozulmak! Fang Fang’in güncesi bunun Wuhan boyutunu yani gezegende virüsün merkez noktasında yaşananları günbegün gözler önüne seriyor. İnternette büyük bir takipçi kitlesine ulaşan Wuhan Günlüğü, aynı zamanda radikal görüşlülerin tepkisini çekti. İlk günlük kaydını yazmak için Sina Weibo hesabına girdiğinde ne peş peşe elli dokuz kayıt daha yazacağını, ne de her gece ayakta kalıp bir sonraki bölümü bekleyen on milyon okuru olacağını hayal ettiğini yazıyor Fang Fang. Fakat günlük öyle büyük ilgi görmüş ve öyle bir umutla beklenmiş ki çok sayıda insan yazara yalnızca günün kaydını okuduktan sonra uyuyabildiklerini söylemiş. Fang’in yazdıklarına göre 22 Ocak’ta, karantinanın ilan edilmesinden sonraki birkaç gün elbette herkes maske takıyordu, sıkıcı bir hava vardı ve herkes son derece stresli görünüyordu. Neşeden, sohbetten, gülümsemelerden eser yoktu. Birkaç gün içinde Wuhan’da panik ve korku zirveye ulaşmıştı. Fang, çarpı Karantinadaki bir şehirden mektuplar Virüsün sıfır noktası Wuhan 76 gün sonra 8 Nisan’da Wuhan resmen açılır. Fang: “Bu unutulmaz bir gündü ve şehirde yaşlarla dolmayan göz kalmamıştı...” cı bir yalınlıkla aktarıyor yaşadıklarını: “Ertesi gün maske ve gıda almak için dışarı çıktım. Wuhan’ın sokaklarını böylesine bomboş ve ıssız halde gördüğümü hiç sanmıyorum. Terk edilmiş sokakları görmek beni çok üzdü, kalbim bir başına kalmış caddeler kadar boştu sanki. Bu, ömrümde daha önce hiç yaşamadığım bir histi. Şehrimin kaderinin belirsizliği hissi, benim ya da aile üyelerimin enfekte olup olmadığı konusundaki belirsizlik hissi ve gelecek hakkındaki diğer tüm belirsizlikler... Hepsi beni tuhaf bir karmaşa ve endişe duygusu içinde bırakmıştı. Sonraki iki gün boyunca maske aramak için tekrar tekrar dışarı çıktım fakat boş sokaklarda yalnızca sokağı süpüren birkaç temizlik işçisiyle karşılaştım. Dışarıda çok az yaya olduğu için sokaklar pek kirli değildi fakat deliler gibi süpürmeye devam ediyorlardı. Nedense bu sahne bana tuhaf bir teselli verip yüreğimi hafifletti.” Fang’in hiçbir akrabası enfekte olmamış. “Şimdilik” diye yazıyor günlüğüne... “Geçen birkaç gün içinde virüsten hayatını kaybedenler sanki giderek bana daha da yaklaşmaya başladı. Komşumun kuzeni yeni vefat etti. İyi bir arkadaşım yakın bir zamanda erkek kardeşini kaybetti. Bir başka arkadaşım anne babasıyla büyükannesini koronavirüs yüzünden kaybetti, ardından kendisi de vefat etti. İnsanlarda bunca ölümün arkasından dökmeye yetecek kadar gözyaşı yok.” Fang’in aktardıklarına göre Wuhan’da psikolojik travma yaşamayan bir insan bulmak oldukça zor. “En kötü durumda olanlar, en derin ıstırabı çekenler onlar” diyor yakınlarını kaybedenler için: “Korkarım önümüzdeki günlerde Wuhan halkı pek çok akıl sağlığı sorunuyla yüzleşecek.” MASKE BULUNCA... Salgının ilk aylarında Wuhanlıları bir de maske yetersizliği vurmuş! Maske almak için eczaneye gidenler fiyatların maske başına 30 Yuan’a yükseldiğini görmüş. Fang, parayı gözden çıkarmış, dükkânlardan birinde hijyenik bir paketle satılan N95 maskeleri bulduğuna çocuk gibi sevinmiş. 10 Yuan olan maskelerden dört tane almış. İki tanesini abisine ayırmış. İlk aşamada Wuhan’daki yetkililerin virüsü yeterince ciddiye almadıklarını, baş edemediklerini söylüyor: “Diğer Çin yetkililerinden daha kötü değiller, yalnızca daha kötü bir durumla uğraşıyorlar. Çin’deki yetkililer daima işlerini yazılı direktiflere göre yönetir, yazılarını aldığınız an gemiyi nasıl idare edecekleri konusunda tamamen yollarını kaybederler. Wuhan daima her şeyde birinci olmak için rekabet ederdi, şimdi ise bu ıstırabı çekmekte birinci oldu.” Yağmurda çaresiz Çin Yeni Yılı’nın birinci günü olan 25 Ocak’ta Şanhgay’dan gelen ilk tıp uzmanı ekibinin Wuhan’a vardığı söylenir. Bu haberler Wuhan halkını biraz olsun sakinleştirir. Fang’in günlüğünü yazmaya başladığı gün de o gündür. Ancak Fang’in bilmediği ve günlüğü boyunca acıyla aktaracağı; bunun aynı zamanda gerçek acıların Wuhan’da başladığı zaman olmasıdır. Koronavirüsle enfekte olan insan sayısı Çin Yeni Yılı sırasında patlar! Yerel hastaneler yeni hastaların artışıyla baş edemez, tüm sistem çöküşün eşiğine gelir. Sayısız insan koronavirüs ile enfekte olur ve insanlar kendilerini rüzgârın ve yağmurun altında çaresiz bir şekilde tedavi arayarak şehrin dört bir yanını dolaşırken bulur! Neden? S ARS salgınından neden ders alınmadığını da soruyor Fang: “Sebep kısmen çok umursamaz olmamızdı. Fakat daha önemlisi hükümete fazla güveniyorduk. Gevşek ve sorumsuz olamazlardı. WeChat gruplarımdan birine şöyle bir mesaj bile gönderdim. ‘Hükümet asla bu kadar büyük bir şeyi saklamaya cesaret edemez.’ Başı boş köpek gibi G ecenin bir vakti geri dönmeye zorlanan o köylüyü, evinde açlıktan ölen o çocuğu, her gün nafile yere yardım çığlıkları atan sayısız insanı, ayrımcılığa uğrayıp başıboş köpekler gibi sokaklardan kovalanan o Wuhanlı insanları (çocuklar da dahil) düşününce, acıları dinene dek ne kadar zaman geçmesi gerekeceğini hayal etmekte zorluk çekiyorum. Bitkin düşmüş sağlık çalışanlarının ve hastaların yere yıkıldığı bazı videolar izledim, böylesine çaresiz bir üzüntüye ömrümde şahit olmadığımı söyleyebilirim. GAMZE AKDEMİR Bilgi Yayınevi, Çağdaş Çin edebiyatının başarılı isimlerinden Fang Fang’in, ‘Wuhan Günlüğü – Karantinadaki Bir Şehirden Mektuplar’ adıyla kitaplaşan, COVID19 salgınının en kritik dönemi olan 25 Ocak5 Mart aralığında yazdıklarını yayımladı. Wuhan denilen yer W uhan, “Nehir Kenti” olarak anılmış. Yangtze Nehri’nin kıyısında. Bir zamanlar Chu Krallığı’nın bir parçasıymış, “Chu’nun Toprağı” olarak da anılıyor. Neon ışıklarının asla sönmediğini, lüks otelleri ve hareketli pazarları, kızıl duvarlara karşı yükselen yeşil ağaçların güzel manzarası, çevre kirliliği, hem sonradan görmelerin hem de fakir ve muhtaçların evi olduğunu, modern tüm kentlerin yaşadığı güzelliklerin ve büyük şehirlerin yüzleştiği kent sorunlarının hepsinin Wuhan denilen bu yerde mevcut olduğunu söylüyor Fang. Fang Fang Dünyanın dersi ne? K itabını Wuhan halkına adıyor Fang. “Wuhan’ın yardımına koşanların kitabı” diyor. Tüm geliri yüreğini bu şehir için tehlikeye atan insanlara yardım için bağışlayacak. “Yeni tip koronavirüs yalnızca Çin’e değil, tüm dünyaya bir ders vermiştir. Ders de şudur: İnsanlığın kendi kibrinde kaybolmaya devam etmesine müsaade edilmemelidir, kendimizi artık dünyanın merkezi olarak göremeyiz, artık yenilmez olduğumuza inanamayız” notunu düşüyor, tüm insanlığı bir olmaya, yetkilileri de hamaset yapmamaya çağırıyor.