Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 9 AĞUSTOS 2020 Kültür bitkisi olarak ilk kez Anadolu’da yetiştirildi ‘Deryadil’ fındık VECDI SEVIĞ vecdi.sevig@gmail.com K aradeniz yöresinde bayram heyecanı ve fındık buluşması virüs salgını korkusunu bastırmışa benziyordu. Kültür bitkisi olarak ilk kez Anadolu’da yetiştirildiği kabul edilen fındık her yıl Karadenizliler için ana sohbet konusu ve temel gelir kaynağı olmayı günümüzde de sürdürüyor. Yeryüzünde üretim ve ticarette tam hâkimiyet sağlanmış bir ürünün fiyatlandırılması ve satış politikasında üreticinin böylesine çaresiz kaldığı başka bir örneğini bulmak olanaksız. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanını izleyen, tütün, fındık, kuru üzüm ve kuru incir ihracatının gözde olduğu dönemde, 10 Ekim 1935’te ilk fındık kongresi, İsmet İnönü hükümetinin Ticaret Bakanı Celal Bayar başkanlığında toplanmıştı. Ce lal Bayar açılışta, “Memleketimizde milli şuura sadık bir ihracatçı sınıfının artması hedeflerimizden ve en büyük ihtiyaçlarımızdan biridir” demişti. Bu sözlerin üzerinden fazla zaman geçmeden Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, Zoraki Diplomat’ta “İhraç ettiğimiz fındık çuvallarını kantarda ağır çeksin diye birtakım yabancı maddelerle doldurmuştuk” diye yakındığı yıllar geldi. GERÇEK SAHIBI TEKELLER Toplam üretimin yüzde 80’i çikolata yapımında kullanılan, bisküvi ve pasta yapımındaki kullanım da hesaplandığında ancak yüzde 10’un altındaki bir bölümü evlerimizde doğrudan tükettiğimiz fındıkta Türkiye’nin söz hakkı sofralık tüketimdeki pay kadar bile değildir. Uluslararası tekeller günümüzde fındığın gerçek sahibi haline gelmiştir. Üreticiye de ilk sürgün fındık yapraklarıyla sarma yapmak kalmıştır. Yörede üretilmiş tereyağıyla ağır ateşte pişirilip sofraya getirilen bu güzel sarmaların üzerine Giresun’un fındıklı, sütlü tel kadayıfı damaklara şenlik verir. Romalı şair Publius Vergilius Maro, günümüzden 2 bin yıl önce “Keçilerimi güçlükle otlatıyorum/ Durmuyorum güdüyorum/ Bak, ey Tityrus işte bak onlardan biri/Şimdi doğurmuş fındıkların arasında” dizelerini yazmıştı. İsmet Zeki Eyuboğlu, Türkçeye kazandırdığı bu dizeler için şöyle yazmıştı: “Çocukluğumda Maçka yaylalarında ben de sı ğırlarımızı güder, kemençe, kaval dinlerdim, türkü söylerdim. Benim dinlediğim, söylediğim türkülerle, Vergilius’unkiler arasında adlardan başka değişen bir yön, bir duygu ayrılığı bulamıyorum.” AĞACI DEMOKRATTIR Mevlana’nın “Bahar gelince fındıkla haşhaş ovaya geldi, nane ile tere ırmak kıyısına” dizelerine İsmail Habip Sevük yıllar sonra yurt gezisi notlarında “Kıyı mahsulüdür amma kırk kilometre kadar karanın içine sokulmayı da bilir. Düzlüğü sevmektedir, fakat yedi yüz metre kadar tırmanmayı da becerebiliyor” diye yanıt verir. Sevük, sadece kendisinden önce yazılanlara değil, yazılacaklara da yanıt vermekten uzak durmaz. Selçuk Altun’un 2017 yılında yayımlanan Ardıç Ağacının Altında kitabında, “fındık ağaçlarının güdüklüğüne” şaşıran “Ertan Sipahi”ye yıllar öncesinden yanıt vermiştir: “O, küçük görünür, boysuz ve çelimsizdir, fakat yüz kiloya kadar mahsul verebilir. Kanaatkârdır, fazla masraf istemez, bir iki belleyiver, yeter.” Sevük yazısında “Fındık ağacı demokrattır” der ve her şeyi hoş gören, çok sabırlı bir yapısı olduğunu “deryadil” sözcüğüyle açıklar. 2004 yılında bir kilo kabuklu fındıkla 19 kilo gübre ya da 3.5 litreden fazla mazot alan üretici bugün ancak 13 kilo gübre ve 2.5 litre mazot alıp hâlâ iktidardaki aynı siyasi partiyi destekliyorsa bunu da hoşgörü ve sabır sözcükleriyle mi açıklamak gerekir? Çarpıntı, halsizlik şikâyetiniz varsa B12’nin sırrı dyt.mervesaatci @gmail.com Suda çözünebilen B12 vitamininin, vücutta depolanma miktarı çok düşük durumlarda B12 ihtiyacı artar. Hamile kadınlarda bu miktar 2.6 mikro gram iken anne sütü ile bebek tür. Bu sebeple günlük emziren kadınlarda olarak alınması öneri 2.8 mikro grama çı lir. Sinir hücrelerinin kar. fonksiyonunu destek u B12 vitamini en ler, kırmızı kan hüc MERVE SAATÇİ çok hayvansal kay resi oluşumuyla DNA sentezi için gerekli Beslenme Uzmanı naklı besinlerde bulunur. Bitkilerde bu dir. Ayrıca enerjiyi artırır, hafı lunmadığı için vegan beslenen za üzerinde önemli etkilere sa kişilerin beslenmelerine dikkat hiptir ve kalp hastalıklarını ön etmeleri ve vitamin seviyelerini lemeye yardımcı olur. düzenli olarak kontrol ettirme u Yetişkin bireyler için öne leri gerekir. rilen günlük B12 miktarı 2.4 u Herhangi bir vitamin tak mikrogramdır. Hamilelik, em viyesi almaya başlamadan önce zirme veya yaşlılık gibi özel mutlaka doktorunuza danışın. Doğum dönüştürücü bir deneyim Türkiye’nin ilk ‘doula’larından Sima İbrahimiye hamilelik ve doğum deneyimlerini anlattı H amilelik ve doğum, kadının hayatında en yoğun, en mutlu, en önem li ve en kutsal dönem bel ki de. Bu dönemi kadınla rın birbiriyle paylaşması DEN IZ ve hikâyeler biriktirmesi ÜLKÜTEKIN gerekliliğine inanan Sima İbrahimiye, Türkiye’nin ilk “doula”larından olmuş. ABD’de kayıtlı bir meslek olan dou lalık, yani doğum destekçiliği ülkemizde de son 10 yılda tanınmaya başladı. Doulalılığı İbrahimiye’ye sorduk. u Hamilelik, hayatınızın değişmesinde önemli rol oynamış sanırım... İki kızım var. Şirin 10, Peri 15 yaşında. Hamileliklerim hayatımın en kıymetli en coşkulu dönemleriydi ama bu konuda yeterince bilgili değildim. Günümüz dünyasında nesilden nesile aktarılan kadim bilgilere ulaşmak pek pratiğimizde yok maalesef. Kabile gibi bir arada yaşamıyoruz, hızımız çok yüksek, kadınlık, erkeklik, cinsellik, insanlık, paylaşmak gibi kavramlar anlamını yitiriyor. Gitgide yalnızlaşarak, kapitalizmin ve teknolojinin ortasına doğuruveriyoruz. Kendi doğamızdan, bedenimizden, içgüdülerimizden uzaklaştıkça doğum eyleminin kendiliğindenliği yok oluyor. Yönetilen, kadının ve bebeğin pasifize edildiği tuhaf, mekanik bir sürece dönüşüyor. EKSIKLIĞINDE NE OLUR? u Anemi (kansızlık) denildiğinde aklımıza ilk olarak, demir eksikliği anemisi gelse de B12 vitamininin eksikliği de farklı bir tür anemi olan pernisiyöz anemiye sebep olabilir. u Kansızlığa bağlı olarak çarpıntı, çabuk yorulma ve halsizlik, konsantrasyon bozuklukları ve göz kararması gelişmektedir. u Dilde kızarıklık ve yanma hissi, ağız içinde yaralar ve bacaklarda gece kasılmaları, karıncalanma hissi görülebilir. Yeni hücrelerin sentezlenmesini engeller ve metabolizmanın yavaşlamasına neden olur. u B12 eksikliği özellikle yaşlılarda hafıza kaybına, unutkanlığa neden olabilir. Yaşın artmasıyla birlikte B12 emiliminde ve depolanmasında azalmalar gözlenmektedir. Ayrıca 65 yaş üstü kişilerde B12 eksikliği ve depresyon arasında ilişki gözlenmiştir. u Araştırmalarda B12 vitamini ve kemik sağlığı arasında ilişki olduğu, B12 eksikliği yaşayan kişilerin, kemik mineral yoğunluğunun daha düşük olduğu gösterilmiştir. Özellikle kadınlarda düşük B12 seviyeleri ve zayıf kemik sağlığı arasında bir bağlantı olduğu bilinmektedir. NELERDE BULUNUR? u Et, süt, yoğurt, yumurta ve peynir gibi hayvansal besinler en iyi B12 kaynaklarıdır. İbrahimiye, “Doğum deneyimi çok güçlü ve dönüştürücü bir etkiye sahip. Bu etki unutulmuyor, bebeğin ve ebeveynlerin hayatını etkiliyor” diyor. Sima İbrahimiye “Kaynaklarımızı beslemek varken her şeyi yeniden yazmaya çalışıyoruz.” u Siz bu durumu ne zaman fark ettiniz? “Böyle olmamalı” diyen sesimi hamile kaldığım zaman duydum. Anne olacağımı ilk öğrendiğim andan itibaren kendimi tanrıça gibi hissettim. Sokaklarda yürürken içimden bir ses “hey biliyor musunuz benim içimde bir canlı vaaar!” diye bağırırdı. Aslında insanlık var olduğundan beri kadınlar doğuruyor, gayet normal... Sıkıntı normallikten çıkmış olması. Şansa beni destekleyecek eski toprak bir doktor buldum ve her iki çocuğumu da vajinal yolla dünyaya getirdim. Aslında tek bir doğum şekli var o da doğal olan. Sezaryen, iyi ki var dediğimiz bir kurtarma operasyonu... Vurgulamak isterim ki doğal doğum bir başarı, sezaryen de başarısızlık hikâyesi değil. Ballandıra ballandıra u Doula kavramı ile nasıl tanıştınız? Doula Eski Yunancada hizmet eden köle kadın demek. Mesleki anlamda “doğum destekçisi.” Bir kız kardeş gibi, yol arkadaşı gibi yargılamadan elini tutan, yoluna ışık olan bir gardiyan bana göre. gası dersleri vermeye başlamıştım. Hamile yogası dersleri, doğuma hazırlık dersleri derken üç ayrı kurumdan daha doulalık eğitimi aldım. Atölye çalışmalarına katıldım. Farklı ekollerden etkilendim. Yaptığım işler birbirini bütünledi. İş değil hayat gibi oldu. u Meslek olarak yapmaya nasıl karar verdiniz? Ben arkadaş çevremde ilk doğuran kişilerdendim. Doğal olarak benden sonra doğuran arkadaşlarıma destek oldum, çok da keyif aldım. Olumlu bir doğum deneyimi yaşadığım için ballandıra ballandıra hikâyemi anlatıyor, farkında olmadan doğurmaya teşvik ediyordum. Şaşkındım çünkü önceden kimse bana keyifli, güzel doğum hikâyeleri anlatmamıştı. Sanki doğum, acı çekilecek bir eylemdi. Ben doğurduktan sonra deneyimimi anlatmadan duramadım. Bir gün yıllardır görmediğim çocukluk arkadaşım Arzu ile karşılaştık. Hamileydi. O demişti: “Sima sen bunu niye iş olarak yapmıyorsun.” Dünyada varmış doulalık da haberim yokmuş. Ve yolumu DOUM’la kesiştirdi. Türkiye’deki ilk doulalık eğitimini aldım. Öncesinde annebebek yo u Doğum ritüelinin anne ve çocuk hayatındaki önemi nedir? Hayatın başlangıcından daha önemli bir yer var mı? Yeni bir ruhun bedeniyle buluşmasından bahsediyoruz. Bana göre daha önemli bir an yok. Doğum şekli ne olursa olsun, bebek ister kapıdan ister bacadan çıksın, layık olduğu gibi karşılanmayı hak ediyor. Biz yetişkinler doğuma şefkat getirirsek inanın yaşadığımız dünyadaha güzel olur. Hayatta bir sürü eşik var. Genç kızlık, ergenlik, okul, evlilik, ölüm ve doğum. Bu geçişleri ri tüellerle onurlandırmak aslında çok kadim, insanlık var olduğundan beri var ama unutulmuş... EBELERİN KIYMETİ BİLİNM İYOR u Diyetlerinde hayvansal gıda bulunmayan kişiler KIMLER u İnce bağırsağı cerrahi olarak kısaltılmış bireyler RISK TAŞIR? u Besinlerin emiliminin azalmasına neden olan gastrit, çölyak hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığına sahip olan bireyler u Kronik alkolizmin etkisi altında olan bireyler. DOĞUMUN GÜCÜNE İNANIYORUM İ yi bir başlangıç yapılırsa, anne ve bebek birbirine olması gerektiği gibi aşkla güvenle bağlanırsa, hayatın geri kalanı daha kolay ve keyifle akabilir. Bunun olması için ilk yapmamız gereken şey dikkati buraya getirmek. Yani dünya bir dursun da herkes buraya baksın. Çünkü öyle ya da böyle hepimiz doğduk. Farkında olmadan bilmeden taşıdığımız kırılganlıklarımız ve travmalarımızla buradayız bugün. “Niye bu kadar abartıyorsunuz” diye düşünenler eminim çoktur. Ben yine de şefkatle ve sabırla herkesi bu alanı merak etmeye davet ediyorum çünkü doğumun gücüne inanıyorum. Türkiye’de ebeler daha aktif olabilseydi eminim doğumlar bu kadar medikalize olmazdı. Doğumun feminen enerjisi yerini bulurdu. Maalesef ülkemizdeki ebelerin kıymeti bilinmiyor. Güçleri ellerinden alınmış vaziyette.