22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AĞUSTOS 2020 7 Lozan’ın sırlarını açıklıyorum Olaya baştan başlıyoruz Bundan 97 yıl önce Türkiye’nin bağımsızlığını kazandığı anlaştma Lozan. İsmet İnö AKSAK DÜNYA nü başkanlığındaki heyetin İsviçre’nin Lozan kentinde ki konferansın ardından 24 Temmuz 1923’te attığı imza nedeniyle kentin adıyla anı lan antlaşma. Bugün toplumun bir bölümü bu antlaşmanın 100. yılında bi ALPER İZBUL @teorisyen teceğini düşünüyor hatta ente resan biçimde “biliyor.” Bir de Lozan’ın gizli mad deleri olduğuna emin bu arkadaşlar. Gizli maddele ri sorunca bir ortak fikir yok. Kimi Ege’deki Yunan adalarının Türkiye’ye geçeceğini, kimi gizli mad delerle yasaklanan maden ve petrol çıkarma hakkı na Türkiye’nin yeniden sahip olacağını söylerken, Trakya’nın Yunanistan’a verileceğini iddia edene bi le rast geldim. Hayır, cehalet diyeceğim ama ceha let giderilebilir bir şey. En azından Lozan’la ilgili bu “bildiklerini” bir araştır. Elinin altında internet var, 1980’lerde değiliz ki. Ama tabii araştırmaz, araştı ramaz. Zaten bu maddeler gizli, araştırınca çıkmaz ki. Benimki de saflık işte. O zaman ben de biraz bu konuda bu arkadaşlara yardımcı olayım. İsmet İnönü ve heyeti Lozan’da bir bilinen antlaşma, sonra da kimsenin bilmediği ve gizli bir antlaşma imzaladı. Bilinene Lozan dediler, gizli olana “Lozanettin”. İşte bu bizim vatandaşın varlığından emin olduğu gizli maddeler Lozanettin’de yazıyor. HHH Lozanettin öyle bir antlaşma ki hem 100. yılında Lozan’ı sonlandırıyor hem Türkiye’ye kendi topraklarında maden, petrol arama hakkını geri veriyor. Yunan adalarını Türkiye’ye verirken Trakya’yı da Yunanistan’a katıyor. Daha gizli maddeleri de var. Mesela bunlardan en önemlisi 1071’de yapılan Malazgirt Savaşı’nda Alparslan’ın hükmen yenik sayıldığı madde. O dönem Selçuklu ordusu saflarında yabancı kuralı ihlal edilmiş, o nedenle bu hükmen yenilgi. Nasıl diye sormayın, gizli olduğu için bu kadar bilgi verebiliyorum. Sonuç olarak biz de Anadolu’yu tahliye edip Orta Asya’ya geri dönüyoruz ve olaya baştan başlıyoruz. Daha başka gizli maddeler de var onları da yazsam dudağınız uçuklar ama moraliniz bozulmasın diye yazmıyorum. Yoksa ohhoooo... Huxley’in 30’lu yıllarda okurla buluşan romanı belirsiz bir geleceği anlatıyordu Ey yaman yeni dünya! Bir şekilde hep dönüp dolaşıp Shakespeare’e geliyoruz. Öyle büyük bir deha ki sakallı, kendisinden sonraki yüzyıllarda yaşamışları bile etkilemeyi başarıyor, nice yaratıcıları kendine borçlu bırakıyor. 20. yüzyılın ilk yarısında yazılmış bir romanın adında bile onun yankısını duymak şaşırtmıyor bizi; Aldous Huxley’in “Brave New World” adlı romanından bahsediyorum. Kimilerine göre Shakespeare’in dildeki ustalığının zirvesine çıktığı eseri “Fırtına”nın sonlarına doğru Miranda’nın söylediği şu sözlerden almış ilhamını: “Ey, yaman yeni dünya / Ne de güzelsin sen, içindeki insanlarla!”. “Fırtına” dilimize birden fazla çevrilmiş ama Can Yücel’in “Ey yaman yeni dünya” şeklinde çevrimeyi tercih ettiği “O brave new world” kısmı yıllar sonra çeviriyi yeniden yapan Emine Ayhan tarafından da korunmuş. Huxley’in romanı her ne kadar Türkçeye “Cesur Yeni Dünya” (İthaki Yayınları) adıyla kazandırılmış olsa da Can Yücel’in Shakespeare’e daha çok yakışan tercihi bizi de daha çok tavladı doğrusu. Birçok edebiyat otoritesine göre 20. yüzyılın en önemli romanları arasında gösterilen “Brave New World” daha önce iki kez TV filmi olarak uyarlanmış; yönetmen Ridley Scott ile oyuncu Leonardo DiCaprio’nun sinema filmi olarak romanı uyarlamak istediği haberleri 2009’da duyulmaya başlasa da sonradan proje rafa kalkmıştı. Şimdi ise yeni streaming servisi Peacock’ın önemli kozu olarak 9 bölümlük bir mini dizi uyarlaması var karşımızda. Alden Ehrenreich, Jessica Brown Findlay ve Harry Lloyd’un başrollerini paylaştığı dizide Demi Moore’un da birkaç bölüm rol aldığını belirtelim. MUTLULUK MU ÖZGÜRLÜK MÜ? Yeni Dünya’nın, ya da dizideki adıyla Yeni Londra’nın temel kuralları şöyle sıralanıyor: Mahremiyet yok, aile yok, tekeşlilik yok. Sonuç? Herkes çok mutlu. Belki Orwell’in tarif ettiği gibi her evde (sokakta, işyerinde vb.) insanları izleyip takip eden televizyon ekranları yok ama herkesin gözüne yerleştirilen bir lens aracığılıyla yine kimin nerede ne yaptığı kayıt altında. Genetik ilerleme sayesinde tüm toplum keskin bir sınıf ayrımına tabi tutuluyor ve yapay döllenme sayesinde seks sadece zevk alınan (ve alabildiğine teşvik edilen) bir eyleme dönüşmüş, ama sınıf sisteminin hiyerarşisi yüzünden yine ezen ve ezilenler olarak genel bir bö lünme söz konusu. Bir de “Vahşiler” denen ve Yeni Londra’nın sunduğu yaşam tarzının öncesinde kalan insanların yaşadığı ve Yeni Dünya sakinlerini ara ara gidip ziyaret ettikleri bir de “Savage lands” var ki, akla biraz “Westworld”ü getiriyor. Sonuçta “Westworld”deki gibi bir isyan başlayacağını tahmin etmek zor değil. Aşkın bir özgürlük edimi olarak öne çıkacağı, insanların mutluluk ve özgürlük arasında bilinçli bir seçim yapmayı isteyeceği bir kavga bekliyor Yeni Dünya’yı. AŞK POLİTİKTİR Aşk ve cinsellik burada birbirinden soyutlanmış bir şekilde yaşandığı için ilginç bir diyalektik oluşuyor ister istemez. Belki de “Brave New World”ün asıl eksenini de buradan ele almak lazım. “Brave New World”de seks ve aşk tamamen birbirinden bağımsız kavramlar, hatta aşk ve tekeşlilik tabu sayılıyor (bireyler arası mülkiyet yasak çünkü, bireyler arası ilişkilerin tek hâkimi tabii ki herkesi yöneten “sistem” çünkü) ve sevişmek değil de se vişmemek en büyük günah sayılıyor. Dönüp dolaşıp aşkın politikliği meselesine geliyor yine. En sevdiğimiz zihin alıştırmaları hep bu konu ya da konular üzerine değil mi zaten? Huxley’in 30’lu yıllarda okurla buluşan romanı belirsiz bir geleceği anlatıyordu. Dizi de yine belirsiz bir geleceği anlatıyor ama baktığı yer 30’lu yılların dünyasından ziyade tam da 21. yüzyıl, yani günümüz dünyası gibi yansıyor ekrana. Örneğin Vahşiler Diyarı’nda yaşayan John bir yerden eski bir walkman ele geçiriyor ve tam da 20. yüzyıl sonlarında popüler olan müzikleri kovalıyor salaş antikacı dükkânlarında. “Perfect Day” çalınıyor örneğin kulağımıza, John’un en sevdiği parçalardan biri olarak. Tabii bu biraz da bugünün izleyicisini dizide yaşananlara yaklaştırmak için tercih edilmiş kurnazca bir taktik. İşe de yarıyor doğrusu. MUSTAPHA MOND KIM? Son bir ilginç not... Hiç görünmeyen ama adını sık sık işittiğimiz ve devletin en tepesindeki kişi olarak lanse edilen Mustapha Mond diye bir figür var ki, rivayete göre adının bir kısmını 20. yüzyılın en önemli devrimcilerinden Mustafa Kemal Atatürk’ten alıyor. Huxley’in Türkiye’de yeni bir hayatı inşa eden Atatürk’ü görmezden gelemediğini anlıyoruz böylelikle. Gelebilenlere ithaf olunur. EMRAH KOLUKISA Digiturk’te izleyiciyle buluşan “Brave New World” yazar Aldous Huxley’in aynı adlı distopik başyapıtından televizyona uyarlandı. Dizinin 9 bölümlük ilk sezonu BeinConnect üzerinden bir seferde de izlenebilir. Yıllar sonra ayna oldu, baş köşeye kondu Ankara Gemisi: 1933’ten gelen teselli GAMZE ÖNEM MÜZELERE UĞRAYIN 1948 yılı Türkiye Cumhuriyeti... Deniz ulaşımının öncelikli hedef haline geldiği yıllar. Tabii gemi üretimi yok. O yıl Türkiye, Amerika’dan kullanılmış bir gemi satın alıyor. Sonradan adı Ankara olarak değiştirilmiş Solace (Teselli) adlı hastane gemisi; yıllarca İstanbul limanına giriş çıkışlarının seyri için toplanılan, gazete manşetlerini kaplayan efsane yolcu gemisi. Efsane... Çünkü... PEARL HARBOR’DAN KURTULDU 7 Aralık 1941 günü Japonların Hawai Adala rı’ndaki Amerikan Pasifik filosuna düzenledikle ri saldırıda 2400 Amerikan askeri ölür, 188 savaş uçağı imha olur ve 96 zırhlısı batırılır. Tek Sola ce hariç. Ön ve yan taraflarında devasa Kızıl Haç işaretleri olan gemi, Japonya’nın savaş hukukunu uygulamasıyla kurtulur. Yani Pearl Harbor’dan kurtulan tek gemi olur Solace. 2. Dünya Savaşı boyunca yirmi beş bin Amerikan askerini evlerine taşır. Savaş bi dir. Son seferini yaptığı 1977 yılına kadar bıkmadan usanmadan seyreder... 1980’li yıllarda İstanbul Haliç’te üst güvertesinin sökülmesinin ardından römork üstünde İzmir Aliağa Tersanesi’ne gönderilir. ter, Solace tersa KURŞUN LAZIM OLUNCA neye çekilir. Hayatlarının ortak değeri Solace olmuş askerler birleşir, bir der Gamze Önem Bu yıllarda İstanbul’da bir yangında hasar gören Çorlulu Ali Paşa Camii restorasyonunda şadırvan çatısı onarımı için kurşun gereklidir. Kıtlık içinde olan ülkede kur nek kurar. Hat şun yoktur. Tüm ülkeye haber salı ta, boyunlarına, nır. Haber, geminin sökümünde ça bir tarafında ge lışmış olan emekli bir askerin kulağı minin çiziminin ol na da gelir. Emekli asker geminin sö duğu birer de madal külmüş muayene ve tetkik odasına girer yon takıverirler. Amerikan hükümetinin, bu hareketi bertaraf etme planı Türkiye Cumhuriyeti’nin gemi talebine denk gelir. Solace, 1948 yılında İstan ve duvarları sökmeye başlar. Kurşun, hastane gemisi olarak inşa edilmiş geminin röntgen odası duvarlarındadır. İşte o kurşun ile tarihi camii tamamlanır... 1975 yazı... İstanbul Kalamış Liseli üç genç bul Boğazı’nın sularına demirler. O, artık Türki Akın, Hakan ve Tahir sabah saatlerinde koşar ye Denizcilik İşletmelerin’e ait bir yolcu gemisi adım Karaköy yolcu limanına biletlerini alma ya gelirler. Ankara gemisi İzmir’e gitmek üzere her zaman olduğu gibi saat 14.00’te limandan ayrılacaktır. Sırt çantalarına bağladıkları şilteleri geminin güvertesine yayarlar. Cep harçlıkları ancak güverteye yetmiştir. Lumbozlarından içeriyi izlerler. 8500 parçalık özel yapım yemek takımını, gümüş kaplama çatal bıçaklarının ışıltısını 60’lı yaşlarına geldiklerinde bile hatırlayacaklarını tahmin etmeden, çığlık atarcasına üç kere öten gemi düdüğü ile irkilirler. Gemi Çanakkale Boğazı’ndan süzülürken Şehitler Anıtı’nı selamlar. Bu üç genç, aynı yolculuğu üç yıl üst üste yaparlar. Yıllar geçer. Akın, çalıştığı şirketin yöneticileriyle gemi sökümü parçalarından satın alabilmek üzere Aliağa’ya gider. Onlarca geminin parçaları arasındaki yığınların içinde üzerinde “Ankara Gemisi” yazan bir filika, bir içecek tezgâhı ve bir lumboz (kamara penceresi) bulur. O lumboz 80’li yıllarda eve gelir ve depoya konur. Ankara gemisinden kalan tek parça olarak kayda geçirilmiş dümen İstanbul Denizcilik Müzesi’nde, “yemek takımı”nın bir kısmı ve efsane kaptanı Şefik Göğen’in not defterleri ve fotoğrafları İLKFER Denizcilik Müzesi’nde görülebilir. Bu kamara penceresi, prinçten yapılmış, 25 kilo ağırlığında. İzmir Aliağa Tersanesi’nden bu değerli parçayı alan ve günlerce uğraşıp restore edip bin bir zorlukla duvara asan, böylece her gün bakıp gülümsememi sağlayan değerlim Akın, yüreğine sağlık, ellerin dert görmesin. Şimdi baş köşede O lumboz, anı objesi olarak satın alınmış, depoda başka eşyaların arkasında kalakalmıştı. Onarıldı, ayna takıldı ve baş köşeye kondu bu ‘evde kal’ günlerimizde. Temizlenirken bile içim cız etti. Hangi anıları, hangi dokunuşları siliyorduk acaba? Japonya’dan evine dönen yaralı bir askerin bakışını mı? Ajda Pekkan’ın verdiği konserin ardından kamarasında hayallere dalan bir yolcunun penceresi miydi ki? Onlarca evlilik teklifine mekân olmuş, aşk şarkıları çalan dans salonunun pencerelerinden biri mi? O üç gencin güverteden yemek salonunu izlediği pencere mi yoksa? Ne çok hikâyesi vardır, kim bilir...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle